Akdeniz’de tüm kuyular kapatılsın – Aykut Bektaşoğlu

869

Bağımlı iktidarlar onay verdi, sermayeyi kolladılar. İnsanlara kimse

sormadı bile.

Emperyalizmin son çırpınışlarının bölgemizi ve dünya yaşamını yok

etmesine izin vermemeliyiz… Bu gidiş yıkım…

Hepsinden önemlisi Akdeniz’deki fosil enerji kaynaklarının yeryüzüne çıkarılması arsızlıktır. Bunun yapılması, bölgenin ve tüm dünyanın ekolojik dengesini daha hızlı bir şekilde bozacak ve bildiğimiz atmosfer seyrini giderek daha normal dışına itekleyecektir. Kapitalizmin, bu ve buna benzer faaliyetleri yapmaya devam etmek dışında seçeneği yoktur. Büyümek için elinden geleni yapmak zorundadır. Eğer bunu yapamazsa yok olacak. Yerine başka bir yaşam tarzı arayışı söz konusu olacaktır.

Ada çevresinde bulunan enerji kaynakları, krizde olan dünya sisteminin ağzını sulandırmaktadır. Hiç kuşku olmasın ki bu kaynaklar, uluslararası sermaye ortaklıkları tarafından kesinlikle pazara sunulacaktır. Ama şu sermaye veya bu sermaye farketmez. Kıbrıs Meselesinin varlığının avantajını da iyi kullanan emperyalizm, işin gerçek mahiyetini göz ardı bıraktırmakta çok başarılı olmaktadır.

Her şey bir yana, Akdeniz havzasında çok fazla fosil yakıtın varlığı, şunu ifade etmektedir:

Çok fosilin oluşması yüz milyonlarca yıl, bu havzada bitkinin yaşamış ve ölmüş olması demektir ki dünya atmosferinin yaşanabilir hale gelmesini sağlamıştır. Böylece özellikle akdenizde yapılacak arsızlık, dünyamızın yaşanabilirliğini çok daha çabuk yıpratacaktır. Şu sıralar çok kritik bir tarih yaşamaktayız…

Diğer yandan bunun gibi faaliyetlerin yapılması, kapitalist sistemin sürdürülememe baş ağrısını dindiremeyecektir. Sermayenin ve rekabetinin doyumsuzca tekrar tekrar büyütülmesi, kendi değerini önemsizleştirmekte, diğer yandan da dünyanın maddi yapı taşlarını ve doğal dengelerini tahrip etmektedir. Sermaye iktidarlarının, yok olacağı tedirginliği ve korkusu, insanlığa ve dünyamıza çok büyük zararlar vermek üzeredir.

Bir yandan, yaşamın devamlılığı ile ilgili doğal zeminin tahribi ve diğer yandan insanlığın sosyal yaşamının alınıp satılan aşağılık meta haline getirilmiş olması ve kendi yaşamına yabancılaştırılması, ileriye dönük umutları olan herkese yeni görevler yüklemektedir.

Çok basit. Süregelen gözü dönmüş sermaye düzeni çaresizleşti. Ya duracak ki bu imkânsız ya da hiç olmadığı kadar, ne doğanın ne de insanın gözünün yaşına bakmadan yeniden büyük bir savaşa girecek… Girmiştir…

Dağların taşların yerlerinden sökülüp başka şeylere dönüştürülerek metalaştırıldığı, artık gözle görülür ve rahatsızlık verecek hale gelmiştir. Sermaye kendini yeniden büyütmek zorunda…

Bu düzen, bir iki yüzyıl içinde dünya nüfusunun çoğunun zamansız ve sefalet içinde ölmesine sebep olmuştur. Aslında herkesin olan dünya, insanlığın küçük, çok küçük bir azınlığı tarafından çarçur edildi. Büyümenin çoğu, pazar geliştirmeye, alış verişi çoğaltmak uğruna oldu. Yoksa insanlığın ihtiyaçları ve esenliği için değil. Bunun için değilmidir ki yaşam alanlarına, şehirlere bakıldığında yalnızca taş yığını görmekteyiz. Her şey pazardaki değeri için yapılmıştır. Bu süreçte insanlığın çoğuna, ‘zaten görevi olan ölmeyi’ beklemekten başka bir yaşama alanı bırakılmamıştır…

Akdeniz petrolünü denizden çıkarıp satmayı planlayan sermaye güçlerine dur denilmeli. İşbirlikçi Ada yönetimlerinin ‘rızası alınarak’ tüm Doğu Akdeniz’in enerji haritası çıkartılarak, Emperyalist sermaye güçlerine yeni kan damarları sağlanmaya çalışılıyor.

İktidarlar izin verdi, insanlar değil.

Son yüz yıldan fazladır yürümeyen bu yağmacı düzen artık hazır insan emeğinden elde edeceği artık avanta ile rekabet edebilme kabiliyetini de yitirmiş, daha fazla her şeye saldırmaktadır. Savaşsa, daha fazla savaş, yalansa daha fazla yalan, talansa daha fazla talan. Yeraltı, yer üstü, atmosfer. Artık sonumuzu getirecek kadar kendini kaybetmiş, vampirleşmiş bir düzen.

Yalanlar daha fazla pervasız. Akdeniz boyunca bütün yeraltı kaynakları uluslar arası emperyalist vampirlere peşkeş çekilirken, halkların onayları alınmış gibi davranılıyor. Fakat gerçeğin tartışılabilmesine imkân tanımamak için her türlü senaryo gündeme sokulmaktadır.

Yaşananları, ada üzerindeki halkların paylaşım sorunuymuş gibi ters yüz ederek, emperyalist paylaşım göz ardı edilmektedir.

Uzun yıllardır iyice oturmuş bir senaryo olan ‘Kıbrıs Meselesi’, bölgenin yeniden talanına müsait zemin hazırlamaktadır.

Enerji kaynağı bulundu, çıkarılmak üzere. Fakat hala tartıştırılan şey, kimlerin hangi payı alacağı konusu zemininde devam etmektedir. Hâlbuki kimse hiçbir pay almayacak. Hatta kaynağı çıkaran sermaye gurupları da pay alma derdinde olmayacaklar. Kaynaklar sermaye düzeninin iktidar silahı olacak.

Türkiye iktidarının da bölgeye gönderdiği gemilerle, doğa talanına onay verilmiş olduğu ve ortak olunduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. Bu gemilerin varlıkları, düzenin arsızlığını örtbas elmekten öteye bir değer taşımamaktadır. Türkiye sermayesi pay alsa da almasada. Doğa ve insanla sermaye ilişkisini göz önünden uzaklaştırmak asıl işlevleri olacaktır. Böylelikle, her halükarda ortak olmuş olacaktır. Dertleri, bu düzene nasıl yeni kan damarları yaratıp ömrünü uzatırızdır. Bu yolda, gerekirse savaş da çıkarmak mubahtır. İnsanı ve doğayı gözetmeden satılacak her şeyi satma çabası, bu sefil düzenin kaderidir. Ta ki dünyayı yok edecek sınırı aşıncaya kadar.

Yani bütün bu kaynak meselesi, daha iyiyi değil, daha kötüyü çağırmaktadır. Mademki yaşananlar servet düzeninin ömrünü uzatma çabasıdır, başka bir sonuca varmak mümkün değildir…

Siyasetin her kesimi bu oyuna uyum sağlamakta ve denizin ve doğanın, sömürü düzeninin devamlılığı umuduna feda edilmesine alet olmaktadırlar.

Herkes hakça paylaşımdan, eşit yönetimden ve zenginleşmeden bahsetmektedir. Uzun süren ‘Kıbrıs Meselesi’ insanların algılarını, eşyaya sahip olmaya bağımlı, yönetmeye tapan, mevcut düzenin normal olduğu saplantılı bir nitelik kazandırmıştır.

Oysa çıkıp bizlerin, kapitalizmin bir süre daha sürdürülebilmesi uğruna sonumuzu getirecek bu talana onay vermediğimizi açıkça söylememiz ve

Yeni bir dünyanın nasıl olabileceğini tartışmamız gerekmektedir.