Yazıyı yazmaya günün öğlesinde başladım. Güneş ısıtarak, ağır ağır öğleden sonrasına doğru gidiyor. Saat bire doğru yol alıyor. Martın baharında önemli denecek Pazar gününde de bulunuyorum. Malum, 8 Mart günü Emekçi kadınlar günü. Üstelik Kıbrıstan Yunanistana, Amerikadan öteki sınır kapılarında da geçiş nedeniyle deyişik olaylar yaşanmaktadır. Buna ek olarak, güncel gelişmelerin önemli kısmı, hafta sonu demeden, yaşanmaya devam ediliyor. Örneğin, Türkiye hafta sonu tutuklamalarla yeniden gazeteci tutuklu “liderliğini” eline geçirdi. Dünyada Eğitimden haklara oldukça gerilerken, ekonomide de 2 derece geriye düşerken, tutuklu gazetecilikte yeniden liderliğe oturdu. Tüm bunlar yaşanırken de K. Kıbrısta, seçim “Polyanacılık” sahnesinde politika oyunu sürmekte,Kadın günü nedeniyle de oldukça gösterişli eğlenceli geziler de düzenlenmektedir. Böylesi bir hafta sonunu yaşayarak yazıma başlıyorum.*****
Hep ayni gerçeklikle karşılaşıyorum: Dünyada onca gelişme olmasına ve benzerleri burada yaşanıp veya direk etkileri olacak konumdayken, nedense bizim medya pek ilgi göstermiyor. Kamuoyu ise medya algısıyla aldığı “haberlerle” kendine mavzeme oluşturmaktadır. Bu gerçeği tekrar tekrar yaşamaya ve yeniden üretmekle de meşkul olmanın duruşunu da gerçekleştirilmektedir.
Gün Pazar. Simgesel tarihsel önemli konum da birlikte yaşanıyor. 8 Mart Emekçi kadınlar günü olarak da yaşatılmaya çalışılınıyor. Aslında, genel gerçek hep ötelenir. Kadınlar gününde de olduğu gibi, ilgili simgenin oluşmasında ezilen eksenli Emekçi Kadınların mücadelesi ile gerçekleşti. Mücadele günlerin kan ödeyerek oluşan gerçeklik, giderek sildirtilmek istenmektedir. Aynen, İşçi bayramı, Mülteciler günü gibi…. Yaşanan sorunların ayaklandırdığı ezilenlerin bedel ödeyerek kazandıkları mücadele günü, yine onları ezenlerin kendi kültürel bakışıyla elerinden alınıp kendielrine benzetme uğraşlı dönemden de geçiyoruz. Nitekim, ister işçi, ister Kadınlar gününde, onun yaratılmasındaki temel eksenli çalışan ve ezilen kesimler ilgili günü yaşayamama konumu da gerçektir.
Ülkemizde bu defa ilgili günün tatil dönemine gelmesi nedeniyle, çalışma son günü Cumadan konuya eğlenme ve yemek salonlarında yaşatılmaya başlandı. Sonrasında da geziler ve yiyip, içmekle geçen eğlenceli dönemle bu defa Hafta sonunu da katarak Kadınlara yaşatma eylimi gerçekleşti. Bazı örgütler, günün önemini belirten açıklamalar yapıp, konu hakında uyarılar adına çabalar gösterseler de medya bunlara pek fazla yer vermedi ve kadınlar da buna katılım göstermediler. Buda, olayın gerçek yüzü.
Ayrıca, Kadınlar gününün Emek eksenli evrensel özüne de fazla önem vermediler. Örneğin, son dönemde giderek hak alanından da öteye, kültürel gericileşmenin başta Kadın üzerinden gerçekleşmesine pek ses verilmedi. Aynen, K. Kıbrısta da yansımasına ve bunun sapıklıklardan şidete varan uygulamalarla yaşatılmasına, kadın Seks ticaret gerçeği ile mülteci avı olaylarına pek de deyinmek talebi olmadı. Konuya deyinen örgütre de destek verilmeyerek onlara göre “Marjimaleştirdiler”!
Günü Kazandıran Emek eksenli veya siyasal sosyolojik kurumsalaşmalarla gericileşen haklar nedense pek de gündeme getirilmiyor. En basitiyel, en son “Yurtaş yapılan Sapıklık yüklü” olayın da protestolu anımsatılması da olmadı. Hele de Uluslar arası gün olması, Türkiyeleşme gerçeğimiz le Türkiyedeki Kadınlara getirilen yasaklar veya analara kayıp çocuklarını aramalarına baskı konulması da burada en azından protesto veya destek verme açıklamaları da olmadı. Ama, bolca gezi ve eğlence ile emekçilerin kanla kazanılan günü kendi dar bakışlarıyla sosyal eğlence gezi konumuna dek geriletirdiler. Hiç, buradaki gericileşme veya yayınlanan fetvalarla verilen deyere pek de tavır konmadı. Oysa, tüm dünyada resmen Kadın hakları geriliyor, özgürlükler cendereye konuluyor. Bunlar din, siyasal ve ticari esrumanlarla da kültürleşip yaşama enjekte ediliyor. Sistemin, gericileşmesinin, metalaştırma deyerlerinin Kadına biçilen gömlek yapıldı. Bunlar gericileşme siyasetin sosyolojik karşılığı da yapıldı.****
Pek de yer verilmeyen ama buraya dek gelen sınır krizleri de buraya yansıdı. Hele de kapatılan 4 kapı ile ekonomik rant yansıması da bunu günceleştirdi. Lokmacıda yaşanan aslında iki net gerçeği bize tanıklaştırdı. Özde devletlerin baskısı ile son dönemki Bibergazı kulanım kolaylığı Lokmacıda da yaşandı. Nedense sanki ilkmiş gibi de eleştiri yapanlar da oldu. Oysa, ikinci gerçek de zaten eleştiri yapan gösterilerde hep K. KIbrısta da yönetim Bibergazı kulandı. Ancak, bu defa sırf Karşıt kulandığı için buna “Rumculuk düşmanlığı” da kondurtup konuşan kesim artı. Oysa, kendileri de burada Bibergazı kulanırken nasıl savunma yaptıkları da malumumuzdur.
İki başka olgu da var: Kıbrısta pek yaşanmayan iki taraflı protesto birlikte oldu. İkincisi ise düne dek ve sorsanız yine ayni duruşta olacak bizim tarftaki bazı gericiler, sırf rant nedeniyle bu kapıların kapatılma lokalinde çıkar noktasında durup eleştirdiler. Halbuki ayni görüşlerdeki başka yerlerdeki benzerleri sıkılmadan “Tüm kapılar kapatılsın” diyenler de oldu. İşbirlikcilik ile çıkar ekseninin düşünsel kısırlığının siyasal ayağı olarak bunlar yaşanıyor. Daha ileri gidecek olursak, Rumları istemeyen ve bununla ilgili siyasi seçki yapanlar dahi sırf çıkar uğruna bu defa kapının kapanmasına karşı çıkıp, ama politik yapısına uygun da eylemlere katılmayarak öteki duruşta olma ikilemini de gördük.
Siyasal paranoya ise konuyu Elam ile sınırlayıp abartma çıkışının prim yapmasıdır. Halbuki Kıbrıs gerçekleriyle ele alınsa, Türkiyenin son mülteci hamlesini doğru okuyup adaya şimdiden yansıyış şekline baksak, Virüs olayı ile birlikte oluşan bilinmezlikteki yeri geldikçe korku ile bilgisizlik kesişmesinin olumsuzluklarını da görmek gerekir. Elbet, ne Güney nede Kuzey yönetimlerini savunma durumdayım. Ama, hem Kapıları kapatırık, hem de kapanınca da başka travmaya düşmenin de oynuna gelmemek gerekir.Burada hep ayni paradoks oluyor. Birkaç kesim konuya duyarlı oluyor da konuya sesiz veya karşıt olanlar da kazanılanla rant sağlayıp siyasal oyun oynanmaktadır. Zaten, seçim probagandalı sahnede bu konu sadece Rumlara veriştirme ile prime oynanma dışında duruş da yok.****
Burada Hafta sonu böylesi gelişmelerle yaşanırken, Etrafımız da kaynamaya devam ediyor. İdlip konusunda Rusya Türkiye Mutabakatı ile sonrası, Türkiyenin resmen siyasal hamle ile oradaki mültecileri “ki bunları mülteci kabul etmiyor” Yunanistana yönlendirmesi, Türkiye içinde ODA TV yazarları tutuklamalarıyla dünyada tutuklu gazeteci liderliğini yeniden alması gelişmeleri de geleceğin tehlikeli yönüne işaret etmektedir. Öyle ki son açıklamalarda Türkiye kaynaklı kaçak mülteci girişi Güneyde artarken, Avrupa sınırında Yunanistan ve Bulgaristan varken, Bulgaristana göçmenlerin uğramaması, konunun siyasal gelecek boyutunu da uyarmaktadır. Özellikle de Türkiye gelişmelerini iyi izleyen kesimler için oldukça analiz yapılacak çok yönlü boyutlar vardır.
Ayrıca, Havadis Gazetesinin de yayınladığı K. Kıbrıstaki kara para ve benzer kirli kurumsalaşma bilgileri de karşılık bulmadı. Buda, burada alışılan koşulların da nedenli kökleştiğinin yapılanmasıdır. Böylesi yüklü Hafta sonunda da adı tatil olsa da dünya dönmeye, yaşam yaşanmaya devam edilmektedir. Bilinmese de iyi görülmek istense de gerçekler gerçektir ve geç kalındıkça daha çok yakacak boyuta geleceği de kesindir. Şimdilerde öylesi kısgaç oldu ki haberi dahi haber yapmanın tehlike olduğu duruma gelindi. Şu Türkiyedeki kısa sözler önemlidir: Atatürkün belirtiği gibi “Yurta Sulh Cihanda sulh” yerine, Yurta sus, Cihanda sus, yoksa hapsi bulursun tekerlemesi boşuna gelişmedi!