Durum hiç iç açıcı değil. Bazılarımız şakayla karışık “göndersinler bir vali olsun bitsin” demeye başladı. Tabii bu iş öyle ciddiye alınamaz gibi yapıyorlar.
Şimdi BRTK eski ortağı RİK’in arşivini kendilerine açmasıyla ellerine geçen şanlı Kıbrıs’ın ilhakı mücadelesini Hitler Almanya’sına layık bir gerçekçilikle yayınlıyorlar ya gösterilen hiç de masum ve saldırıya uğramış bir Kıbrıs Cumhuriyeti yurttaşlarının kutlamalarını göstermiyor. Anlayan kapışmaya hazır bir toplumun gösterildiğini anlar.
Ulusalcılık kafaları öyle meşgul etmiş ki böyle filmleri göstermeye olanak sağlayan Rum karşı propagandasına aldanarak büyük iş yapıyormuş gibi hemen TV’ler tarafından paylaşıldı. Gerçekten nostalji ve sevilecek görüntüler anılarımızı da uyandırarak sergilendi. Ancak Rumların bir EOKA ile ilgili yayınında görüldüğü gibi Avrupalı izleyicide hemen NAZİ Almanya’sını anımsattığını onlardan dinlediydik. Bizimkiler de daha Rumlarını atmadan değiştirmeye başladığımız köylerinin isimleriyle ve Türk bayraklarıyla geçenler arasında her birimiz olabilirdik ama Ada’nın tümünü eline geçirmek isteyen bir azınlığın “bizi yok edeceklerdi” dedikleri ve şikâyet edecekleri yabancılardan dahi anlayış bulamayacak olduğumuzu normal sayamıyorduk.
Hem azınlık olacaksın, hem yabancı yönetiminde yaşayacaksın, hem de “bizi anlamıyorlar” diye yabancıları suçlayacaksın!
Bir gazetede makaleler yazacaksın ve halkın şikâyetlerini değerlendirip Türkiye askerin i garanör devletin askerleri olarak burada darbe yapabileceğini düşünüp “ya başkanlık rejimine geçip icrayı güçlendirip memur devleti olmaktan kurtulup özel sektör ağırlıklı ekonomik ve siyasi dönüşüme geçeceğiz ya da 1974 harekâtından kaynaklanan hak ve yetkileri ile kolordu komutanı idareyi ele alıp işleri rayına oturtana kadar, sivil işleri rayına oturtana kadar askeri hükümet faaliyetlerini başlatacaktır” diye buyuruyor.
Makalenin yazarı, o, ambargoyu delip misafirlerini kumarhanesine götüren, polisin muhaceret kurallarını çiğneyip kamera kayıtlarını bile koruyamayarak silinmesine göz yumduğu, zahmet edip kayıtları sildikleri, sorumluları ortaya çıkarmak için parmağını kıpırdatmadığı olayının kahramanıdır. Yani o kadar güçlüdür ki polisi susturur, memurlara hükümet kararlarını çiğneyip istikbalini tehlikeye sokmayı göze aldırabilir.
Hal böyle ilen o adam makale yazıp çağrı yapıyor ve askerden darbe yapmasını ve sivil idareyi yoluna koyduktan sonra başkanlık rejimine geçirmesini öğütlüyor. Patronun gücüne o kadar güveniyor ki garanti antlaşmasının Türkiye’ye rejim için darbe yapılmasını sağlama görevi veriyor gibi bir iddiada bulunabiliyor.
Gafil muhbirlik yapan çok. Bu kez de Türkiye’yi garantörlüğü işine geldiği gibi ve temelden sakat bir şekilde yorumladığını ve her işe burnunu soktuğunu iddia edenlere makalelerle destek olmak kime hizmet eder diye eleştirilmeden bu kadar işi azıtmak arkasına büyük bir güç almayı gerektirir.
Zaman öyle bir zaman ki kimi başkanlık ister ama iktidar ne ile gelirsen onunla gidersin öğüdünü olsun anımsayıp da ne önerdiğine dikkat etmeden askerden darbe isteyip başkanlığın gelebilmesi için onun sivil idare kurmasını ister.
Türkiye’de asker darbelerle sersem ettiği için sivil idare başarısız olduysa burada garantisi ne deyip de değerlendirmeye başlarsak boşuna değer vermiş oluruz ama insanlarımızın düştüğü durumu anlamak gerek. Hem sarılacak bir umut görmüyorlar hem de umut yaratmaya olanak görmüyorlar. Zavallılar bir çıkmaz içinde ve doğru yolu görüp dünya ile kucaklaşalım diye başlayan konuşmaları yapanlar bile umut olamıyorlar.
Bugün Lapta projesine umut bağlayan ve gitti diye ağlayanlar ve kendilerini bile suçlu görenler düzenin silkeleyip umutsuzluğun kenarına attıkları ve doğru düşünürlerse içten içe haini vatan olabileceklerin veya öyle görüleceklerini sananlardır.