Ülkemiz, maalesef bilhassa 1974 yılından sonra söz , yetki ve karar mekanizmaları tamamıyla Türkiye’nin elinde olan ve ülkenin geleceğini Türkiye’nin belirlediği bir ülke durumunda. Bugün meclis de aslında göstermelik bir durumda. Söylemeye dilimiz varmasa bile herşey göstermelik. Bırakın onu, 1974 sonrası büyük bir nüfus da Türkiye’den getirtilerek seçimlerde ağılıkla onların belirlediği temsilcilerle dolu, Meclis. Eğer Türkiye’nin istenci dışında bir demeç, eylem veya bir konuşma olursa, Türkiye buradaki uzantıları vasıtasıyla bu gibi olayları hemen ya bir kampanya ile veya bir karşı eylem veya linç eylemiyle durdurmakta, yapana da, destekleyene de dünyayı dar ettirmekte. Derhal tehditlerle bu kişiye cehennem azabı yaşatılmakta, küfürlerle bu kişi kim isterse olsun itibarsızlaştırılmakta, gerekirse bu kişiye karşı fiziksel saldırılar bile başlamaktadır. Bu kişi cumhurbaşkanı, gazeteci veya bir hakim de olabilmektedir. Dışa karşı burada bağımsız bir devlet var denilmesine rağmen aslında yaşanılan gerçekler pek öyle sanıldığı gibi değil. Dıştan da bakıldığında güya tıkırında çalışan bir demokrasi ve devlet vardır görüntüsüne dikkat edilmektedir. Ama fiiliyatta burada her zaman için belirleyici olan Ankara olmaktadır ve bu kamufle edilmeye çalışılmaktaydı. Pek tabi ki şimdilere kadar bu görüntü korunmuş hatta buradaki gemişteki liderler bu görüntünün devam etmesi veya güya kendileri bu durumu yaratıyor gibi hareket etmişler veya davranmışlardır. Herhangi bir muhalefet lideri bir demeç verdiği zaman sahneye onlar çıkmış, gereken kısıtlamayı onlar yapmış, gereken cezayı onlar vermiştir. İlk liderlerden biri yeraltı paramiliter gruplarını desteklemiş, cezalar da ondan gelmiş gibi görüntüler çizilmiştir. Partiler veya muhalifler bombalanmış hatta bir yazarımız da öldürülerek faili meçhule intikal ettirilmiştir.
Belli ki geçen hafta Mustafa Akıncı’nın demecinden sonra, aslında operasyon sırasında o kadar sıkışılmış ki, barış üzerine bir demeç verilmesine rağmen, adeta suçluluk kompleksi içinde harekete geçilerek, TC’nin Cumhurbaşkanı’ndan tutun, bakanları, spor yazar veya siyasi bazı yazarları da durumdan mana çıkararak ,Sayın Akıncı’yı hedef alarak, ağızlarından ne çıkarsa gazete sütunlarına kusmuşlardır. Oysa geçmiş senelerde Afrika Gazetesi ve Şener Levent Afrin Harekatını eleştirdiler diye , gene TC Cumhurbaşkanı bir linç girişimine önayak olmuş, Afrika Gazetesi ve Meclis adeta saldırıya uğramış, gerçekten bir nefret eylemi ortaya konulmuştur. Bu arada meclise saldırı sırasında Doğuş Derya’ya da esas tepki koymuşlardır. Linç girişiminde aslında Kıbrıslıtürklerin söz sahibi olmalarına karşı olunduğu mesajı açıktı.
Artık bellidir; Türkiye, Kıbrıs’ı elinde bir müstemleke, kendi nüfusunu taşıyıp bu nüfusu nüfuz aracı haline getirip, çözümü bile etkileyecek bir duruma getirmiştir ve gerçekten TC hareket, davranış ve politikalarıyla saldırgan, buradaki nüfusun kaderini belirlemesine engel koyan, herşeyiyle Kıbrıs’ta belirleyici olan, artık kendine bağlı herşeyiyle TC’ye bağımlı bir ülke durumuna getirmiştir. Demokrasisi, seçimleri, seçtikleri de ona biyat etmelidirler. Eğer etmezlerse Türkiye ağırlığını koyarak insanlarını kendi kafasına göre terbiye etmeye çalışmaktadır. Dünya da bunun farkındadır.
Elbette Kıbrıs’ın Güneyi’nde de Kıbrıs Cumhuriyeti’ni eline geçirmiş, Kıbıslıtürklerin bu içinde bulundukları durumu kaale almayıp, TC’nin bu politikalarına fırsat veren bir zihniyet vardır. Sayıları az olsa bile Kıbıslıtürklerin iyi ve örgütlü bir liderlikle bu durumdan kurtulacakları, ellerinde bir yetki veya alternatif elbette vardır. Ama öncelikle topluma liderlik yapan, demokrat, ilerici, parti, örgüt ve kişilerin biraraya egelerek konuşmaları,ona göre hareket etmeleri ve bir politka belirlemeleri gerekiyor.
Koltuk düşünüp, hükümetçilik oynanıp mevcut politkalar uygulanacaksa bilinsin ki Kıbrıslıtürk toplumunun tükenmesinin nedenlerinin en büyüğü mevcut bu hareketi yapmamak, örgütsüzlük ile dağınıklık olacaktır.