Ufak bir benlik bilgiyle konuya başlayalım: Yazın çoğu kesim şu veya bu şekilde tatile gider. Elbet, yazı yazoıyorsa da ara verir. Ben mümkün olduğu kadar, tatile gitsem dahi genelikle olanaklar ölçüsünde yazılarıma ara vermemeğe uğraşıyorum. Peşinen şimdi belirtecem: çıkacağım gezi nedeniyle bu defa yazı yazmayacam. Gezdiğim yerlerin ilginç bulacağım konuları da dönüşün eğer hala yazı yazıyorsam, değinecem.Şunu da belirtecem: medya yayın prokramların benim tatile çıkmam nedeniyle değil, ilgili kuruluşlar “Ratyo Mayıs gibi” bizi “dinlenmeğe” çektiler. Burda benim seçkim söz konusu değildir. Tatileri ne zaman biter, bilmem!*****
Tatil veya ara vermekle, politik eksen de ara vermez. Hele de klasik Kıbrıslı bahanesi olan “yazın sıcaktır ve politika donar” sığıntısı da palavra olduğu, bu yaz sürecince yaşandı. Hem de hızlı şekilde K. Kıbrıs yapısal dönüşüm ve siyasi gündemlerle. Üstelik, tekrar tekrar yapılıp, iyice anlamsızlaşan, ancak iç dinamiklerin de oldukça silikleşip, siyasetin teslimiyet çenberinde debelenme gerçeği ile bunlar tekrardan anlamsızca yaşanmaya devam ediliyor. En komiği, durmadan yapılan hamleler ile dış dinemik karmaşası kağoslarla doldurulurken, Kıbrıs sorunuyla daha acayip bir sahnede oynanmaya çalışılmasıdır. Elbet, silikleşen ve teslim olan işbirlikci gerçek ile Kıbrıs sorunu kurgusu artık inandırıcılığı da kalmazken, gündemle oyalatıp gerçeklerden koparma karışığı de hızlanıyor.
Gene laflara dalıp da makalenin özünde dolaşarak takılıyorum! Oysa resim net: Ben yazıyı yazdığım 8 Eylül Pazar günü, Karpazdan Lefkoşaya gelirken, Çıktığım köye Türkiye dışişleri bakanı Çavuşoğlu ile TC elçisi büyük bir konvoyla gidiyordu. Sabahki cami ilanıyla, Çavuşoğlunun Yeni Erenköy veya eski adıyla Yalusada plajda halkla buluşacak bilgisi okunuyor. Daha Akıncının sarayına gitmeden, Kutret Hazretlerini görmeden, soluğu Karpazın köyünde alıp ahaliyle sohbat edecek. Tabi nedeni ve oradaki garip beklentileri de tahmin etmek kolaydır. Siyasi mesajı ise net. Ben artık tekrar tekrar bunları uzun uzun anlatmayacam. Sadece, bazıların abartı kahramanlıkla, ganimet pay alma kültürlü beklentileri ile önemli sorunlarda Çavuşoğluna “rıcalar” yapmak da işin cabasıdır. Fakat, Kıbrıs sorunu, iki lider, federal yapı falan elbet artık Türkiyenin dilinde yok. Şimdiden kimileri kime fırça çekileceği merakı da adeta tahminlerle ayuka çıktı.
Ama, B.M. temsilcisi adada dolaşıyor, alamadığı sinyaleri, içi boş kelimelerle tatilini uzatmaya çalışıyor. Öylesi net renklerle karşılaştı ki kendisi sarayda görüşürken, dışarıda söylenenler kadar, kafalarındaki Akıncının da nereye geldiğini istemese söylemese de mutlaka yakaladı. Adına, diplomasi denielrek de kıvırtmalar yapıp gerçekelrden de uzak mesajları Lut çaktı. Zaten isimleri “baırışçıl” olup aslında sistemin arkasına takılıp öncekini savunarak “çözümcü” olanların ilgisi ve haberciliği ile konu da gündeme geliyor. Oysa, normal bir ülkede Saray federal ve siyasi eşitlik derken, aslında buna karşı çıkanlarla örtüşen talepleri olma çakışması nedense hiç yüzleştirilmek istenmiyor. Çünkü, birielrine yaranma, oldukları yeri korumak veya yeniden gelme önceliği barışçıl çizgiyi şimdilerde eski statikoculuk terkisinde dolaştırıyor. Hat ta, normalde karşı çıkılan bazı Türkiye ile yapılan protokollerin, görüşmelerde yeni Kıbrıs kabulune dayatılma paradoksuna da kimse değinmiyor. ZZaten, Kıbrıs yakın tarihi kanıtladı ki iki liderli görüşmeler sorunları veya sıçrama yaptıramadı. Tüm Kıbrıs sıçrama siyasetleri, direk dış güçlerin müdahalesiyle gerçekleşti. Hat ta, toplumlar arası görüşmelerin de başlaması dahildir.
Anlayacağınız, hala gerçeklerle değil, bizim önümüze konulan algılarla tartışıp ortaklaşma veya ayrışmalar oluşmaktadır. Üstelik, artık konuşmak istemesek de yüzleşmeden kaçsak dahi K. Kıbrıs nifusunun ne oranı nede kimliksel özellikleri artık bilinmiyor. Karmakarışık bir defakto yapı oluştu. Kurumsalaşamadığı için de kuralları dahi olmayan dağınık kalabalık halinde yaşanıyor. Siyaset ise teslim olup da silikleşe silikleşe artık etkin güncü veya politik üretim yapma konumu dahi kalmadı. Hat ta öylesi seçkiler yapıyor ki dayreğe gitmeyen, sicili kötü olan, öteki partiden gelen, geçmişteki yolsuzluk ve yalan dosyalarına rağmen kolayca elit eksene alınan birokrat, politikacı ve medyacı gibi her alanda üst elit oluştu. Dikat edin, TC ile direk yapılan paketlerde, üretimden tutun kamusal alanlara dek el atıldı. Kesintiler vurgulanırken de örneğin, üst elitin emekliliğinde dahi tahsisat alma avantasına hiç dokunulmadı. Sistem işbirlikcilerini, teslim olanın da değerini elbet biliyor!
Artık en keskin yalan veya çirkin olay karşılıkla destek bulma koşullarını da oluşturdu. Çıkar ve güç, teslim olma ile yapılaşma bu denklemi oluşturdu. Hem garantörlük denilip, bunun temel ekseni Kıbrıs cumhuriyeti yoktur birlikteliği gayet güzel tutuyor. Garantörlüğün Kıbrıs Cumhuriyeti ve adanın batı ekseninde kalma ilkeleri yok sayılıp öyle seslendiriliyor. Kavrama konulmayan önce “Türk” kelimesiyle saptırılıp sonra son yükselen seslerle adanın garantörü ile sahibi olma özeşlik fetihlemesi vurgulanmaktadır. Başka pencereden ise dünyada hem de en gelişmniş ülkelerde dahi iflas eden ekonomik reçetelerin, hem de K. Kıbrıs koşullarında “başarılı” olacağı ezberi tekrarlana tekrarlana ölümün eşiğinde gül bahçesi hayali kuruluyor. Aslında ekonomik paket işi ve Kıbrıs sorunundaki bakışlar, siyasal iç silikleşmenin yeniden üretimidir. Öylesi silikleşme ve teslimiyet olup cihalete gelindei ekonomiği Türkiyeden gelecek para basitliğine dek indirgedi. Kıbrıs sorununu ise boş sözlü “siyasi eşitlik” lakırtısına dönüştü. Daha kötüsü, bu sonucu yaratan yapının silikleşmiş ve erklerini teslim eden siyasetci ile değiştireceği inancı hala varlığını sürdürmesidir. Sürdürmese akabinde seçenek gündeme gelecek, Ozaman da mücadele ve örgütlenme dayatısı olacak. Bunun için de önce gerçekleri kabulenme ile başlanması şart. Ozaman da taşlar oynaması gerekecek. Bunu şu kesime sorun; Barış derken hangi barış? Peki ilgili yöneticilerin tutumu ortadayken, masaya koydukları da belliyken, bunu kabuleniyormusunuz? Hele de Akıncının gerçekten kendi makamlarıylda uzlaşmazken, sarayda kalma önceliği kesinken, masaya koymak istediklerini kabuleniyormuyuz? Basit bir açılım da oluştu: “Çözüm olsun da nasıl çözüm olursa olsun” denilecek. Ozaman da sonuç ortada.
Koşullar malum. Bunları imkar etmeyecem. Etmeyeceğim öteki gerçek de artık öyle kendi kendimize konuşulan Kıbrıs da kalmadı. Geç kalmanın yeniden geç olmanın versyonunu yazıyoruz. En kolayı basit kelimelerle ve “barış çözüm” denilip hem de sunduklarına inanmadan “iki lideri cesaretlendirme” vurgusuyla takılıp kalalım. Artık K. Kıbrıs dünkü durumunda değildir. Şimdiden yarınını da net işaret ediyor. Günbür günbür herkes fırsatı kulanmaya çalışıyor. Kimi avantayı, kimi koltukları ve bazısı da adanın geleceğini para veya teslimiyetle hazırlıyor. Ozaman, fazla şikayet de boşuna, sadece tek kişi olarak mümkün olduğu kadar gerçekleri yazarak görevimi yerine getirmekten başka konumum da kalmadı.