Bir değil, aslında 1 haftaya yayılan Bayram nedeniyle tatil dönemine de girdik. Bayramın ikinci gününü de tamamlamak üzereye bulunuyoruz. Dini bayram olması ve tatil sendromuyla birleşmesi nedeniyle, mutlaka başta politik gelişmelerden kopma dönemi de yaşanması normaldir. Bundandır ki ister Bayram nedeniyle direk yaşanılan gelinen aşama sosyolojisi veya tatil dinlemeyen gelişmelerin can yakarak devamlılık olgusu da hayatda sürmeğe devam ediyor. Ramazan Bayramı dini önemi derecesinde, yaşamdaki gelinen sosyolojik boyutla birlikte yaşandı. Biraz etrafımıza bakınca, nerelere dek gelindiği veya adıyla söylenen arasındaki uçurumsal farklılaşma tehlikesinin de fark edilmemesi zoruklarıyla karşılaşıyoruz. Dini olarak ve inançla belirtilmiş gibi bulunan sözler veya politik mesajların, nasıl yaşamda tam aksinin olduğu genel geçerli kuralın işlediğini de birlikte yaşıyoruz. Müslüman Dünyasının Dini Ramazan bayramında, kutsalıkla inançla barıştan kardeşliği yalan hırsızlık tehlikelerine dem vururlurken, en basitiyle, Ramazan kutsal bayramı dinlenmeden İslam dünyasındaki kıyımları, katletmeleri ve durmadan yalanla baskıların hirisızlıklarla kardeşleme göstergelerine tanık oluyoruz. Kutsal Günlerde dahi İslam dünyasından gelen hem de din inancı adıyla yapılan nice katliyamlar, yolsuzluklar ve bolca yalan söylemelerine devam edilmesi, paradoksal önemli yansıyıcı turunsol olmaktadır. Sanırım, her İslam ülkesinde siyasal dini söylem le yapılanların çelişkisi veya kutsal günlere rağmen savaş ile kıyımların sürmesi boşuna değildir.****
Kutsal Ramazan Bayramının ikinci gününü de tamamlıyoruz. Camilerdeki nasihatler veya medyadaki söylemler biryana, Bayram brakın barışmayı, var olan kin ve düşmanlıkların katliyam veya yalanlarla sürdürülme politik gerçeklikle, bu günler de geçiliyor. Politik veya dinsel mesajla ayni anda söyleyenin dahi tutarsız gerçeği, taraftar dışında inandırıcı olmama gerçeğini yeniden parlatıyor. İslam dünyasının Kutsal din bayramı ile ayni dünyada savaşlara, yalanlara ve karşıtlara karşı baskının sürdüğü günlerin de yaşanmışlık gerçeği ile Ramazan bayramı sürmektedir. Müslüman dünya inanç bayramında, İslam çevreleri arasındaki nefretin tırmandığı an olarak da yaşanmaktadır. Bir farkla; bunlar, Bayram nedeniyle girilen tatil süreci ile oluşan rehavet sonucu çoğu yaşanmakta olan gerçeklerin de fark edilmeme tehlikesini de üretmesidir. Örneğin, ortaya çıkan ABD Sudi Nükler işbirlikci haberleri, Sudanda hem de İslam adına ordunun halkı katletmesi de önemli sayılmama noktasında. Suriye, Afkanistan veya Mısırdaki katliyamların artık haber özelliği dahi kalmadı.
Tüm bunlar, bir başka eksikliği de gizleyemiyor; Sadece ülkemizde camiye gidenlerin dinledikleri, verilen resmi demeçler veya sokakta tanıklaşıp artık Vakıflarca yapılan uygulamalar da gericileşmenin din kulanılarak gelinen aşaması da adamızdaki yerleşme şekli de karşımızda dikilmektedir. Artık, gericileşme konusu din eksenli yaratılan koşullar sonucu, konuşulamayacak hale geldi. Hele de Türkiyeleşmenin buraya yansıyışı da eklenince, bu oldukça tehlikeli hal aldı.****
Bayram rehaveti ile gerçeklerden kopuş veya ilgisizlik de artı. Ayrıca, zaten gözden kaçırılan gerçekler de bol. Gerçi ülkemizde son yönetim dizayin sonrası bu rehavet daha bir tatlandı. Söylenecek fazla yenilik yok. Saadece, öylesine işler karıştırılıp kurtarılmak isteniyor ki tutarsızlık dizboyunu da aştı. Bunu en iyi aktörü da koltuk şefi oluverdi. Verdiği demeçlerle çelişki değil, şimdi ayni parakraf farklılıkları da uçuşup kimse kapılmadığı döneme girdik. Son gazete demeçleri, Türkiye gerçeği ile parti içi “Eroğlu gibi” ikilemlere de dokunmama telaşı adeta her cümlede karikatür veya fıkra yaratmaya adaydır. Hem duygusal olmadan makmcı seçildiği vurgulanırken, Aslındayla devamında ötekine de söz vermenin tamamlayıcı yönü oluyordu. Özellikle talimatlı Elçi sohbeti ile parti içi Dervişçi rolu duygusal normal dangadüngalara tanık oluyoruz. Bu bayramda ancak espiri veya fıkra noktasına dahi gelineneme acizliğini de gösteriyor.
Kısıtlanan alan ile dokunulmadan oynama ihdiyaçları, beceriksiz sabıkalı kişilik de eklenince, birbirine ters düşme kolaycıl açıklamalara da davetiye çıkarılmaktadır. Konuşma merakı, yetersiz olmak ve konuşmama sınırı sonucu Karşımıza bu defa Ersin Beyi çıkardı. Yeni oyuncumuz bize mubarek olsun! Bayramda espiri ve fıkra fakirliğimizi gidermeğe yarar.***
Bayramın birinci gününde, Türkiyeden kaynaklı medya ekseninden önemli 3 yazı okudum. Ardından aklıma 5 Haziran geldi. 5 Haziran, hem dünya çevre günü hem de 67 israil Arap savaşının da yıl dönümü. Bayram olmasa bu konuları epey inceleme fırsatım olacak tı. Ayrıca, Bayrama düşmese, ülkemizdeki özellikle fonlu örgütler para aşkına fondan kpma hevesiyle epey demeç vereceklerdi! Şu kutsal bayram bu gündemi kısırlaştırdı. Oysa dünya örgütleri özellikle yılı ve 5 Haziranın Çevre günü olması nedeniyle nefes alma öncelikli kuralı de eklediler. Rehavet ve tatil böylesi kazançlı günü de kulandırtmadı!
Öteki olay daha önemli; 67 Ortadoğu için önemli kavşak. Yaşanan Arap İsrail savaşı sonrası hem coğrafi hem de politik önemli sonuçlar çıkardı. Bunların etkisi günümüze dek geldi. Doğu Küdüs, Batı Şerya ve Golan tepeleri sorunu o savaşın neticesinde gelişti. Fakat, zaten genelikle yüzleşme korkusuyla kimsenin anımsatmak istemediği 67 Savaşı, bayramın da kutsal rehavetiyle yok saydırtıldı!*****
Tekrardan bayramın ilk günki makalelerine gelelim: Özellikle Bayramın ilk günü Türkiyeden önemli 3 makale karşılaştım. Musa Özuğurlu, Fikret Başkaya ile iprahim Varlının yazıları adeta günümüz yaşamın gerçekliği bakımından okunması gereken makaleler olarak bana geldi. Özellikle Musa Özüğürlunun Kıbrısla ilgili Duvar Gazetesindeki yazısı okunmalıdır. Birçok özelliği vardır: enbaşta resmi idolojik çenberi kırarak, kendi olanaklarıyla hem deniz hiprokarbonat konusu ve K. Kıbrıs hükümet değişimini yorumladı.Alışılmış Türkiye resmi eksen dışında bir yazıydı. Ayrıca, konuları uluslar arası koşullarla kısa makaleye sığdırtmaya üğraştı.
Musa özellikle K. Kıbrıs yönetim değişimi ile gelecek olasılıkları oldukça kısa ve öz olarak koydu. Alışılmamış, ancak, doğruları sorgularcasına inceleyen bir makaledir. Hani derlerdi ya: “Türkiyede Kıbrısın doğrularını yazan yok”! İşte Musa Özüğürlu, AKP siyasetini de iyi bilen birisi olarak, onu Kıbrıs sularına dek indirgedi. Ayni doğru bakışı Suriye gerçeğinde de gerçekleştirdiydi.Burada Musaya değil de buradaki kaynaklara diyeceğim var: Musa buradaki kaynakları da veri göstererek yorumlar yaptı. Yeni Düzen ile Ferdi beyin referansları vardı. Hükümet kurma konusundaki ağırlık bu eksendeydi. Buradaki bazı eksiklikler veya yanlışlar sorgulanacaksa, Musa değil de buradakilerin Kıbrısı anlatma yanlışlarındaki eksiklikleri sorgulamamız gerektiğini de peşinen belirtecem.
Musa Özüğürlünün Kıbrısla alakalı yazısı bir makalelik. Şüpesiz sınırı belli. Bu arada buradaki kaynakların da kontrolu ile çıkarlı olma gerçeği de Türkiyeden Kıbrısı gerçeklerle yorumlamak isteyen aydınların önemli bilgi eksikliğine de neden olmaktadır. Bu gerçeklerle, Duvar Gazetesindeki Salı günkü yazı mutlaka okunup, ama başta K. Kıbrıslı medyacıların da önemli eksik eleştirisel yüzleşmeği de yapmaları şartla gerçekleşmelidir…..
Hocamız Fikret Baaşkayanın Yeni Yaşamdaki yazısı ise çoğunluğun kolayca yanılıp, hat ta hedef olarak sloganlaştırdıkları Devlet hukuku veya Hukuk devleti” kuramı üzrinde oldu. Bolca herkes şu sıkışmışlık sloganlaşmasını yapar: “Devlet hukuku olmalı”! Başkaya, bu kuramın içeriği ile nasıl insanlar aldatılarak kulanıldığını anlatıyor. Her devletin zaten hukuku olma basit gerçekle başlayan yazı, herkese en azından kuramları doğru ve kavramları yerinde kulanma bilgisini aktarmaktadır. Sanırım basit dikatle bu yazı okununca, birçoğunun farkında olmadan nasıl kulanıldıklarının da kendi hikayesini bulacağına eminim.
Bayramın aslında başka ders veren ve çoğunmuz düşündükçe bileceğimiz bir konudur: “Sosyaldemokratlık”! İprahim Varlığın Birgün gazetesindeki köşesinde, Sosyaldemokrasinin günümüz gerçeğini basit görünümle aktardığı makaledir. Hala günümüzde K. Kıbrıstaki teslimiyet solun sağa işbirlikleşmesinin de savunu duvarı imgesi Sosyaldemokrasi olarak kulanımda. Oysa, gerçekten bu köşede de son dönemki seçimleri de okuduğunuzda, Sosyaldemokratların nasıl gerilediği ve teslimiyetle sağlaştığının sonuçlarını gördünüz. Varlı genel bakışla bunu topalladı. Hele de Kıbrıstaki aşmazlıkla önümüzdeki saray hikayesinde Akıncı kamuoyu tetiklemelerini de yaşarken, bu yazıyla belki birileri erken uyarı alır umuduyla, okunması önemlidir******
Yazıyı tamamlamadan önemli gelişmeği yazmadan olmaz: Hepimizin gençliğinde “Fabrika kızı, Beyoğlundaki Kadın veya Eylülde gel” şarkıları mutlaka anılarla hatırlardadır. Bu şarkıları seslendiren Alpay da elinci sanat yılını geçenlerde konserle yaşatırdı. Denizlerin ve Berkin resimleriyle sahnede buluştu. Derken, Arife günü tam da mubarek bayramın “bağışlayıcı kutsalığında” Alpay sahnedeki Deniz, Yusuf, Hüseyin ve Berkinin resimleri nedeniyle sorguya çağrıldı. Alpay; “Bunları anmak teröristlik se ben teröristim” dedi! İşte, Ersinin yolunda olup da gece elçilikte kahve iştiği Türkiye, böylesi karanlık günlerden geçmektedir! Alpay bunun sadece bir damlacığıdır.
Anladığınız gibi, bayram seyran dinlenmiyor. Yaşam akmaya ve gerçekler yaşanmaya devam ediliyor. İslam dünyasının kutsalığında İslamcılar öteki mezhepi yok etmek için Amerikalaşıyorken, Sudandaki Müslüman ordu demokrasi istediği için halkına katliyam uyguluyor. Sonrası mı: televizyonda seyredercesine “Hocamız acaba” denip de gerici hurafeleri kültürleşme inancı soruları sorularak yaşam şekilenmektedir. Hani bir İslam profeserün dediği gibi “Göldeki balıklar kuran dinleyerek daha erken büyürler” demesi gibi. Demek ki bayramın rehavetine gömülerek geçen çok gerçekler olacağı da kesin. Bakalım, Bayram sonrasına nasıl bir günde kendimize geleceğiz?