John Bellamy Foster, hem ekonomi politik hem de ekoloji alanında uzmanlığa sahip bir kişidir ve COVID- 19 salgınını çözümlemede bu iki ilgi alan önemli rol oynar. Ekonomi politik alanında yaptığı çalışmalar, ilk kez Paul Baran ve Paul Sweezy tarafından geliştirilen tekelci kapitalizmin hem anlaşılmasını hem de kavramsal gelişmesini sağlamıştır. Foster, bu kuramın küresel kapitalist ekonominin en iyi çözümlemesi olduğunu göstermiştir. Kapitalizmle ekolojik krizler arasındaki yakın ilişkiyi büyük bir netlikle açıklayan çevre sosyolojisi konusundaki çalışmaları tüm dünyada ün kazanmıştır ve günümüzde yaşanan COVID-19 salgını, kapitalizmin neden olduğu ekolojik krizin son örneğidir. Foster’ın Trump in the White House: Tragedy and Farce adlı kitabı Monthly Review Press tarafından 2017 yılında yayımlandı. Başkan Trump’ın koronavirüs felaketini feci bir biçimde yönetmesi nedeniyle, başkan seçildikten bugüne yaşananları değerlendirmek için bugün uygun bir zamandır.
Aşağıdaki görüşmede Michael Yates (MY) ve Prof. John Bellamy Foster (JBF) çeşitli güncel sorunlara değiniyor.
Söyleşiyi gerçekleştiren Michael D. Yates, Monthly Review dergisinin yardımcı editörü ve Monthly Review Press’in editörlük yöneticisidir. Sendikalar, işçi sınıfı koşulları ve emek süreçleriyle ilgili çok sayıda yayımlanmış kitabı vardır.
Bir kısmını aktardığımız söyleşinin tamamına şu linkten ulaşabilirsiniz:
https://mronline.org/2020/04/11/trump-neo-fascism-and-the-covid-19-pandemic
Marksist faşizm kuramı
MY: Kitabınızda, Donald Trump’ın başkanlığının ABD’de, neo-faşizm terimiyle betimlediğiniz faşizmi hortlattığı savını ileri sürüyorsunuz. Bu sonuca nasıl ulaştığınızı açıklar mısınız?
JBF: Kuşkusuz, faşizmden ne anladığımıza bağlı. Faşizm kuramının kuramsal olarak en gelişkin ve tarihsel temelleri 1930’lu ve 1940’lı yıllarda Marksizm tarafından atılmıştır ve Leon Trotsky, Georgi Dimitrov, Franz Neumann ve Paul Sweezy gibi solcu düşünürler tarafından, daha sonraki yıllarda da Nicos Poulantzas tarafından tanımlanmıştır. Kapitalizmin doğal sonucu olarak görülen faşizme ilişkin bu görüş, ilkesel olarak faşist hareketin ve rejimlerin sınıfsal karakterine odaklanır. Faşizm, tekelci sermayeyle küçük burjuvazi veya alt-orta sınıfın (lower middle class) büyük ölçüde gerici öğeleri arasındaki işbirliğiyle yükselmiştir. White Collar (Beyaz Yakalı) adlı kitabında C. Wright Mills, küçük burjuvaziyi veya alt-orta sınıfı, kapitalist sistemin “artçıları” olarak adlandırır. Ciddi krizler döneminde tekelci kapitalizm, alt-orta sınıfın en gerici ve en çekinceli öğelerini, hem işçi sınıfındaki hem de üst-orta sınıftaki (upper middle class) veya profesyonel-yönetici sınıflardaki düşmanlarına karşı piyade eri olarak kullanmak ister.
Aşırı milliyetçiler, beyaz ırkçılar ve “aşırı sağcılar” kapitalist sistemlerde daima vardır. Büyük sermaye sahiplerinin durumunu çekinceye sokan bir tür keskin krizler (alt sınıfların birlikte örgütlenmeleri, keskin ekonomik ve politik bozulmalar, ulusal egemenliğin zayıflaması ve tekelci kapitalizmin büyümesi önündeki engellerin artması) oluştuğunda, alt-orta sınıftaki ve kırsal kesimlerdeki gerici öğeler göreve çağrılır. Böylesi durumlarda tepki, aşırı milliyetçi, yabancı düşmanlığı, ırkçı ve kökten dinci duygularla hem üst-orta sınıfa, hem de işçi sınıfının büyük bir bölümüne karşı gösterilir. İdeolojik olarak faşizm, yeniden doğan aşırı milliyetçilik, bunalım, kadın düşmanlığı, eşcinsel düşmanlığı, ırkçılık ile ilgilidir. 1930’lu ve 1940’lı yıllarda solcuların faşizme karşı mücadelelerinde faşizm daima böyle anlaşılmıştı. Faşizme ilişkin bu kuramsal ve tarihsel anlayışın kökeni Marksizm’de yatıyor olmasına karşın, Halk Cephesi (Popular Front) ve Anti-Nazi Savaş (Anti-Nazi War) cephesi Marksizm yerine, üzgünlere, kederlilere, yoksulluk sınırındakilere ve sömürülenlere vurgu yaptı. Faşizmin anlaşılmasında Marksist görüşün üstünlüğü, Nuremberg Duruşmalarında Neumann’ın Behemoth: The Structure and Practice of National Socialism adlı eserinin kullanılmasıyla kanıtlanmıştır (Neumann, Nazi rejiminin otoriter ve otokratik aldatıcı görünüşünün ardında, belli bir sosyal grubun azgın terörü, bencilliği ve keyfiliği olduğunu gösterdi).
Faşizmin sınıf temelinin liberallerce unutturulması
Faşizm çözümlemesine tarihsel materyalist yaklaşım 1970’li yıllar boyunca baskın görüş olarak kalmaya devam etti. Ancak, 1980’li yıllarda, Marksizm’in zayıflamasıyla, iyi geliştirilmiş olan ve yarım yüzyıl boyunca baskın görüş olmayı sürdüren faşizm kuramı, liberal tarihçilerin faşizme ilişkin idealist görüşüyle sistemli bir biçimde değiştirildi; liberal tarihçiler, Hannah Arendt ve diğerlerinin ileri sürdüğü erk tekelciliği (totaliteryanizm) kavramının içine yutuldular. Liberal görüşün özelliklerinden birisi, faşizmle kapitalizm arasında ilişki olmadığı yönündedir. Liberal görüş faşizmi tüm sınıfsal ve maddi koşullardan arındırılmış, bir tür uç erk tekelciliği olarak yeniden yorumlamıştır. Böylesi bir görüş, bu bağlamdaki kritik toplumsal çözümlemeleri silip atmış, kuramsal geçmişi olmayan, faşizmi anti-Semitizm ve gamalı haç gibi abartılı soykırımdan başka bir şey olmayan, kapitalizmle maddi temellerinden arındırılmış havada asılı bir olgu olarak sunar.
1950’li yıllarda Frankfurt Okulu’ndaki Theodor Adorno (ve dolaylı olarak Max Horkheimer) gibi en tutucu kişiler faşizmin maddi temellerinin küçümsenmesinde önemli rol oynadılar, The Authoritarian Personality adlı kitapta, faşizmi psikolojik terimlerle betimlediler. Sonra, Adorno ve Horkheimer, Amerikan yetkelerin davetiyle Batı Almanya’ya döndü; Adorno, The Destruction of Reason adlı eserinde faşizmi cömertçe, esirgemeden eleştiren Georg Lukacs gibi kişilere saldıran CIA yayınlarına yazarlık yaptı.
Sonuçta, faşizmin kendisini gösteriş biçimiyle ortaya çıkış nedenleri arasında sıkça oluşan kafa karışıklığı ve tarihsel gerçek saptırıldı. Faşizm, 1980’lerde baskın liberal görüş tarafından, aşırı politik ideoloji, Nazi selamı, esir kampları ve gaz odaları olarak tanımlandı. Tarihsel çözümlemeyi yeğleyen Marksist kuramsal ve tarihsel yaklaşımın tersine, faşizmin tamamen ideolojik ve psikolojik abartı olarak karakterize edilişi tarihsel açıklamanın gerçek gücünden yoksundur ve kapitalizmin faşizmle olan bağlarını koparmak için tasarlanmıştır. Kısacası, faşizm tarihsel bir anormallik olarak sunulmuştur. Faşizmin sınıf temelini ve tekelci kapitalizmle olan ilişkisini çoğu sosyalist bile unutmuştur.
Neo-faşizm kavramı ve Trump yönetiminin sınıfsal karakteri
Neo-faşizm kavramı Avrupa’da, İtalyan politik kuramcı Julius Evola gibi, Mussolini ve Hitler’in önde gelen destekçileri tarafından ortaya atılmıştır. Trump’ın politika konusundaki baş danışmanı Steve Bannon, Evola’nın görüşlerinden çok etkilenmiş ve neo-faşist fikirleri yüceltmede ve Breitbart News aracılığıyla ABD’ye getirmede öncü rol oynamıştır. Bannon, Breitbart’ı Trumpizmin ideolojik genel karargâhına almak istemiş, Stephen Miller ve diğer neo-faşist ideologları Beyaz Saray’a almıştır. Kısacası, neo-faşizm, faşizmin sınıf temeline ve ırkçı ideolojiye dek hortlatılması çabasıdır, ancak bu bağlamda faşizmin en kötü tarihsel öncüllerinden arındırılmıştır. Neo-faşizm günümüz ABD’sinde bir tür “ulusal halkçılık” olarak sunulmuştur – bu çaba Breitbart’da yaygın olarak betimlenmektedir.
Neo-faşizmi günümüzde ABD bağlamında ele almamızın ana nedeni, kuşkusuz Donald Trump’ın Beyaz Saray’da olmasıdır. Ancak “Trump olayı” olarak bildiğimiz şey, tıpkı McCarthyism olayında olduğu gibi bir tek kişi ile ilgili değil, esas olarak sermayenin alt-orta sınıftan yükselen beyaz ırk üstünlüğü bağlamında neo-faşist harekete giderek artan güveni gibi, sınıf dinamiğiyle ilgilidir. Derinleşen ekonomik düzensizlikler, dünya çapında egemenliğin düşüşü ve neoliberal küreselleşmenin sınıfta kalışı neo-faşizmin canlanışını tetiklemiştir.
Bu koşullar, toplumun en gerici öğeleri içindeki “artçıları” etkin bir biçimde devinime geçirmeye neden oldu; kölecilik mirası, emperyalizm ve savaş, neo-faşizmi ABD’de daha da kötü duruma getirdi. Sınıf dinamiğindeki bu ultra gerici kayışta Trump, yalnızca tam zamanında ortaya çıkan bir araç. Milyarder gayrimenkulcü birisi olarak Trump tekelci finans kapitalin temsilcisidir. Eski eşi Ivana Trump’tan öğrendiğimize göre, yalnızca yatak başucundaki masada duran Hitler’in konuşma koleksiyonu kitaplarını okuyormuş. Kendisinin, kasıtlı olarak, normal kuralların uygulanamayacağı, dokunulmazlık sahibi kişi olarak görünmesini sağlıyor, bu tavrını Beyaz Saray’da da koruyor ve böylece kendisini destekleyenlerin gözünde popüler kılıyor.
Ancak Trump’ın kendisinden daha önemli olan şey, onun çevresinde milyarder sınıfın bireyleriyle, büyük ölçüde gerici beyaz alt-orta sınıfın oluşturduğu politik formasyondur; milyarder sınıf, gerici alt-orta sınıfa parasal kaynak sağlar. Milyarder kapitalistler ve büyük korporasyonların CEO’ları, ekonomik çıkarlarını Trump yönetiminin gözettiğini anladılar ve Taş Devri’nde Fransa’da yaşamış olan Cro-Magnon türü politik ideolojiye her hangi türden bir hakarette bulunmadan tahammül etmede istekliydiler, çünkü bu ideoloji, toplumu sömürmelerine olanak sağlıyordu. Kendilerini “evrenin patronları” olarak betimleyen kapitalist milyarderler için Trump’ı en gerekli kılan etmen, neo-faşist politik işbirliğinin doğasıydı ve bu işbirliği, Fox News, Breitbart, twitter, vd. yardımıyla Trump için saldırgan destekçiler sağladı. Bundan yararlanan Trump Beyaz Saray’a ulaştı ve orada gizli komitesiyle, “Amerika’yı Yeniden Büyük Yapalım” (Making America Great Again) formülünü dillerine dolayan bazı tekelci finans kapital sektörün kilit birimlerinin de desteğiyle liberal demokratik devlete karşı şiddetli saldırısını başlatabildi.
Führer ilkesi
Faşizmin karakteristik kavramı, önder, Führer, “Führer İlkesi”ni gündeme getirir (Führerprinzip). Bu ilke yerleştirildiğinde, Nazilerin en önde gelen hukuki ve politik kuramcısı Carl Schmitt’in açıklamasına göre, Führer ilkesini içeren bir tür yasallık hemen hemen her şeyden üstün gelir. Hiç kuşkusuz Trump, kendisini destekleyenler için böyle bir durumu simgeler. Destekçileri Trump’ın kendisini yasal düzenin üstünde veya yasanın kendisi olarak görmeye başladı. Anayasa sürekli olarak liberal demokrasiye karşı çarpıtılıyor. Bu durum kuşkusuz çok çekinceli. Dahası, Trump’ın Cumhuriyetçi Parti’yi sıkı bir biçimde denetim altına almış olması, ABD Yargıtay’ını ve hukuk sistemini kendi yandaşlarıyla doldurmuş olması, ünlü güçler ayrımı (veya denetim ve denge) ve özellikle yargıtay incelemelerinin eskisi gibi işlerlikte olmadığına işaret ediyor. Trump ve yandaşları Cumhuriyetçi Parti’nin kendisine sadık olmayan üyelerine saldırıyor, çünkü bu “sadakatsiz” üyeler Anayasaya ve güçlerin ayrımına inandıkları ve asla Trump destekçisi olmadıkları için, Trump’ın ve yandaşlarının “solculara” yönelttikleri saldırılardan daha şiddetli saldırıya uğruyorlar; “sol” derken de, Joe Biden gibi solcuları kastediyorlar. Bu yolla tüm Cumhuriyetçi Parti körü körüne bir ilkeye (Führerprinzip) bağlanıyor.
Bu bağlamda Paul Sweezy’nin ünlü saptamasını anımsamak önemlidir: “Faşizm, liberal demokratik kapitalizmin karşıt anlamıdır”. Faşizm, liberal demokrasiyi devirmeye çalışan ve onun yerine merkezi, baskıcı bir rejimi yerleştirip, tekelci ekonomiyi özelleştirmeyi amaçlayan bir kapitalist devlet biçimidir. Böylesi bir devlette sivrilen şey kullandığı baskı araçlarıdır ancak varlık nedeni, genel olarak tıpkı tekelci kapitalizm gibi, büyük korporasyonlar/karteller için sermaye birikimidir, ancak bu durumda politik egemenlik halkın elinden tamamen alınır.
Trumpizm ve neo-faşizm
MY: Kitabınızın yayımlanmasından sonra Trump hakkındaki görüşlerinizin doğruluğunun kanıtlandığını düşünüyor musunuz? Neo-faşizmin Trump yönetimini karakterize etmede doğru bir yol olmadığını söyleyen eleştirmenlerinize nasıl yanıt vereceksiniz? Trump otoriter, ırkçı, kadınlara karşı seri suiistimalci ve yabancı düşmanı olabilir, ancak onu ve başkan seçildikten sonra yaptıklarını betimlemede kullandığınız faşizm sözcüğü çok sert.
JBF: Evet, Trump in the White House başlıklı kitabımda öne sürdüğüm başlıca politik, ekonomik ve çevresel çekinceler, son iki buçuk yıl içinde, ne yazık ki önemli ölçülerde gerçekleşti. Korporasyonların basın yayın organları durumun ciddiyetini gizleyerek, Trump olayının, halkın sağ kanat kesiminin başındaki otoriter kişilikten başka bir şey olmadığı, büyük bir olasılıkla bir sonraki seçimde görevden uzaklaştırılacağı görüşünü ısrarla yineliyor. Ancak bu yolla sav geliştirmek, olayın temel öğelerini silip atmak ve çekinceleri küçümsemektir. Trump yönetiminin ilk köktenci evresinde yücelttiği neo-faşizme kayış, “neo-liberal – neo-faşist işbirliği” tarafından kısmi uzlaşı olarak izlendi, ancak neo-faşizm giderek daha çok destek alıyor ve neo-liberalizmle işbirliğinden vazgeçmenin yollarını arıyor.
Bu durum, son birkaç yılda devlet düzeyinde nelerin ortaya çıktığına ilişkin temel mantığı sergiliyor. Başlangıçta Trump ve ekibi yalnızca Beyaz Saray’ı ele geçirdi. Onları bekleyen sorun, devletin geri kalan kısmının -kamu görevleri, Kongre, hukuk sistemi, ordu, derin devlet (veya gizli haber alma servisi), Cumhuriyetçi Parti’nin tümü, devletin ve yerel hükümetler ve ideolojik durum aygıtları, basın yayın organları, eğitim enstitüleri, araştırma merkezleri, vd- denetimini ele geçirerek güçlerini tüm devlete yaymaktı. Kitabım, Trump’ın iktidara geldikten sonraki 100 gün içinde yazıldı. Bu dönem, Bannon dönemi olarak da karakterize edilebilir. O dönemde Breitbart başkanı olan Bannon, Trump’ın utkuya ulaşmasının yollarını hazırladı ve yeni politik yapıyı devinime geçirdi. Aynı zamanda devletin ve kamu organlarının ele geçirilmesinin özellikle önemli olduğu Gleichschaltung döneminin sunulması da bu dönemde oldu. Korporasyonların basın yayın organlarıyla karşılaşma, Trump rejiminin Beyaz Saray’daki desteğiyle, kamu kuruluşlarından, derin devletten, ordudan, Cumhuriyetçi Parti’den, basından, eğitim enstitülerinden, vd. gelen ilk itirazları bastırdı. Tüm bu etmenler, Trumpizme üst-orta sınıftan gelen muhalefeti etkisiz hale getirdi.
Değişik yeteneklere sahip, Breitbart’ı çalıştıran, Trump’ın kampanyalarının stratejilerini belirleyen ve Beyaz Saray’da politik operasyonların başkanı olan Bannon, en derin ırkçı bir Fransız romanı olan The Camp of the Saints’ı övüp satışını artıran ve Evola’nın fikirlerine başvuran, neo-faşizmin sözünü sakınmayan destekçisidir. Yönetimden ayrıldığında (üstü kapalı olarak gerçek başkan olduğunu ileri sürmek gibi bir yanlış yaptığı ve Trump’ın öfkelenmesine yol açtığı için) kurulu düzenin yanıtı, Trump yönetiminin beyaz ırk üstünlüğü ve neo-faşizm ile ilişkisinin azaldığı yönünde oldu. Sol kanadın büyük çoğunluğu da Trump’ın yalnızca “otoriter” olduğunu ve “F sözcüğüyle” her hangi bir ilişkisi olmadığını söylemeye başladı.
Trump’ın kişiliğini araştırmak için bu aşamada, Frankfurt Okulu’nun kavramı olan, Adorno ve diğer kişiler tarafından sunulan The Authoritarian Personality kavramını sunmak gerçekten yararlı olacaktır. Adorno ve arkadaşları “F ölçeği” (F scale) olarak tanımladıkları, “F” harfinin faşizme gönderi yaptığı bir ölçek tasarladılar. Dokuz veya daha fazla kişilik özelliği tanımlayarak kişinin “F ölçeği”nde ne denli yükseklerde olduğunu saptamaya çalıştılar. Özellikler arasında, otoriter saldırganlık, otoriter uysallık, anti-entelektüellik, öznelliğe ve imgeleme karşı olma, batıl inanç ve basmakalıpçılık (kadercilik ve katı sınıflamalar), güç ve “katılık”, alaycılık ve yıkıcılık, dış dünyayı çekinceli olarak düşünmek ve cinsellikle abartılı ilgilenmek. Trump, hiç kuşkusuz “F ölçeği”nin en tepesindedir.
Ancak, kitabımda açıklamaya çalıştığım gibi, faşizm belli sınıflar topluluğunun politik bir eğilimi, hareketi ve rejimidir. Faşizm, ana kapitalist sınıfın kendisini çekincede veya ilerlemesinin engellediğini duyumsadığı anda yükselişe geçer, özellikle kapitalizmdeki konumu oldukça kırılgan ve çelişkili olan alt-orta sınıftaki veya küçük burjuva sınıfındaki aşırı sağ kanat güçleri devinime geçirir. Faşizmin yükselme durumları, kadın düşmanlığı, ırkçılık, milliyetçilik ve yıkıcılık gibi duyguların karışımıdır. Saydığımız bağlamlardaki saldırganlıklar “diğerlerine”, yani özellikle eğitilmiş üst-orta sınıfın “seçkin kişileri”ne (günah keçilerine saldırı, tehditler ve terörizm şeklinde), işçi sınıfının büyük kesimine ve yurt dışındaki milliyetçi ve ırkçı olarak tanımlanmış kişilere yöneltilir. Faşizmin üst-orta sınıfa yaklaşımı esas olarak Gleichschaltung veya kendi çizgilerine getirme olarak, işçi sınıfına ve fakirlere (günümüz ABD’sinde renkli ırklar ve kadınlar) ise baskı olarak yapılır. (Gleichschaltung, Nazi terminolojisine ait bir kavram olup “Nazileştirme süreci” denebilecek bir anlamı vardır. Bu sürecin amacı, Nazi Almanya’sının “ekonomi ve ticaret birlikteliklerinden medyaya, kültüre ve eğitime” kadar topluluğun her alanında totaliter kontrol ve koordinasyon sistemi oluşturmasıydı. İlgili dönem 1933-1937).
Sermaye derin bir yapısal krize girdiğinde, büyük sermaye ile alt-orta sınıf arasında yeni bir politik işbirliği oluşur ve “F ölçeği”nde yükseklerde yer alan Trump gibi kişiler faşizan veya neo-faşist rejimin lideri (Führer) olur. Bu bağlamda Trump veya POTUS (Trump’ın yeni anlam verdiği sözcük – Presidents Of The United States) böyle algılanmalıdır.
Trump’ın salgın yönetimi
MY: Politika felsefecisi olan arkadaşım Sayres Rudy, Trump için şunları söyledi: “Bir kişi, daha az bilinen ancak daha az yetenekli olmayan, ahmak kardeş çocuktan (Reagan) daha yükseklere çıkınca, ülkenin Başkanı’nın şerefsiz, haysiyetsiz, değersiz, NY satıcılarının avcı kuşu olmasını asla istemezsiniz”. Bu yanıt, Trump’ın son basın toplantısında halka ümit vermek için krizin boyutunu küçümsemesi nedeniyle verilmiştir. Trump’ın pandemik felaket yönetimini nasıl değerlendiriyorsunuz? Felaket yönetimi neo-faşist tezinizi destekliyor mu yanlışlıyor mu?
JBF: Arkadaşınız Trump’ı, net bir biçimde, ayaktakımı bir patron olarak görüyor. Bu, Brecht’in 1941 yılındaki The Resistible Rise of Aturo Ui adlı oyununda faşizmi çok başarılı bir şekilde sergilemesine benziyor. Ancak, yalnızca bireye odaklanmanın -kişisel çılgınlık veya ayaktakımı patronu olarak betimlemek- ve güçler değişimini, faşist takım içinde bir hareket veya rejim oluşturmak amacıyla sınıflar arası gruplaşmayı, günümüz neo-faşizmi gibi özel bir tarihsel durumu göz ardı etmenin zayıflık olduğunu sürekli vurguluyorum.
Trump’ın COVID-19 salgınını yönetme biçimi, 2018 yılında Ulusal Güvenlik Konseyi Müdürlüğünün Global Sağlık Güvenliği ve Biyosavunma konulu oturumundaki kapanış konuşmasında, sürekli Çin virüsüne gönderi yaparak, hiçbir şey yapmama, yadsıma ve ırkçılık içerikli tüyler ürpertici tavrıyla önceden sergilenmişti. En sonunda Trump, genel olarak ABD kapitalist sınıfının çizgisini benimsedi. Rob Wallace ve arkadaşları Trump’ın bu tavrını, virüsün yayılmasını engellemek yerine, toplumsal mesafeyi “ileri geri” sürmek olarak betimlediler (“COVID-19 and Circuits of Capital”, Monthly Review, May 2020). Bu strateji, toplumun yararı yerine ekonomiyi iyileştirmek için tasarlanmıştır, dolayısıyla daha on binlerce (belki de yüz binlerce) kişinin ölümüne neden olacaktır. Bundan başka, Trump yönetimi salgını çevre düzenlemeleri sorununu bir kenara koyma fırsatı olarak görüyor: petrol ve gaz kiralamaları devasa boyuta çıktı, Venezuela’ya daha fazla ekonomik ve askeri baskı uygulama, ABD ile Meksika arasındaki Trump Duvarı’na daha fazla harcama yapma. (Not: Trump duvarı, Donald Trump başkanlığı sırasında Meksika-ABD bariyerinin önerilen genişlemesi için bir konuşma adıdır. 2016 cumhurbaşkanlığı kampanyası boyunca, Trump çok daha büyük bir sınır duvarının inşası için çağrıda bulundu.)
“Ekonomik canlanma” olarak adlandırılan paket, özünde borç bataklığındaki korporasyonları kurtarmayı amaçlıyor. Bu arada, resmi değerlendirmelere göre, ölüm sayısındaki artışın yükselmesine karşın, Trump’ın virüs ile savaşımdaki kendi başarısına ilişkin gösterişli iddialarına katlanmak zorunda kalıyoruz. Trump, ABD’nin dünyada en iyi test sistemine sahip ülke olduğunu ileri sürmesine karşın, COVID-19 için ulusal düzeyde test gereksinimini reddetti. Oysa bir milyon kişi bazında ABD’de yapılan testler, Almanya’da yapılan testlerin yarısı, Norveç’te yapılan testlerin de ancak üçte biri denlidir.
Salgının henüz erken evresindeyiz. Ancak, ABD’de sınıf temelinde “toplumsal katliam” denen olayı yaşıyoruz. Frederick Engels, The Condition of the Working Class in England adlı eserinde, ekonominin daha da iyiye gitmesi için sermayenin, “en gerekli işçilerin” ölümünün gerekli olduğu savını ileri sürdüğüne değinmişti. Ölüm sayısı artacak. Aynı zamanda, özellikle eğer Trump bu koşullar altında yaklaşan başkanlık seçimleri için utku kazanabilirse, neo-faşizm adına büyük bir güç ele geçirilecek. Trump’ın anket değerlerinin öncekinden çok daha yüksek olması kötü bir haber; toplumun büyük çoğunluğu, yalnızca New York eyaletinde COVID-19 toplam ölüm sayısı, Çin’deki toplam ölüm sayısının üç katı olmasına ve gelecekte daha da çok ölüm olasılığına karşın, Trump’ın salgın sorununu çok iyi yönettiğini düşünüyor.
Akıl dışı propagandanın etkisi
MY: Trump’ın günlük koronavirüs açıklamalarının her birinde gerçek dışı olduğu kolaylıkla belirlenebilecek çok sayıda yalan olmasına karşın, ona verilen destek oranında artış var. Bunu nasıl açıklayacaksınız?
JBF: Trump’ın destekçileri, onun gerçeğin normal standartlarına uyması gerektiğini düşünmüyor. Bu, Führer ilkesinin işleme sokulduğunun işaretidir. Trump’ın sürekli olarak yalan söylediğini artık herkes biliyor, ancak yalanları destekçileri tarafından onanmış ve “politik gerçeklere” dönüştürülmüştür. Destekçileri arasından çoğu kişinin tavrı, “bizim için” konuşuyor ve söylediği diğer her şeye uydurma haber denebilir, ancak uydurma olduğu için değil, liberal veya neoliberal kurum olarak algılanmayı temsil ettiği için.
Alt-orta sınıfın ve ayrıcalıklı işçi sınıfının bazı kesimlerinin öfkesi tıpkı Dostoyevski’nin akılcılığa kusmuk atan, 2×2=4 kavramını reddeden Yeraltı Adamı (Underground Man) gibidir.
Trump sürekli olarak attığı tvitlerde muhaliflerine tiksindirici saldırılarda bulunur, kendine sürekli övgüler düzer, kendisinin gerçeğin en üstün yargıcısı olduğunu yineler, bilimden “arındırılma” duygusunu önermede baş aktör olduğunu dile getirir. Beyaz işçi sınıfının bazı sektörlerinde bile Trumpizm, baskın kültürel örnekleri “kökten” yadsıma duygularını canlandırır. Bu sektördeki bireyler Trump’ın iklim değişikliği, COVID-19, zehirli kirlenme, vb. konularda bilimi kesinlikle reddetmesinden hoşlanıyorlar.
Giderek artan us karşıtı bu tür politik psikolojinin, aslında cehaleti öven ve nefret kusan söylemlerini erken dönemde yaptığı radyo konuşmalarında, ki onlar şimdi sosyal medyada dolaşıyor, görebiliriz.
Trump’a verilen desteğin nedeni
MY: Kitabınızda Trump’ın başlıca destek kaynakları olarak, küçük iş sahiplerini, alt sıradaki yöneticileri, tekellerin satış temsilcilerini, alt basamaklardaki beyaz yakalı profesyonelleri, kırsal kesimdeki arsa sahiplerini ve iyi ücret alan işçilerden oluşan alt-orta sınıfı gösteriyorsunuz. Bu gruptaki bireylerin hepsi beyaz ve toplumun bir bütün olarak orta sınıfındaki diğer bireylerden daha az eğitim almış kişiler. Kuşkusuz muhafazakâr Hıristiyanların önderleri de, her ne kadar Trump dinsel inancını açıkça belirtmemiş olsa da, Trump’ın bağnaz destekçileri arasında yer alıyor. Trump’ı hiç de az sayıda olmayan fakir beyaz işçilerin desteklediği gerçeği de yadsınamaz. İşçi sınıfının neo-faşist dolandırıcı birisini desteklemesini nasıl açıklayacaksınız? Irksal mı? İşçi sınıfı hareketinin ve sınıf dayanışmasının ortadan kalkması mı? Ataerkil aile yaşamı mı? Trump’a verilen desteğin salgının artmasıyla sönme olasılığı var mı?
JBF: Sözünü ettiğiniz etmenlerin hepsi önemli. Bu tür sorulara yanıt verebilmek için önce maddi koşullara bakmamız gerekir. ABD’de beyaz işçilerin belli bir kesimi var; bu kesim 1950-1960 döneminde ABD’nin dünya ekonomisindeki öncü konumundan ve ABD emperyalizminden belli ölçüde yararlandı ve sonuçta yüksek işçi ücreti aldılar. Bu işçi sınıfı aristokrasisi (bu terimin Engels ve Lenin’e dek uzanan uzun bir tarihi vardır) büyük ölçüde ortadan kalktı. Ekonomik durgunluk, mali durum, neoliberal kamulaştırma, üretimde dış kaynak kullanma, oynanan oyunun isimleri. Bu işçiler ve aileleri, daha önce hiç bilmedikleri çekincelerle tanıştılar, borç bataklığına düştüler, araçlarının ellerinden alınması ve evlerine hapsedilmek ve maaş çeklerini nereden alacaklarını bilmemek gibi sorunlarla karşılaştılar. Bu ülkede yiyecek kutuları almak için çabalayan evlerindeki odalarda tıklım tıklım yaşayan, araba ve sağlık sigortalarını ödeyemeyen, kredi sınırlarını aştıkları için bankalar tarafından sürekli soyulan insanların olduğunu biliyorum. Sanayileşmenin sonlandığı Orta Batı bölgedeki kızgınlık açıkça görülüyor. Şimdilerde ABD’de, üç yıldan beri ortalama ömürdeki azalış nedeniyle, özellikle orta yaşlı beyaz erkeklerde çaresizlikten ölüm artışları oluyor. Bu durum COVID-19 salgını öncesinde yaşanmıştı, şimdi, toplumsal katliam yine yükselecek.
Kendilerini acil koşullar altında bulan bu işçiler, Clinton, Bush ve Obama dönemlerindeki neoliberal rejimlerle kavgalı oldular. Trump, farklı renkli bir at gibi göründü, gerçekten de faşizan rejimler hem sağ hem de sol kanattan bir şeyleri ödünç almış gibi görünürler.
Aşırı milliyetçi sağ hareket, işleri kurtarma, toplumsal güvenlik ve sağlık hizmetlerini koruma, işlerdeki düzenlemeleri ortadan kaldırma, Amerika’yı yeniden büyük yapmak için insanların işlerine geri dönmelerini sağlama sözü veriyormuş gibi görünür. Trump serbest ticareti düzenleme planını boşladı ve Amerikan işlerini korumak için bir reçete önerdi.
Altyapı için trilyon dolar harcayacağını, renkli vatandaşları, fakiri, kadınları, göçmenleri, hükümetin bedava dağıtılan yiyecek yardımlarını dikkate almayıp, beyaz işçi sınıfını koruyacağını dile getirdi. Esas olarak sanayileşmenin sonlandırılmasıyla kötü duruma düşen beyaz işçileri daha çok düşündüğü izlenimi verdi ve liberal yüksek tabakayı kendine düşman etti. Trump ırkçılığı tüm “diğer” kişilere yöneltildi. Böylece birçok günah keçisi üretilmiş oldu. Kuşkusuz, fakir beyazlara, hatta alt-orta sınıfa yaptığı öneriler sahteydi. Faşizm ve neo-faşizm daima özelleştirmeyi savunur (bu kavram ilk kez Nazi Almanya’sında ortaya atıldı). Kamulaştırmayla elde edilen yağma, neoliberal ‘kuzeninde’ olduğu gibi, büyük sermayeye gider. Bu önlemler, ekonomik ve politik merkezileşme için aşırı baskıyla alınır. Ancak ABD’deki önde gelen politik partiler neoliberal oldukları için, Trump, önceleri ayrıcalıklı konuma sahip olan ancak şimdilerde önceki durumlarına geri dönmek isteyen beyaz işçilere farklı bir şeylerin sözünü veriyormuş gibi göründü.
Yok olmayla devrimin kesiştiği nokta
Sanders, eğer iktidara gelmelerine izin verilirse, sermayenin yapısal bir krizle karşılaştığı bu dönemde “demokratik sosyalist” hareketin işçilere, Trump’ın önerisinin tamamen tersi bir seçenek sunacağını söyledi. Bu öneri, işçi sınıfı ve gençlerin politik ayaklanmasını tetikledi. Ancak ABD’de yönetimdeki kapitalist sınıf ve Demokrat Parti, büyük niceliklerde para kullanarak Sanders’ın kampanyasını durdurmayı başardı. Sanders kampanyasının en baştan beri zayıflığı, Demokrat Parti’nin doğruluktan sapmış ve dalavereci yapısına bağlıydı ve bu yapı hareketin sonlandırılması için gerekli süreçleri korudu. Baran ve Sweezy, 1966 yılında Monopoly Capital adlı eserinde, ABD’deki politik sistemin biçimsel olarak demokratik, içeriksel olarak da zengin egemenliğinde olduğunu açıklamışlardı.
Kapitalizm hâlâ derin bir yapısal kriz içindedir ve tüm maddi temeli çürüyor. Biz her geçen gün sefalete daha derin batarken, kapitalizm, insanların beklentilerini yıkmaya devam ederek varlığını sürdürüyor. Sen, Can the Working Class Change the World adlı eserinde değindiğin gibi, insanlar yanan evlerini terk edip yeni bir ev yapmak için küresel ölçekte yeni ve büyük bir harekete girişmedikçe, kapitalizm varlığını sürdürecek. Dünya ekonomisinin sınırlarında sisteme karşı devrimci hareketler doğal olarak daha kuvvetli. Sanders’ın değindiği gibi, sosyalist seçenek dünya imparatorluğunun kalbinde, Amerika kalesinin ortasında, ABD’de de hızla gelişiyor. Durgunluğun, eşitliğin ortadan kalkışının, iklim değişikliğinin, istikrarsızlığın, COVID-19 salgınının ve çekinceli bir Soğuk Savaş girişiminin kapitalizmin çözülmesine neden olduğu bu dönemde, bir seçim yapma durumundayız: bir yanda barbarlık ve soy tükenişi, diğer yanda sosyalizm ve ekoloji. Marx’ın dediği gibi, yok olmayla devrimin kesiştiği noktadayız.
Eğer gerçek bir devinim alttan başlarsa, günümüzde işçi sınıfının zayıf bir katmanının Trump gibi bir neo-faşiste verdiği destek ortadan kalkacaktır ve alt-orta sınıfın bir bölümü de aslında işçi sınıfıyla aynı çizgide olduğunun ayırdına varacaktır. Sınıflar arasındaki gerçek çizgi sürekli değişiyor. E.P. Thompson’ın The Making of the English Class adlı eserinde açıkladığı gibi, sınıf, basitçe üretim araçları ilişkisi ile ilgili bir kavram değildir, aynı zamanda kültür ve bilinç ile de ilgilidir. Bu nedenle, günümüzdeki COVID-19 salgını gibi -böylesi şoklar günümüzde sıkça ortaya çıkıyor- etmenler anti-kapitalist ve işçi sınıfı kuvvetlerinin işbirliği oluşturmasını sağlayabilir. İşçi sınıfına sızan neo-faşizm, işçi sınıfının ideolojisi veya politik formasyonu asla olamaz. Alttan gelen bir ayaklanmayla daima bozguna uğrar. Bu gerçek, İkinci Dünya Savaşı bağlamında birçok anlamda ortaya çıkmıştı. Bunu görmek için Basil Davidson’un Scenes from the Anti-Nazi War kitabına bakınız.
Bana göre, kapitalizmi devirecek olan devrimci sosyalist protesto fırtınası esas olarak, emperyalizmin yaşam koşullarını çok kötüleştiren Global Güney’den gelecektir. Ancak dünya çapında sistemin değişmesi, Amerika Kalesi içinden gelecek ayaklanmaya da bağlıdır, ABD kapitalizminin kendi yapısal krizi nedeniyle bu gerçek, beklendiğinden önce ortaya çıkıyor.
Çeviren: Prof. Dr. E. Rennan Pekünlü