Konuya dalmadan peşinen belirteyim: Sözkonusu olan ve açıklanan ekonomik protokolun uzun yıllardır sadece K. Kıbrısta değil dünyadaki uygulanmışlıklarına rağmen, ezilenler için hiçbir başarısı görülmedi. Yetmişler sonundan başlayarak, Neoliebralizmin reçetesi olarak şekilenen ve Kıbrıs Türkiye yaşamında uygulanan bu ekonomik paketler, sadece sermayeye önemli karlar kazandırdı. Yine de ilgili uygulamaların klasik sonucu, hep daha fazla derinleşen eşitsizlik oldu.Üstelik belirli zamanlarda da uayrdığım gibi Neoliebral yapının da 98 Aya Kriziyle tamamlanmasına karşın,, hala ayni reçeteler uygulatılma dayatısındadır. Bundandır ki defalarca K. Kıbrısta da uygulanan ayni özlü prokramlar sadece daha derin uçurum ve Türkiyeleşme yabancı sermaye boyunduruğu getirdi.
Başka önemli bir nokta: Seksenlerden beri Özal ile başlayan bazen direk talimat bazen de paketlerle protokol uygulamaları da K. kıbrısta gündeme geldi. Genel piyasa ekonomik kuralsızlıklarla buraya öz içerikler hep karşımıza geldi. Nitekim, son protokole de bakarsanız, Neoliebral bildik kurallar ve Türkiyeleşme dönüşümlü sosyolojik politika damıtmaları sırıtmaktadır. Siyasal gericilik gerçeği, sadece Eğitim ile dine ayrılan miktarların kıyasıyla yakalanır. Ancak, K. Kıbrıs gerçeği sonucu çıkar ve teslimiyet paydaşlığı bu tip yanlışların çıkarla veya korkuyla bütünleşip savunan işbirlikci paydaş da olmaktadır.****
Yukarda özetlediğim iki ilke bize ekonomik bakışta önemli etken olması gerekir. Oysa, ister “şaheser ekonomislerimiz” ister ise işbirlikci politikacılarımızın koltuk aşkı sonucu, bu gerçekliğe ulaşamıyor. Kimisi, bazı yerleri seçip eleştiri veya beyeni sunuyor. Kimisi, klasik ezberlerle ve sisteme dokunmadan konuyu ele alıyor. Karşılıklı olan ve belirleyici özne göz ardı hep edilmektedir. Türkiye K. Kıbrıs ilişki yapılanışını hiç gözetilmiyor. Hat ta, Türkiyenin talepleriyle istenilen yapısal dönüşüm de birlikte tartışılmıyor. Klasik Neoliberal reçete temelinde, Türkiyenin K. Kıbrıs dönüşüm politikasıyla damıtılıp köpürtülerek adına da protokol denilmektedir. Son Protokoldeki tek tek kalem görüntüsü veya istenilen “yasal değişimler” gelecek hedefinin aynasıdır. Seçkilerdeki öncelikle hem dış sermaye el koyma hamlesi ile sosyolojik geliricileşmenin saydamlaşan siyasi belgesidir.
Kimisi tek kalemle eleştiri yapıyor. Eğtimdeki kesinti veya sağlıktaki durumu veya özeleştirme alanlarıyla sınırlatıp iç işbirlikcilerine yükleniyor. Bunun ortak genel anlamı konuşulmuyor. Türkiyeleşme ile Neoliebraleşme teslimiyet noktasına gelinemiyor. Tabi dar çıkarlı olunca da sosyal medyada yaşanan hibe alkışçılığı gibi saçma duruşlar da teslimiyet kitlesel destek kesimini işaret etmektedir.
Aslında, böylesi önemli konuda konuşacak kesim veya bilimin yeri de gözetilmiyor. Bir medya patronunun oğlu eğer konulan kurallara uymadan üst birokrat yapılıyorsa,en baştaki imzacıya “londraya gidebilirmisin” sorusu soruluyorsa, köpürtülüp saray aşkına saçmalamanın da ötesine gelip bu ahalide kabul buluyorsa, böylesi önemli konuda karşı çıkma politik yönetim çizgisi elbet olamaz. Daha tehlikelisini de geçen yazımda yazdım: “Başta Türkiye ile imzalanan anlaşmaların Kıbrıs görüşmelrinde kabbulenme” dayatmasını anımsatırdım. Çünkü, eleştirilen birçok yanlış, iş Kıbrıs görüşmelerine gelince, Rumların kabulenmesi içi önemli şart olarak dayatılırken, karşı olanlar bunların gelecek Kıbrıs için yasalaşmasını savunuyorlar. Böylesi çelişki de yaşanıyor.
Bir başka travmaya gelince: Türkiye muhalif kesim, Ayni prokramı eleştiriyor. AKP ve İMF dayatması olarak suçluyorlar. Ezilenler için imtihar olacağını söylüyorlar. Fakat; ayni prokram K. Kıbrısa Türkiye tarafından dayatılınca, tıpkı öteki konularda olduğu gibi, K. Kıbrıstan yükselen eleştirileri Hemen Türkiye muhalefeti de yönetmle birlikte buradaki kesimlere göndermeler yapıyorlar. Buda, klasik Türkiye Kıbrıs gerçeğinin paradoksu.
Son paket veya protokol, gerçeği, K. Kıbrısın yasadışılık kurallarla Neoliberal piyasa anlayışının ekonomideki yapılanışının son hamleleridir. Son kalan Liman ve bazı kamusal kuruluşlarla, sosyal hakların tüketilmesidir. İç dinamikler silikleştirilip, yerine dış bağımlı dinamikelrle buranın ilhaklaşma şansı zorlanıp, sömürgesel özünün de üretilmesine yönelişin son halkası gibidir. Siyasal ve sosyal bakımından Türkiyedeki gericileşme ile Yeni Osmanlı sürecin buraya da yerleştirilme girişiminin yoğunlaştığı da anlaşılıyor. Dinin epey rol alıp siyasal önceliğe konulmasından tutun içsel kurumların kordinasyonlukla teslim alınma idari şekli, bu uyardığım hamlenin en net örneğidir. Fakat, önceki yazımda da belirtiğim gibi: hala K. Kıbrıs elit üst kesimine verilen kaymaklı rüşvetlere dokunmuyoarlar! Emeklilik Tahsisatının kaldırılması veya azaltılması lafı konuşmalarda dahi geçmiyor. Böylelikle ta baştan rüşvetin kulanılarak üst eliti tutsaklaştırma esrumanı halen çalınma olasılığı da devam etmektedir.
Kısaca, K. Kıbrıs Türkiye ekseninde yeni protokol ile direk gelecek yol netleşirken, denizimizde birçok gemiler dolaşırken, bolca yalanı tatlı zehirle politik nutka dönüştürürken, bunlar yokmuşcasına da Kıbrıs Görüşmeleri deniliyor.Ekonomik yapılanış ile hedef belirlenirken, avantacılar bu olumsuzluklardan pay alırken, şimdi de saray hesapları yapılırken, parlementer teslimiyet partileri direk sistemsel sorgu yapamazken, “Akademisyenler” istenen ezberle konuşurken, elbet bu tip prokramların anlaşılması da mümkün olmuyor. Ama, girişte de senelerin birikimiyle yazdığım gibi: Bu paketler ta 77 yılından beri dünyada uygulanıyor. Baskıalrla ve epey bedel ödetilerek hayata sokuldu. Fakat, dönüp de bir başarı öyküsü yazılamadı! Hep devamında başka krizlerle karşılaşıp ayni ezbere dönüldü. Kaybedilenler ise sayılması dahi mümkün değildir. İşte, son ekonomik protokolun tartışılması gereken boyutu bu.
****
Son günlerde Suriyeliler sorunu epey gürültü çıkarılarak tartışılıyor. Tabi, medyaları izleyenler için bu geçerli. Çünkü, K. Kıbrıs dahi mülteci Suriyelilerden rant kazanıp onları Güneye gönderme mafya yolu olmasına rağmen, birilerine dokunmama adına pek de konuşulma eylimi yoktur.
Suriye, aslında salt Türkiye değil, dünyayı ilgilendiren kriz olarak gündemde. Öyle ki şu Suriye Türkiye denklemine bakın; Türkiye ABD ve Rusyayı zorlayarak yeni Suriye topraklarına girme talebinde! Ayni zamanda özellikle istanbulda Mülteci olup o dahi kabulenilmeyen Suriyelileri de sürmekten söz ediliyor. Kısacası, Hem Suriyeye yeni toprak için girme, hem de savaştan kaçan Süriyelileri kovma ikili politik duruş sözkonusu. Daha acayip gelecek olanı, Türkiye Suriye politikasında özellikle iş Kürtler olunca veya toprak alacak gibi öngörüler uçuşunca devletci buluşma hemen oluyor. Anımsayın, Suriyeye girme önerisi parlementosa CHP ve AKP partielrini sarmaşdolaş haline getirdi.Fakat, iş Suriyeden kaçan veya davet edilen ahali bazen en çirkin yöntemlerle kulanılırken ses çıkmazken, bunların yoluyla Suriyede kazanımlar hesaplanırken çıkmayan tutumlar, şimdielrde hem Suriye giriş fırsatıyla Türkiyedeki Suriyelilerin kovulması ikili politika rövançta. Dahası, Batı Avrupayı da bu mültecileri oraya yığma tehtitleriyle tedirgin edilmektedir.
Savaşın çirkinliği, faşizmin düşünsel dışa vurması, bu gelişmelerde sırıtmaktadır. Önceki yazımda sorduğumu tekrar söyleyecem: Başka ülkelerde olan Türkiyelilere benzer tavır yapılsa ne denirdi? En basitini Kıbrıs yaşanmışlıkla örnekleyelim: Türkiyenin bazı yerlerinde “donla denize girdi” diye Suriyeliler hem de CHP belediyesi tarafından kovuldular. Peki, Girnede ayni tutum yapılsa ne denirdi!Tekleşme ve kimliksel etnik dar kafanın sonuçları bunlar.
Önceki yazımda özetlediğim gibi: Türkiye direk Suriye olayına daldı. Şama gidip namaz kılma politik tahmini dahi yüksek sesle seslendirildi. Suriyeden insanlar çağrılıp hem de oradaki yönetimi devirmek için örgütlenmeler yapıldı. Suriye develti yıkılmak istendi. Suriyeliler de her alanda kulanıldı. Kadın Kuma yapmadan, fuhuş alanında veya ucuz işçilikle bunlar yaşatıldı. Bolca cihatcı milis çıkarılıp Suriyede hegemonyacılık hamleleri yapıldı. Sonra, Rus olanağı ile Suriye toprakları işkal edildi. Zorlamalarla Suriyeye içlerine gidilme talepleri tehtikar şekilde istendi. Kürtlerdir diye yeni Suriye fetihcilikleri ortak buluşma devletcilikle seslendiriliyor. Peki, sonuç mu: Suriyede savaş ve Türkiyedeki Suriyeliler gerçeği, Suriyelilerden şikayetci olanlar, nedense, Suriye topraklarında ne işimiz var demiyorlar. Daha fazlasını istiyorlar. İdlip veya Doğu Fırat son önemli bataklık çağrıları olarak yaşanıyor.
Suriyeliler,hem ülkelerinden oluyor, hem de gidikleri ülkelerde kulanılıp sonra savrulmaya çalışılınıyorlar. Ülkeleri işkal ediliyor, cihatcılarla doldurulurken, gidilen ülkelerde de kovulmak veya mafya tipi gerici ilişkilerle de kulanılmaktadırlar. Demek ki önce bu konuyu neden Suriye bu hale geldi sorusuyla başlayıp, herkes yaptığı ile yüzleşip, gelecek demokratik Suriyeyi düşünerek başlanması gerekir. Hala, Suriyeli öfkesi, Suriyeli Kürt istemezup denme askeriyesi ile Yeni Osmanlı toprak işdahı Türkiyenin Suriyeli anlayışının tortuları olarak devam etmektedir. İçteki faşizimle de tepkiler olunca, ilerde utanç duyulacak tarihin yazılımı da neyazık gerçekleşiyor.
Kıbrıslılar da Suriyeden nasiplerini aldı. Hele de Suriyelilerden! Kuzeyde mafyacılar bu insanları kaçak yoldan ama çoğu defa kar ve politik nedenlerle kulanp rantlalaştırırken, Güneye de mülteci olarak gönderip zorlamalar yapıyorlar. Nedemişti Erdoğan; “Bizi kızdırmayın! Trenlere ve uçaklara yükleyip size Suriyelileri göndeririz” tehtitlerini savurduğu üzerinden fazla zaman geçmedi.