Sonunda mubarek COVID-19 adamıza da lütfedip uğradı. Önceleri pek de anlaşılamadı. Resmen Kıbrıslı resim yeniden çizildi. Zamanla işler yerleşerek bu defa telaşla korku yanına umursamazlığı da ekleyip, garip tutumlara gelindi. Göründü ki “tabi anlamak isteyene” söylenip de baskıyla örtülen veya görmezlikten gelen gerçekler, bu defa virüsün ekseninde kanatlanıp dolaşıma girdi. O denli yanlışlar oldu ki, artık gerçeklikle konuşmanın nerede ise aptalığa dek uzanma tehlikesini içeriyordu.
Ben virüs tutsaklığını veya konulan adı konulmayan kontrolu garanti dönemini Karpazda yakalanarak, anamın yanında geçirmekteyim. Önemli katgısı, zaman boluğu sonucu bolca okuma olanağı ile müzik tınılarıyla kendimce üretimler yapmakla meşkulum. Anamın da zaman zaman geçmişle alakalı hikayelerini de dinliyorum. Doğrusu, şimdilik, beni pek arayan da yok. Günde bazen telefonum işlerken, daha çok kendimin aradıkları ile sohbet yapılmaktadır. Beni hemen hemen şimdiye dek birkaç kişi dışında telefonla dahi arayan olmadı! Ratyo televizyon prokramlarını soracak olursanız; klasik sol Kıbrıs hastalığını söyleyecem: Ratyo Mayıs böylesi dönemde tatile girdiği için konuşmak ve prokram yapma şansımız da sıfıra geldi. Kala kala internet yazılarım kaldı. Konu da COVID-19 olunca ve başka gündemler silikleşirken de ister istemez kendime has konuşulmayıp önemli noktaları buradan aktarma şansı kaldı. Bu makalem de bunun yaşanmışlık şeklidir.*******
Benim bazı durumlarımı tekrardan özetlemek gerekir: konu hakında yazarken, elbet mesleğim doktor deyildir. sağlıkcı olmadığım için de önleyici veya tedavi konusunda ahkam çekecek deyilim. Bunu sağlıkcılar zaman zaman gerçek, zaman zaman da hava atma dışında bir şey anlatmayan şekilde karşınızda tekrarlıyorlar. Benim akademik karyerim “Sosyal çalışma uzmanlığıdır”* Tam da konularla alakalı toplum bilincilik durumudur. Devamında, senelerdir hem de uzun seneler uluslar arası ilişkiler, ekonomik ve kültürel alanda çalışmalar yapıp yazılar da yazıyorum. Akademik karyerim, uğraş alanlarımı da birleştirip, kendi bikrim ile birlikte de yazılar yazıp günümüze de siyasal duruşumla “tüm dıştalamalara ve iftiralara rağmen” günümüze geldim. Hem müzik hem de yazılarla deyişik esrumanlarla önemli kendimce günceleşen yaşamımla birikimimi de aktarıyorum.***
Yukardaki özetin amacı, bazı çok bilmişin bilmeme gerçekliği ile davranmadığımı bilmenizi anlamanız ve hakim olmayıp kendime güvenmediğim veya yetersiz olduğum konularda yorum yapmayı pek sevmiyorum. Onun için yazımda koronanın hastalık düzeyi veya tedavi şeklerini pek yazmayacam. Ama, sosyal çalışma uzmanlık karyerimle sağlık politikası ile toplum anlayışlarını da net şekilde ele alma gerçekliğim de olacaktır. Hele de konu sağlık ve bunun krizle birlikte evrensel gerçeği olunca, öyle basit kelimelerle de geçiştirilmeyecek. Örneğin, son dönemde ısrarla benim de eleştirdiğim evrim görüşünün ret edilmesi veya bir seçenek olma basitleştirme gericileşerek bilimi ret etme olayı, tam da son virüs olayı ile yeniden klevyemin parmağına geldi.
Sosyal çalışma uzmanı olarak genel çerçevede şu noktalar tekrardan anlayanın suratına çarptı. Evrim bilimsel kuramı yeniden yaşamla hem de acı şekilde kanıtlanıp, tüm yasaklama, öteleme veya içeriksezleştirme siyasal oyunlara rağmen, bilim cihaletin karşısında kanıtlandı. Korona virüsünün dönüşümüyle oluşan COVID-19 gerçeği bilimsel deyişimin yeniden basit kanıtıdır. Dahası, bu deyişim rüzgarında temel koşullardan birisi de ekolojik felaketin de katgısıyla gerçekleştiği ikinci ilke de yaşanarak gerçekleşti. Bunları bilmeyen veya diyalektik kural ile “her şey deyişime uğrar ve yeniden aynisi yaşanamaz” ilkesi işledi…..
Özellikle, Türkiye veya K. Kıbrısta eğitimde evrim ilkesine karşı yapılan tahribat şimdi yaşanan ve hem de dünya sağlık kriziyle süren konuma rağmen, urafeli diyanet ortaçağ kuralına hala sarılınacak mı?
Yine hem mesleki hem de siyasal yönüyle şu konu da artık tartışılıp yeniden karara gelinme zorunluluğu ortaya çıktı. Siyasetin sosyal yanı ve sistemsel kurumsalaşma alanındaki sağlık politikaları o denli net oldu ki şimdi şunu yeniden soralım: “tıpkı seksenlerde tehlikesini anlatmak istediğimiz gibi” sağlıkta sektörel piyasalaşma mı yoksa insan hak temelli kamusal sistem mi tercih edilmeli? Seksenler başında benim gibi düşünen insanlar neoliebraleşme başlangıcındayken, bu tehlikeye işaret edildi. Oysa, kapitalizim kararını verip sosyal politika denilen sağlık ve eğitimi piyasalaştırp metalaştırma sürecine hızla başladılar. Hep tartıştık ve atılan adımların tehlikesini anlatmaya çalıştık. Olmadı. Daha acısı, seksenlerde benimle birlikte bu yanlış gidişe işaret eden kimi kişiler sonradan bu olumsuzluğun adımlarının da yasal hazırlıyıcıları oldular. Bilmem, şimdi bu virüs hikayesi ile sağlık yapsındaki sektörel kurumsalaşma resmine ne diyorlar?
Son tartışmalarda Çin İtalya ikilemi veya ispanyanın hastanelerin özel kesimini kamusalaştırma adımları da bir bir piyasada dolaşıyor. Gariptir, G. Kore örneğini de bolca duyuyoruz. Hat ta Hasan Hastürer bir doktorun anlatısıyla makale yazdı. Halbuki gazeteci Hasanın daha baştan G. Koredeki kamusal sağlık bakışını ve oradaki devlet başkanının solcu oluşunu da eklese, farklılığın salt ülkesel deyil siyasal bakışla da kamu özel ekseninde de konuşulmasına yardımcı olcaktı. Neyazık, her olayda işlerine geldiğinde adını koymama, veya doğruyu söyleyince de hemen “o eskidendi, siz eskide kaldınız” basit sermaye algısını söylemektedirler. Oysa son krizle kamusal anlamda sağlığın nedenli önemli olduğunun acı dersleri yaşanmaktadır. Kocaman İtalya deyil de örneğin Kübanın gönderdiği ilaçlar ve doktorlar öne çıktı. ABD doktorları deyil tabi. Ama Trump alman Türingen ünüversitenin yapmaya çalıştığı aşıyı, satın alıp sonra karla satma gerçeği de sermaye kamu ikileminin farkını burada aktarıyor.
Yalnız, kamu ile salt devlet otoriterliğini de birbirine karıştırmayalım. Bize çoktan özellikle seksenler sonrası insan hak olarak sağlık ve eğitim kafamızdan sildirtildi. İnsan hak denince de etnik, kültürel, bireysel gibi ilkeler söyletip sağlık ile eğitimdeki eşitlik hak ilkesi unuturuldu. Çünkü bunlar piyasalaştırılıp sektörleştirildi. Bakın, burada da yaşıyoruz. Kamusal çöküntü ve kocaman özel sektör gerçeğinde nasıl basit kurallar dahi uygulanmadığının kanıtlarıyla dolu günler geçiriyoruz. Burasını hadi brakalım, İtalya gerçeği veya son Fransa olayı hala anlatmıyormu? İtalya ve Sırbistan olayında olduğu gibi yardıma AB veya ABD deyil Çin koştu. Ondan yardım istendi. Unuturulan insan gerçeği ile sağlık bağdaşlığı son kriz ile adeta topraktan fışkıran suya benzedi.*****
İşin zorluğu bukadarla kalınmıyor: 2008 yılından beri sistem finans kapital krizini yaşıyor ve yönetememe gerçeği var. Yeni seçenek de olmadığı için, faşizme evrimle artıyor. Ekonomik krizi çözemezken, durmadan yeni dalgalarla sarsılırken, konulan siyasal strateji BOP Suriye topraklarında bataklığa saplanıp, kontrolu savaşla belirsiz şekilde sürerken, hesapta olmayan sağlık alanında da COVID-19 vürüs olayı evrenseleşti. Var olan taşları krizle yeniden çalkaladı. Tam da vürüs yayılırken, petrol alanında Sudilerle Rusya anlaşmazlığı ile enerji cepesi darmadağın oldu. FET krizlerin finansman kesimine müdahale ederek fayizleri düşürtüerek piyasaya yüzbinlerle ifade edilen para ponpalandı. Ama ne krizler hafifledi nede sağlık krizine sermaye çözüm bulabildi. Krizler Avrupa ve Amerika ekseninde dolaşıyor. AB çaresizce kendi üyelerini koruyamadan herkes kendi ulusal kapanma dönemine geçti.****
Onca ağır krize karşın hem de çeşitlemesine rağmen biz hem de işbirlikci silikleşme noktasındaki “paket parası bekleyen” yönetimizden de umut bekliyoruz. Olmayacak acayiplikler yapılıyor. Hükümet saray küsmeceler veya bol lafla atıp tutmalar devam ediyor.Türkiyeden net plan gelmemesi sonucu klasik polisiye tetbirlerle ve darmadağın uygulamalarla günler akıp gidiyor. Belirsizlik malum. Ama başka malumluk da var: şovenizim yükseliyor. Faşizme hazır koşullar oluşuyor. Hani derler ya “muhalefet”: onlar pek yok. Bir şeyler der gibidirler. Ama ayni yolda oldukları için farklı bir şey diyemiyorlar. İş insanların alacakları tetbirler ve doktorların çabaları. Bu arada beklide tabipler birliğinin uyarıları bazı gerçekleri işaret etse de karşısındaki politika kesimi kaçını anladı belli deyil. İşbirlikci ve yandaşlıkla oluşan birokrasi ile yönetim politikası elbet önemli konularda savrulması normaldır. Ahali ise kendi çeşitlemesinin dağınıklığını gösteriyor. Çaresizlik, korku, umursamazlık ve özellikle burada yabancı gibi müşteri olup yonulanların ne yapacağı veya olacağı da belli olmuyor. Belli olan, ortak paydanın olmaması sonucu dayanışmanın da gerçekleşememesidir. Oysa yeni adım ve çözücü olmak için önce ortak deyerlerle dayanışma ile birbirine karşı anlayışla davranarak bazı önemli uçurumlardan geçilme şansı vardır. Hala brakın yurtaşı veya yurtaş olmayan ötekileri, sağlık çalışanı dahi en basit kulanması gereken mavzemeden yoksun işini yapmaya çalışıyor. Peki bunu kordine etme mi? Sokak ve ekran bunun net yanıtını veriyor.