Aslında Bayram tatili bizde Cuma günü sonlandı. Hafta sonuna gelişi sonucu, normal bitiş değil de hafta başıyla yaşam brakılan normal yerden devam edecek gibidir. Gerçi tatil ve dinsel Bayram olmasına karşın, öylesine yüklü gelişmeler gerçekleşti ki donuklaşan zamana rağmen, insanlar istemeden bazıalrından etkilendiler. Aklıma ikili tutumlarla Seksenlerdeki dolaşım gelir; Cunta baskılanma döneminde bazı arkadaşlar yankı dergisini takip ediyorlardı. Dergideki bazı yazarların sansür deneyimli kaçış bilgilerini yakalama veya yalan söyleme habercilik listelerinde dolaşarak gündemle uğraşmaya devam ediyorlardı. Şimdilerde işler daha karışık gibi: yalanların kolayca uçuştuğu, iftiranın devlet zırhıyla kolayca küfürle saydamlaşıp savrulduğu önemli bir koşuldan geçmekteğiz. Anımsamanın balık havızasına çevrilip, güncel iftira yalanı medya kanalıyla resmen resmi idolojik atışlarda gerçekleşmesi ise banbaşka algılarla yaşayan gündemin de oluşmasını sağlamaktadır.
Bu Bayram dönemi belki yaşamsal güncelde donuklaştırma ekseninde olsa da yaşanan önemli gelişmeler, ilgili süreci pek de öyle geçirtmedi. Buradaki Arasta gerçeğini, Girne soygununu ve Trafik cinayetleri ivmesi, ilgisiz kalmanın da tadını kaçırdı! Türkiyede olanlar ise bol iftiradan, artık kanıtsanıp da sıkıntı çizgisine gelen yalanların savrulmasıyla tartışmalar siyasal sertleşme ile birlikte saydamlaştı. Adamızın etrafındaki birçok sorun sıcağa rağmen tırmanırken, Türkiyede unuturulan veya yeri geldiğinde Devletin etnik kimlikli “başarı” sunumlu bazı konular, adeta tekrardan gündeme düştü. Hem de direk devlet siyasetinin tetiklemesiyle gerçekleşti. “Pontus ve Dersim” konuları Türkiyenin yakın tarihli pek de konuşturulmak istenmeyen, yeri geldiğinde “Kahramanlık” mitleriyle anılan konular olarak tekrardan direk Devlet eksenli kesimlerin vurgulamasıyla yeniden gündeme hem de korkunç öfkeler, kinlerle birlikte oturdu.****
Son Dakikaya dek, makalemi Surlar içi ile Lefkoşa olaylarına şöylesine el atma ile son anda haberi geçilen Türkiyedeki Mudanya Suriyelilere yapılanları kültürel ile sosyolojik yönlerle de deyerlendirmek amacındaydım. Akşam üstü özellikle Tele 1 haberlerindeki akışkanlığı görünce, K. Kıbrıs Pazar gazetelerindeki banbaşka dünya ruhiyesine tanık halde kalınca, başlıktaki makale içeriğine doğru evrildim. Bazen böylesi anlık gelişmelerle kolayca konuyu deşme refleksim de varolması önemini de yaşamaktayım.****
Öncelikle, akşamüzeri Türkiyedeki değişik yönlü bir haber, hem ötelemiş gibi olduğum uyarıyı aklıma getirdi, hem de günümüz gerçekliğinde bilgilenme ihdiyacının dayatısını da tetikledi. Peşinen yeniden anımsatayım: Kısa zaman önce Türkiye içişleri bakanı Soyluyla yapılan güvenlik anlaşmanın tüm içeriği ne? Açıklanmayan ek belgelerde neler içerilmektedir* Bunu unutmak mümkün değildir. Üstelik CTP koltuklardan uzaklaştırıldılar. Tufan Beyin hem yapılan anlaşmalar hem de paketi hala açıklamaması ise ilerde bazı konularda konuşma şansını da benim nazarımda deyersiz kılıyor. Sahi; Sami Bey de bu işin peşini brakmayacağını sık sık ekranlarda söyledi! Oda galiba koltuk kaybetme sarhoşluğundan hala uyanamadı!
Peki durup djuruurken hem de birazda kendimi öteleyerek eleştirdiğim aşamaya nasıl geldim? Son günlerin direk medya Soylu açıklamalarıyla kafamdaki bizlik kuşkuları da artırdı. Soylu seçimi kazanıp YSK darbesiyle mazbatası alınıp,yeniden seçime girilen İstanbul yurtaşına önemli savurmalar yaptı. Öyle ki Karadeniz gezisindeki kulandığı uçağı “Koçların tahsis” etiği lafını da “Soyluca” haykırdı! Oysa, İmamoğlu Koçların uçağını parasıyla kiraladı. Ayni şirketden AKP adayı da “Binali” helikopter kiraladı. Ayni uçağı AKP li Nihat Zeybekçi de kiraladı…. Ama, Türkiye hem de içişleri bakanı Koçların Ekreme uçak tahsis etiğini söyleyip, ardından tehtitleri de savurdu. Gereken bilgi vurgulanmasına rağmen de tehtit daha bir yükseltildi….
Bilmem Ordu hava alanında yapılanlar ile Soylu söylemi ve sonrası valinin yargıya havale etme olayını da anlatmaya gerek var mı! Ama, madem konumuz Türkiye, bir ikili bilgi daha: Diyarbakırda İstanbul adayı, eski başbakan ve uluaştırma bakanı Binali “Kürdiststan” kavramını kulandı. Oysa, Sezayi Temeli ayni kelime nedeniyle hakında dava açıldı. Üstelik AKP olunca iyi de HDP olunca terörist olma gerçeği tekrardan basit Kürdistan kelimesiyle tekrardan yaşatıldı.****
Şimdi anladınız mı neden Soylu ile Ayşegülün protokol içerinin metninin açıklanmasını talep ediyorumun karşılığını! Üstelik, yapılan protokolun tümü açıklanmasa da o dönemin “yönetim başkanı Tufan ve Sarayda yeniden seçilme şerbetini içmeye hazırlanan Akıncı da” bu konuda tıs çıkarmadılar. Oysa yine Soylu, Buradaki terörislerin inine inecekelrini Türkiyede kent kent gezerek söyledi. Fakat, unutmak ve Gülle geçsin demekle gerçeklerin olmayacağı hastalığı hala sürmeğe devam etmektedir.***
Yukarda belirtiğim gibi, aslında konu Lefkoşa Surlar içi ile Türkiyedeki Suriyeli üzerinden bir yazı kurguladım. Çünkü, Arastada yaşanan ve şans sonu haberleşen bıçaklı kavga karşımıza 74 öncesi merkezi Lefkoşa Surlar içi ile sonrası gerileşerek ve nifus altüstlerle yeni yapılanan Surlar içinin resminin birlikte kültürel ve sosyolojik sorgulanması hedefleniyordu.
Ayni zamanda, Türkiyede Mudanyada Suriyelilerin donla denize girmelerine duyulan tepki tavırla, benzer durumun Girnede olduğu zaman ayni tavır gösterilse ne denecek yüzleşmesini de yapmak istiyordum. Birkaç cümle olsun şu Suriyelilere birkaç laf edecem:
Son dönemde Türkiyede Suriyeliler konusu oldukça sosyal patlamalar ve siyasal kulanım piyasasına girdi. Mudanya olayında söylenen şu laflar da düşündürücü: “Gidin ülkenize. Askerimiz orada ölürken, siz burada denize giriyorsunuz” öfkesi saçılıyordu. Üstelik, bu probaganda esrumanını CHP kulanması da manidardı. Çünkü; Türkiye iktidarı Suriye politikasıyla Şamı da ele geçirmek istediğini hiç gizlemedi. Cihatcıları brakın desteklemeği, Hataydan istanbula varan şehirlerde merkezleri de oldu. Dahası, Doğan Tılıcın da ta baştan Suriyelilerin nasıl Türkiyeye getirildiği belli bilgilerle yazıldı. Taşınan Suriyelilerin bir kısmı Esata karşı OSO adıyla milisleştirilirken, özellikle kadınalrın başına gelenleri de arada bir yazanlar oldu.
Türkiyede Suriyeliler hep eleştirisel konu edildi. Onların politik olarak kulanımı, insani olarak onlara yapılanlar ise hiç söylenmedi. Kimine göre sorun, kimine de insancılmışlıkla siyasal duruşlar yapıldı. Hiç, Suriye politikasıyla veya ülkedeki mülteci gerçeklikle ele alınmadılar. Hat ta K. Kıbrısta bile yaygındır: “Gidin Türkiyeye, birielrini bulup, Suriyeli kadın ucuz fiyatda satın alın” konuşmalar hala yapılmaktadır! Konu okadarla da değil: örnek, bizler ayni lafı özellikle Surlar içi yapıdaki insanlar için kulansak Türkiyeli ilgili kesim ne der?Girnede donla denize girenlere kovma hareketi ve suçlamalar yapılıp ayni ifadeler vurulsa nasıl duruş gelişirdi? Göçmenlik öyle bir şeydir. Ayni tutumlar neyazık TC vatandaşları için de başka ülkelerde gelişti. Günümüz sisteminin savaş ve eşitsiz toplumsalık sonucunun insan göçlerine neden olup bu kimlikler kulanılarak faşizmin güçlenme temel nedeni haline geldi.
Konuyu sık sık kulananlara soralım: Siz Afrin veya başka Suriye topraklarına girme olayına karşı çıktınız mı? Suriyede normalik var derken, idlip işkali veya Türkiyenin elinde olan Suriye toprakları üzrine devletinize baskı ypaapıyaapıyormusunuz? Öyle kolay devletci milliyetcilikle hiçbir sorunu çözemezsiniz. Unutmayın, zamanında hem de günümüzde Suriyelilere veriştiren kimi kesimin yandaşı,işkence ve öldürülmekten kaçarak onlar da Suriyeye gittiler.
Kısaca, hem anımsatma hem de gündemli ufak bir dolaşım yaptık. Görüyorsunuz ki unutmak, bilmemek ve her duyulanı sorgulamadan kabulenme sonucu, bol yalanlı,iftira uçuşlarında kolayca teslim olma koşulunda debelenmeğe devam edilecektir. Boşuna değil, Ersin gibi birisi başbakan oluyor, onca olay yaşanırken de “KKKTC nin huzurunu kimse bozamaz” lafını çekinmeden söylemektedir.Hele teslimiyetin resmini “kahve içmekle” dedoldurunca, Londra hikayesiyle güzel bir düzenleme haline gelir. Yeter ki insanlar bunları çıkar adına yutmaya devam etsin.