Daha geçen hafta Doğu Fıratla alakalı direk gezilerek yazılan makaleleri okuduk. Fehim Taştekin, başarılı gözlemlerle, bizat yaşayarak bize sadece orada yaşananları değil, uygulanan baskı dış politikaların da tanığı gerçeği ile bölgenin resmini çekti. Ayni anda, ABD ve Türkiye yetkilileri Doğu Fıratın hegemonya şekli, yeni defoklaştırma görüşmelerini de gerçekleştiriyorlardı. Bu basit gerçek dahi Doğu Fırat yaşanılanı ile dış güçlerin hegemonya kavgalarının oluşturduğu Fay hatını anlatmaya yetip artıyordu. Doğu Fırat kendi kendini ayakta tutmak için deneğimler yaparken, başta Türkiye, bu bölgenin şu veya bu şekilde kontrol edilmesi için, kendine has siyasi nedenler kurgulayıp probagandasını yapıyor. Üstelik, buna “Güvenlik ve terörist” denilip tanpon veya güvenlik alanı projesiyle Doğu Fırata girme tehtitlerini savurmaya devam ediyordu. Kimse, bu toprakların Suriye toprağı olduğunu, Kürtlerin bu yörenin halkı olarak yaşadığı gerçeklerle birlikte tartışmak istemiyordu. Oysa, Bölgedeki IŞİD belasının ilk yenilgiye uğrayıp yenildiği Rojova, halkı şimdi birilerinin müdahale planlarında bölgeden katledilme veya sürülme tehtitleriyle pazarlıkta kulanılmaktadır.
Fehimin direk yaşadıkalrıyla yazdığı yazı dizisinin üzerinden 1 hafta dahi geçmedi. Oradaki insanların ayakta kalmak için, tüm anbargo baskılarına rağmen, dirençlerinin tanığı oldu.Şimdi, Türkiye başta Savunma bakanı olmak üzere, Doğu Fırata girme sarpından söz etmektedir! Kendilerine göre kurgulayıp resmi eksene sokulan Kürt antiliği ile Osmanlı Suriye fetihciliğinin probagandası ile fırsatını buluşturma pazarlığında ABD ile müzakere etmektedir. Gariptir: Türkiyenin tüm devlet resmi siyasi kesimelr de onca iç çelişkilere karşın,Suriyedeki Anti Kürt buluşması ile Doğu Fırata girmede ortaklaşmaktadır.
Konu salt Doğu Fıratla da sınırlı değildir. Kuzey Suriyenin batısındaki idlipte de acayip karışıklıklar devam ediyor. Rusya Türkiye iran oynu ile Suriyenin toprak gerçeği kuralında karşıt denilip fırsatla Türkiyenin kulandığı Cihatcıların da burada yereleşme çabaları olmaktadır. Nitekim, karışık olduğu kadar, kırılgan fay hatlı Kuzey Batıdaki Suriyenin idlip yöresinde tekrardan ateşkes ilan edildi. Ayni hikaye ile “Türkiye yeniden cihatcıları silahsızlandırma” roluna sarıldı. Rusya da yardıma hazır olduğu desteği ile fay hat üzerine oturuldu! Tabi geriye kalan Kuzey Suriyenin önemli kısmının Türkiye kontrolunda olduğu, oraya yerli nifusu sürerken, ciahtcı yandaşları “ÖSO” kesimleri yerleştiği pratiği de yaşanır kural haline geldi. Özellikle afrinde sürülen Kürtler ve yerleştirilen ÖSO yandaşları konusunda tüm Suriye tarafları ses çıkarılmıyor. Oysa, Doğu Fırat hem kendi ahalisi hem de göç eden bazı Suriyelilerle yaşama tutunmaya çalışıyor. Ama, şu anti Kürt ile yeni Osmanlı toprak işdahı belli ki Suriye üzerinden kriz üretmeğe devam edecektir. Herkes Suriye toprak bütünlüğünü konuşurken, konuşanların başta olanları Suriyede işkalci veya cihatcı taşıyan kesimelr olarak gelecek Suriye oynunda rol belirlemeğe çalışıyorlar.
İdlipte başka, Doğu Fıratda banbaşka, Orta Kuzey Suriyede Türkiye varlık gerçeği gibi faktörlerle Kuzey Suriye toprakları Suriye yönetim dışında yeni yarınların kirli oyunları oynanmaktadır. İşin öteki acı madalyon yüzünde, Türkiye kesimleri uygulanan bu politikaya direk destek veriyor. Öyle veriyor ki kimi “muhalif kesimler” hem Doğu Fırata girmeği, hem de Türkiyedeki Suriyeli mülteci olup mülteci sayılmayan Suriyelilerin de ülkeden kovulması savunuşunda durmaktadırlar. Hele de Doğu Fırata giriş veya işkal Afrininden gelen ölüm haberiyle buluşan liderler sözleri de “böyle olmalı” birlik türküsüyle çok güzel yakılmaktadır. Kimse hala Suriye içlerinden gelen ölüm haberlerine, “bizim Suriye içlerinde işimiz ne” sorusunu sormaktan kaçınılıyor. Ama, kendi resmi politikalarının da sonucu olan mülteci gerçeğine de “Suriyeliler geri gönderilsin” diyecek derecede olanları birbirine bağlamaktan uzaktırlar.
İdlip hikayesine şimdilik fazla ses vermiyorlar. Aslında, Türkiye resmi çevreleri değil de öteki değişim eksenindekiler, eğer en basitiyle içteki katliyamlarla ve dış politika işkal hegemonyalarıyla yüzleşebilseler, şimdiki Suriye pişkinliği de olamayacaktı. Boşuna değil, içteki Kürtler bakışı, yaşanan Ermeni gerçeği, Alevisinden öeteki azınlıklar katliyamları veya dışta başta Kıbrıs ve giderek son Suriye konumuna gerçekleriyle sorgulanmadıkça, içte her sıkışan veya Yeni Osmanlı ile fetihci duygular kabarıp fırsat buldukça komşulardan toprak talepleri işkallerle devam etirilecektir.Düşünün, idlipte cihatcıların kalıcılaşmasını koruyan, Doğu Fırat topraklarına girme dayatması ve belirli yerleri ele geçiren çelişkili gerçeklerle Türkiye bu oyunu yüzleşme olsa tekrarlayamaz ve böylesi çelişkilerle sürdüremezdi.
Şu yanılsamaya hep karşı çıkıyorum: Türkiyede AKP veya önceki iktidarların ne yaptığını bilmediği lafları dolaşıyor. Biz eğer karşı tarafta dediğimiz kesimin de kendi görüşüyle davrandığını kabulendiğimizde bu lakırtılar biter. Nitekim, Türkiyedeki rejim, fırsatları kulanarak, algı operasyonu ile ekonomik krizden iç politik savurusuna karşılık, dış politik çıkışla ve bölgesel itifak fırsatıyla Suriye ve Kıbrıs politik hamlelerini zamanında başarıyla kulandı. Tam da İstanbul seçimi kaybedilirken, Kıbrısın Baf açıklarından başlayan deniz gemileri gönderiliyor. Suriyede Doğu Fırata girmek için uluslar arası dengeleri de zorluyor. Buna, başta CHP ve öteki Kemalist şahsiyetler de yerden yere vurdukları AKP rejiminin arkasında, hazırola geçiyorlar.
Tamda bu gelişmeleri izlerken, bir tartışmaya tanık oldum: Bir Kıbrıslı, artan dini konumdan yakınıyordu! Ötekisi de ona “burada değişen nifus yapısıyla bu koşulların da oluştuğunu unutmayalım” dedi. Sanırım yarın Kuzey Suriyede eğer Türkiyenin planı yolunda giderse, Kuzey Suriyede Kürt nifusundan ne deneceğinin de garip bir belirtisidir.******
Sudan geçen yılın Aralık ayının ortasına dek, Elbeşir yönetiminde şeryatlaa yönetilen ülkeydi. Siyasal islamın örneklerinden birisiydi. Türkiye ile gayet iyi ilişkileri vardı. Hat ta, bir ada,Türkiyeye devir için süreç başlatıldı. Osmanlı hesapları fırsatla buluşunca, eskiden alınamayan bu stratejik tartışmalı ada, Türkiyeye geçiyordu. Elbeşir, tüm katliyamlarına karşın, Uluslar arası mahkeme kararlarına karşın da birkaç dostundan biri de Erdoğandı. Bu taplo, geçen yıl Aralık zamlarıyla değişti. Biriken sorunlarla dolan halk, yeni zamlara karşın sokağa çıktı. Katliyamla ve baskılar, sıkı yönetimler de çare olmadı. Batılı kesimler ve ordu baktı ki iş kötüye gidiyor, darbeyle ustaları Elbeşiri devirip hapse atılar. Böylelikle Sudan yeni döneme sıçradı……
Aylarca süren ayaklanma ve baharda darbeyle yeni döneme giren Sudan, bu defa başka denkleme sokuldu. Darbeciler yönetimi elde tutmak için, halk da başlayan kazançla demokratikleşme yönünde sertleşmeler hızlandı. Sokak ile cunta mücadelesi askerin katliyamları ve halkın sokak direnişiyle sürdü. Darbeciler her başarısızlık sonrası kendi içlerinden bazı kafaları aldılar. Giderek, ordunun ve milislerin iktidarı kontrol etmek istemeleri ile ahalinin demokratik seçeneği ikileminde gelişti. Bazı görüşmeler ve uzlaşmazıklar devamlılık haline geldi. Asker ve milisler tüm çabalarına karşın halkı sokaktan geriye çektiremiyuorlardı. Oysa, başta Mısır gibi birçok bölge gücü, Sudan halk hareketinin demokratik sonuçla bitmesinden de ürküyorlardı. Fakat, denetimi de tüm çabalara rağmen sağlamak mümkün olmuordu…..
Karşılıklı hamleler ve yapılan görüşmeler sonrası, hafta sonu uzlaşıldığı bilgiler geldi. Buna göre geçici yönetim 3 yıl görev yapacak. Özellikle milislerin dağıtılacağı ve demokratik bir Sudan hedefi de konuldu. Sayısal sivil fazlalığı ile savunma ve içişleri bakanlıklarının asker olma bilgielri geliyordu. Daha net içerik ileride altı doldurularak açıklanacak.Bu aslında, dağılmayan, ortak hedeflerle bağlar kuran muhalefetin istediği hedefelrden ilk taş olarak konulmak üzeredir. Buradaki belirleyici, muhalif cepenin ilerdeki duruşuyla belirlenecek gibidir. Cunta geri adımlarla, şimdilik uzlaştı.muhalefet cepesindeki kırılma veya şimdilik yetinilme sarhoşluğuna girerse, karşı hamleler de hemen olacaktır. Üstelik başta Müslüman ülkeler Sudandaki halk kazanımın kendilerini de etkilemesinden korkuyorlar. ABD ise nereye dek kontrolu olacağı da belli değil. Tabi eski Sudanla iyi ilişkisi olan Çini de ekonomik bakımdan unutmayalım. Kaybeden ise yine Siyasal İslam geneli ile Türkiye dış politikası oldu.
Ufak özetle de anlaacağımız: Sudanda yeni vbir denklem kuruldu. Bu denklem geçici. Bazı hem de temel adımlar atılması gerekiyor. Bu yolculukta, fırsat kolayan cuntacılar la birlikteliği bozmayacak muhalefetin kurallarına sımsıkı bağlıdır. Muhalefetin odenli dikatli olması gerekir ki hem kendi içindeki birlikteliği koruması şart, hem de taleplerin yönünü kesmeden demokratikleşme hamlelerle devlet içinde kurumsal demokratikleşmenin hızına devam demesi gerekir. Bu iki gerçeklik, yarınının Sudanını da belirleyecek. Kadınları etkin sokağa çıkaran sol ile İslamcı muhalif düşünceli muhalifler veya buna eklenen katledilen Dafur halkının desteği, muhalefet içi değişken ve zengin yapıyı yansıtıyor. Bu taleplerin ortaklaştıkça ilgili Özgürlük yapısınında güçlü kalmasını sağlayacaktır. Darbeciler ise fırsatla ve dış teşvikler le bu geleceğin oluşumunda kendi çıkarlarını koruma duruşunda da duracakları kesin. Bakalım, bu Sudan bize yarın neleri yazdırtacak.