Milli Dava deyip birbirimizin boğazına sarıldık ve bize dünyanın başına daha büyük belalar açmayalım diye hediye edilen bir devlete de sahip çıkacağımıza öbür tarafın zıddına ayak direyip ikiye böldük ama yetmedi kavgayı sürdürdük. Onun için üç anayasa yaptık ama anayasanın yapılması için ilkelerini saydığı yasaları hala tamamlayamadık, yaptıklarımızın emirlerini de altı ayda yapacağız dediğimiz halde hala yapmadık. Hâlbuki elimizin altında sömürge döneminin mirası vardı. Onun için pandemi bizi orman yangını gibi hazırlıksız yakaladı.
Memurların ödeneklerini kesme ve ilerde kesilen iade edilecek demek anayasal olmasına neden olmaz. Cumhurbaşkanlığı seçimi mecburiyet yüzünden ertelenebilir ama vekâlet konusu diğer kurallarla düzenlenir. Yani vekâlet hakkı olan makama geçmeli ve hukukun emri yerine gelmiş olmalıydı. Sustuk kaldık. İtiraz edildi çünkü ondan kurtulma fırsatı olarak görenler istedi yani yasanın emri değil onları çıkarı için vekâlet sistemi çalışmalıydı. Kötü niyet ve fırsatçılık söz konusu idi. Halk umursamadı çünkü olağanüstü durumlarda boynunu eğmeye hazır bir halk idi.
İşin diğer daha sakat tarafı işverenlere işçi çıkarma hakkını ve hatta desteğini vermekti. Yarım ağız çıkarılanların haklarından bahsedenler oldu ama dünyada bu kadar rahatça işverenlerin işten atma ve tazminatını vermeyi düşünmeme hakkını kabul etmek çok öğretici oldu.
Seçim yapmaya başlayalı seçmen hep devlet sektörünü budamaya çalışan sağ kanat siyasilerini seçti. Solcu var ama onlar da halkın solculara iktidarı vermeyeceğine inanır ve ona gör seçimini yapar. Türkiye de memnuniyetle seçimlere müdahale ederek istemediği bir iktidar oluşmasına izin vermez. Seçmenimiz seçim mağlubiyetleriyle yaralanan bir partiyi sağa kayınca hükümet ortağı yaptı, hatta cumhurbaşkanlığını da başbakanlığı da aynı partiye verdi ama değiştikten sonra yaptı. Seçim tartışmaları onun için hep “sizi de gördük”, “sizde hükümette aynı şeyi yapmadınız mı” ve görüşmelerde siz de başarısız olmadınız mı” tartışmalarıyla geçer.
İşçi haklarının çiğnenmesi yasanın emrinin dinlenmemesini önemsiz hale getirir. Anayasaya göre yapılması gereken bir yasa yapılır ama çiğnenir ve mahkemeye bile başvurulmaz. Çünkü devlet canıma okur, elinde de zaten para yok diyen bir seçmen kitlesi var. Yasa keskin bir kılıç olmazsa ormanları yanarken seyretmeye devam edersiniz; çünkü yasa emretmiş, orman bekçileri eğitime başlayacak, gerekli malzeme hazırlanacak, teçhizat bakılacak, onarılacak ve tamamlanacak ama korkan yok!
İşçi hakları çiğnenmiş. İşten çıkarılanlar için sesini yükselten çok olmuş. Ayrım yapılmasın denilmiş. Ancak en örgütlü olan memur kesimine bile dokunmuşlar ama dünyanın sonu gelmemiş. Memur da beyaz yakalı emekçi imiş. Onların da çoğuna iş azlığı nedeniyle son verilmiş. Yüzde yüz yasak ama yasak olduğunu düşünen yok. Yasalar yasaklıyor ve işe son verme hakkı tanımlanıyor ancak genelde ben istemediğim kişiyi işte tutmaya mecbur edilemem anlayışında devam ediyor.
Nasıl olur demeyin çünkü devlet yani yasayı koyan ve uyulmasını isteyen güç kendisi yasak olan halksız işten çıkarmayı yapanlara ses etmediği gibi destek de verdi. Ortak olduğu işlerde de halkın parasıyla desteklediği işlerde de işten çıkarmalara ses etmedi.
Devletin yayınları var. Radyo ve televizyonlar TC yardımlarından da para ve destek alarak en kalabalık yayını yaparsa da yasaya saygı deyip işten yasal çıkarmaların dışında yapılamayacağını ve yasak olduğunu izah edip ilgili kurumları da sendikaları da göreve davet edebilirdi.
Sendikaları da iş yasalarına ilgili sayarak umarız ama onlardan da umduğumuzu bulamadık. Zaten bugüne kadar çok işçi işten atıldı ama örnek dava olsuz deyip dava açanı olmadı. Tam tersine yasalardaki haklarını savunmaları için yargı yolunda destek vererek yasakların etkin olarak uygulanmasını sağmaları gerekirdi. Ancak bazıları yasaların kapitalist devletlerde çıkarılanlar gibi ve kapitalist Avrupa’nın icadı olan İLO sözleşmelerine uygun ve ait haklar verdiğini söyleyerek ikrah mimikleriyle meclis kürsüsünden bile aşağılayabildiler.
Örneğin işe alınacak işçi için yayınlanan duyurularda kadın işçi aranıyor veya erkek işçi aranıyor demek yasaya ve anayasaya aykırıdır. Çünkü cinsiyet farkı yapmak insan haqk ve özgürlüklerine yani dünyanın tüm yasaların aykırıdır.
Ancak bizde devlet de ayrım yapar, sendikalar da umursamaz. YKP’den başka buna işaret edip düzeltmek isteyeni görmedik. Uyarı olsun diye konuştuğumuz sendikaların da “bunlardan bu kadar” yanıtı aldık ve “Biz öküz altında buzağı aramayız” yanıtını dinledik.
Meclis’te bir vekilimiz konuşma yaparak İngiltere’de cinsiyet ayrımı yapılmasını önlemek alınan önlemleri anlattı ama kimse üstüne almadı. Bir Kıbrıslı Türkün balık ve patates lokantasında tanık olduğu gibi telefonda bir münhala başvuran ve biz kadın işçi almayız yanıtı diye kişiye “aman şimdi bize telefon ettiği kayda geçti, derse ki kadın işçi almayız yanıtını aldım davasını da ispat etmiş olur çünkü o kadındı ve ispata yeter. Yani bir kadın telefon eder de kadın olduğu için işe alınmadı diye iddia ederse işveren onu neden işe almadığını ispat etmekle yükümlüdür çünkü yasa öyle der. Mahkemeye başvuran iddiasını ispatla yükümlüdür ama istisnalar vardır ve iş yasası da bunlardan biridir. O modele göre yasa yapılmasını sağlamak için mahkemeler bölümüne anayasada iş mahkemelerini de eklettirdik ama hala adım atılmadı.
Şimdi Covid-19 dolayısıyla bu hakların önemi ortaya çıktı ama ne muhtaç proleter yani gün kazanıp gün yiyen emekçiler yasal haklarını ile savunamadılar. Çünkü yasal hakkı olmadığına inanıldı. İşverenin kendi malı işyerinde kimi isterse çalıştırır anlayışı anayasanın da üstüne çıkmış gibidir.
Gün gele bu sakatlıkların hesabını verecek ve acısını tadacağız. Bir komşu ülkenin siyasi ihtiraslarının destekçisi olmak için yetiştirilen ve ülkesinde kendini azınlık gibi görmeyi tüm dünyanın nefretini çeken garip bir takım insanlar gibi kendini düşünmeyi seçen bir topluluk olarak yasanın üstünlüğünü ve yasaya saygıyı bile bilmiyoruz. Onun için tüm yetkimizi ihale ettik.