1974 öncesi çok partili demokrasi anlayışımız yoktu. Liderlik 1959-60’lardan itibaren kendi taraftarlarını aday olarak gösterir ve halk da kayıtsız şartsız gider oy kullanırdı. Bunun demokrasi ile bir ilgisi yoktu. Demokrasi farklılıklara saygı üzerine kuruludur. 1963 olayları sonrasında, ilk yaşadığım seçim 1969 yılındaki seçimdi. Gruplar vardı, sarı, kırmızı diye ama tüm gruplar da hemen hemen aslında tek parti gibi konuşmaktaydı. Aslında farklı olanlar da arada çıkıyordu ama onu hemen bertaraf ediyorlardı. Hamaset gene en büyük silahtı. Örneğin 1963 öncesinde Dr. İhsan Ali liderlikle ters düşmüştü. Onun ve arkadaşları olan avukatların “Halk Partisi” diye 1960 sonrasında oluşan ve örgütlenen partileri de kısa zamanda gene yeraltı paramiliter gruplar tarafından bertaraf edilmiş, hatta partinin kurucularından olan Ayhan Hikmet ve Ahmet Gürkan bir gece evlerinde vurulup öldürülmüşlerdi. Farklı olmak, farklı düşünmek suçtu ve hemen baskılar başlıyordu. Bu baskıların köklerinin ta dışarılara kadar uzandığı da gerçekti. Aynen şimdiki gibi maalesef toplum liderleri kendilerini Ankara ile bütünleştirmişler ve her şeye Ankara karar vermekteydi. Dr. İhsan Ali, arkadaşları vurulduktan sonra gene muhalifliğe devam etmesine rağmen 1963-64 yılında hayatından da şüphe ettiğinden dolayı Baf’ta çarpışmalardan sonra aslında karma bir yer olan kendi mahallesinde kalmıştı. O düşüncede olan bir insanın Türk Bölgelerinde fazla yaşatılmayacağı da gerçekti. Zaten o yüzden Türk enklavına geçmemişti. Dr. İhsan Ali Türk Tarafı diye bilinen bölgeye geçmediği için de Kıbrıslıtürk Lİderliği tarafından daha kolay bir şekilde sesi kısıldı ve bertaraf edildi ama Dr. İhsan Ali, 1970 yılında Makarios’un teklifini kırmayarak onun danışmanı oldu. O zamanlar bu kararı ile gene tepki gördü. Buna rağmen Dr. İhsan Ali bilinmese bile danışman olduktan sonra gerek Kıbrıslıtürk liderliğinin, gerek Kıbrıslıtürklerin gerekse Türkiye’nin birçok diplomatik tıkanıklıklarını ve sorunlarını, Kıbrıs Cumhuriyeti katlarında çözdü, birçok sorunlara ve tırmanan sorunlara anında çözüm bulup uzlaştırdı.
Türk gettolarında fikir kısıtlamalarına ve de seçimlere müdahalelere kadar davranışlar devam etti. Muhalif gençlerin tutuklanmaları soruşturulmaları günlük olaylardı. Kıbrıslıtürk getto veya enklavlarında insan hakları ihlalleri, müdahaleler doruklara çıkmaktaydı. Nitekim 1973 yılında CTP ve Sayın Berberoğlu’na yapılanlar, yapılan sabotaj ve tehditler, o zamanki Türkiye Büyükelçisi’nin açıkça Sayın Denktaş’ın yanında seçim kampanyalarına katılması da ayrı olaylardı. O zamanlar da demokrasi ve şeffaflık yoktu. Herkesin Türkiye’ye ve Kıbrıslıtürk liderliğine biyat etmesi istenmekteydi.
1974 sonrasında aradan 46 yıl geçti. Son yaşadıklarımız, UBP-HP kolalisyon hükümetinin yaşadığı zikzaklar, koydukları koşulları kendilerinin delmeleri veya şeffaf olmamaları, maalesef karışıklıklar yaşattı ülkeye. Hele hele son zamanlarda hükümet listesini TC Büyükelçiliğinin onayladığı söylentileri, son 46 yılda gerçekten biyat etmeyen ve de sayıları bile az olan muhalif insanlara gösterilen hoşgörüsüzlükler pek de iyi bir görüntü arzetmemekte.
Son 80 yıl veya 100 yılda Kıbrıslıtürk demokrasisi ne kadar yol aldı ? Demokrasi, insan hakları, hoşgörü, fikirlere saygı ve de eleştiriye karşı gösterdiğimiz hoşgörü ne kadardır şeklinde bir araştırma yapsak gerçekten son 100 yılda ne kadar, kaç milim yol aldık diye insan sorsa ve durup durup sonucu düşünse, şu andaki sorunların da aslında kıt demokrasi kültürümüzün bir sonucu olduğunu göreceğiz. Gerçekten demokratik olgunlukta kaç milim yol aldık?
Merak etmez misiniz?