Öncelikle, Cezayir halkına selamlar: Haftalardır süren sokak protestoları sonrası, adaylıkta direnen Buteflika geri adım atıp, seçimler de ertelendi. Sokak, sonuçta başardı. Bundan sonrası bakalım hangi yöne eylim olacak! Konuyla alakalı yazdığım önceki yazımı okuyarak Türkiye Cezayir yorumlamasını tekrardan gözden geçirmeniz, konuyla alakalı size önemli ipuçları verecektir.****
Gelelim konumuza…. Yazıya başlarkan aslında şu uyarıyı hep aklımda tutarak giriştim. “Sakın ola Türkiyedeki gelişmeleri kendimizden uzak olarak anlamayalım. Gerçekten, Türkiyede pek de iyi olmayan gelişmeler hızla ağırlaşıyor. Üstelik, önümüz de belirsiz. Salt seçimler değil, ekonomiden siyasete oldukça önemli durumlar yaşanıyor. Tam da yazıya başlarken de hocaların hocası ve Türkiyenin dünyaca ünlü Marksis akademisyeni Korkut n Boratavın sözleri de çok uyarıcı gelmesi gerekiyordu. Onları dinleyerek de makaleme giriştim. Hoca, Türkiye ekonomisinin daraldığını, kötüye gidişin olduğunu ve bunun devam edeceğini eldeki verilerle aktardı. Ayrıca, Türkiyenin başka bir önemli ekonomisti de şu basit ama önemli aldatmacasına dikat çekiyordu: Mustafa Sönmez, örneğin, rakamlarla oynayarak nasıl aldatmanın basit birtanesini aktardı; “17 Yılındaki dolar ortalamasını 482 alınarak gelirler ve öteki rakamlar oturtuldu! Milli gelir de ona göre hesaplandı. Oysa, geçen yılki Dolar ortalaması 282 olmaktadır. Eğer doğru ortalama alınsaydı, Türkiye milli geliri daha da aşağda olacaktı. Bu bilgiyle birlikte birçok başka iktisatcının da uyardığı gibi, oynanan deyerlerle bazı sonuçlar sonradan gerçekliği ile karşımıza gelme ertelemesi olmaktadır.****
Haftamızda ekonomik olarak Türkiyenin Resesyona girdiği ve dahası, Resesyonken ters şekilde eflasyon artışı nedeniyle de daha dengesiz bir yapılanma karşımızda olduğu bilgisi de uçuştu. Tabi bunlar K. Kıbrısta pek konuşulmaz. Hele de şaheser ünlü iktisatcılarımız ilgili bilgilerle pek de yorum yapma eylimleri de yoktur. Onlar sadece “Neden Türkiyeden para gelmediği” sorgusuyla kim daha “Türkiyeci” reklamlı ekonomik oyuncu olmakla yetiniyorlalr. Nitekim, dolaylı yoldan Türkiyenin de durmunu net olarak söylemeden yine neyazık ki Serdar gerçeğin birkısmını söyledi. CTP veya TDp değil! Serdar açıkca Türkiyedeki siyasal ekonomik krizi dilendirdi. Oysa Tufan başka ışıklarla beklentiler cümleleri sıralıyordu. Serdar, paranın neden gelmediğinin de atresi Erdoğan olarak da söyledi. Oysa, Türkiyesiz ama net Türkiye içeleşme gerçeğimizle yaşarken, buradaki koltuk kavgasında “Neden Türkiyeden para gelmiyor” yanıtı hep işbirlikci rekabet söylemi ile koltuk hesabında dolaşıp duruluyor.*****
Hiç hesapta yokken, duyulan bir bilgiyle birden makalemin birkısmını alıp götürdü. Yine de konumuza doğru evrilelim: Girişteki cümle doğru. Gerçekten Türkiyede pek de iyi gelişmeler olmuyor. Salt ekonomik değil, rejim geleceği, devlet içi denge kavgaları ve nie başka konu sadece Türkiyede değil, birçok ülkede haber yorum olmaya devam edecek derecede derinleşiyor. Bunları görmezden gelirsek de sık sık yaşanan ve sanki olmamışcasına kendi kumumuza başımızı sokup kalsak da gerçekler kaçamaıyor. Son tutuklanan hem de CTP parti meclisi üyesi kadının olayı giderek doğalaşan baskılanma ve yeniden yapılanmanın son adımı olarak yaşandı. Fakat, hala olayın özü ve Türkiye etkisi yerine hala basitleştirip ve boşaltarak kendimizle kalacak olyalanma yoluyla konuyu daraltıp brakıyoruz. Özellikle de kadının üye olduğu parti kendini hükümetci sunarken ve demokratik açılım havarisi yaparken, nedense kendi içteki birine nasıl sahip çıkılamadığının da tarihi örneğini kanıtlıyordu…
Evi basılıp tutuklanan kadının nasıl nedenlerle uydurulma çabaları içinde gerçeğin Kürt kimliği ile Türkiyenin K. Kıbrıs yapılanması adeta örtülme çabasında olunuyor. Son günlerin ve kısa zamanın yaşananları salt hukuksal değil, siyasal baskılanma ile yetinilmeyip burada da gerici yapılanışın kurumsalaşması olduğu nedense konuşulmuyor. İsterseniz kısa olayları tekrarlayarak anlatalım. Bir yerde onca olay olup, normalden daha da geride kabulenip balık havızayla unutulma kültürünü de anlama şansınız olacaktır.
Barbaros Şansal olayı ile basit hukuki kural dahi uygulanmadan, sırf Türkiyeden mesaj geldi diye apartopar alınıp ülke dışına gönderildi. 22 Ocak günü Afrika gazetesine resmen linç hareketi yapıldı. Nedeni Afrindeki işkal olayının mahşet yapılması! Bursadan yükselen sesle çağrı gelmese belki de bu haberin burada sözü dahi edilmeyecekti. Ancak, Bursa yükselen ses ve ertesinde başta malum kesimelr ve TC heyetine göbekten mali bağımlı bazı belediyelerin direk katılımıyla, Afrika linç hareketi yapıldı. Polisin seyirciliğine uymayan bir kesimin engeli olmasa o nefretin neyi yaratacağı da tarih bize çok iyi gösterdiydi.
Hızlarını alamayıp Meclisin tepesine aşiret bayrağı dahi çekildi. Bu eylemcileri bazı mebvuslarımızla kucaklaşması tarihi fotoğrafı da ibretliktir. Kendi kutsal meclisleri basılırken yemin edenler, daha sözleri kısırlaşmadan tam aksinde kucaklarda buluşuyorlardı. Peki, tartışılma şeklinden yargı sonuçlarında olanlar da hala herhalde aklınızda. Hala yakalanmayan ama bilinen kişiler olup konu çoktan kapatıldı. Ne yönetim kesimi nede kutsal mebuslar olayı takip etmediler….
Dahası var; bir ön bilgiyle bunu anlatalım: Türkiye içişleri bakanı geçenlerde yurt dışından ve özellikle Almanyadan gelecek olan turislere şu ikazı yapıyordu: “Siz yurt dışında bazı eylemlere, toplantılara katıldıysanız, Türkiyeye girerken tutuklanacaksınız” dedi. Aslında, bunun provası K. Kıbrısta yapıldıydı: nedense ne buradaki birçok kesim nede Türkiyedeki muhalifler bu uygulamaya hiç karşı ses çıkarmadılar! Güneyden gelen ve Kıbrıs cumhuriyeti vatandaşı olan Suriyeli, K. Kıbrısta tutuklandı. Suçu, Güneyde Türkiye alehtarı protestolara katılmasıydı. Cezasıyla birlikte sürüldü. K. Kıbrısta bunun yasalığını makamcılar ve birçok örgüt hiç sorgulamadı. Türkiyedeki kesimler ise duymazlıktan geldiler. Öyle geliyorlardı ki “K. Kıbrısta çağdaş ilişkiler ve demokratik kuralların işlediği” ezberini tekrarlamaktan da geri durmuyorlardı… işte Süleyman Soylu ayni konuyu genel siyasal duruş olarak özellikle Almanyaya haykırdı. Negarip buluşma ki bizim bol gezmei Turizm makamcımız da Almanyada olup, ülkemize “bol Alman turis geleceği” demecini patlatıyordu….
- Kıbrısta, kitap bulundurma veya şarkı sidisindeki ezgilerden dava açılmalar ise sık sık şöylesine duyulmaya başladı. Nevruz gününde yasal Demirtaşın kitabının dağıtılması dahi polis saldırısına ve tutuklamalara neden olmaya yetiyordu. Bunlar sanki normalmış gibi sürüp, birielri de konunun özünü boşaltarak hafifletme adına “yasalık” lafazanlıkları yapmaya devam ediyor. Bolca da kadın örgütlü ve ağızlarını her açtıkalrında kota isteyen kesimimizin olduğu koşulda, son tutuklanan kadına vurulan kelepçeden tututun, davrınış şekline dahi ses çıkarılmadı.
Başka bir tuhaflığı da Barış hazretleri “zırt” diye yaptı. Neymiş, Niyazi Kızılyürek ile Mustafa Akıncı ayni karede görülmesi tesadüfmüş. Sanki, ikisinin karşılaşması veya sohbetleşmesinin suç olacakmış dalgasına kendi de katılarak doğalaştırdı! Galiba, saray koltuğu dili başka bir zehirleme hastalığına sokuyor. Neden Mustafa Akıncı ile Kızılyüreğin konuşması anormal olsun! Zorlu Töre ile konuşurken normal da öteki olunca anormalmı! Aslında, resmi idoloji kendine eklenenleri de kendine benzeti. Neymiş, kendileri beyemediklerini ötekiler de beyenmemek zorundaymışlar ortak paydaşı neyazık ki Barış bey de katıldı. Aslında, Mustafa Akıncı hangi kişiyle konuştu veya birlikte karade oldu yorum yapışı ve onu savunma veya eleştirme ikilemi, bizi siyasal gericileşme kültürüne nedenli ulaştığımızın acı sonucudur. Peki Barış efendi; Ersin Bey veya Zorlu hazretleri bundan idolojileri veya probaganda yapma adına mavzeme olarak kulandılar! Sen onların anlayışı ile savunma yapmak zorundaymıydın! Bu konu dahi K. Kıbrısta sorun. Oysa Mustafa Bey madem barışçıl! Zorludan çok Niyaziyle konuşması daha normal olması gerekir imajı da oluşması gerekirdi. Şu tuhaflığa bakın, kimin kiminle konuşması konusu dahi probaganda mavzemesi olma koşuluna dek geldi…
Ama tekrarlayacam: son tutuklama olayı yeni bir sıçrama eksenidir. Belli ki tıpkı laiklikten gericiliğe geçişte Türbanla başlanıp kuram kursu ve din ile tarikat kaynaşımı yol ile yapılandırma olurken, hukuki baskılanmaları da Kürt antiliği üzerinden başlatıp toplumda normaleştirme yönünde epey yol aldılar. Bunu görmezlikten gelmek ise yarına şimdiden teslim olma ruhiyesinin aynasıdır. Geçiştirme demeçleri ve yasal kısır tartışmalarla yeni yapılandırma zemini neyazık ki birlikte oluşturuluyor. K. Kıbrıs, Türkiye gerçeğini yeniden yaşıyor. Ama, kendi gerçeğini de birlikte damıtarak normaleştiriyor. Türkiyesizmiş gibiyle kendi iç sorunsal gözle yuturma başarısı yeniden gerçekleşiyor. Yukarda sıraladığım birkaç olaydaki sesizlikler bunun kanıtı. Hele, son olayda Kadın örgütlerinin kayboluşu, CTp ekseninden yasal lafazanlık oyalamaları ve saraydan günü kurtarma açıklamaları aslında denilen demokratik ve çağdaşlığın olmadığı, Türkiyeleşmenin sancısızca devam etmenin örneklemidir.
Onca gerçeklik ile pişkince davranmanın çıkarsama birlikteliğini yaşadık. Teslimiyetin pişkinlik politik dersinin canlı ve acıtıcı bölümlerini yaşamaktayız. Boşuna Ayşe hanıma ve hükümet başı Tufan beye Süleyman Soyluyla yapılan protokolun ekleriyle birlikte açılımını talep etmiyorduk! Oysa, buradakiler susup sonra bir bölümünü açıklarken, Süleyman Soylu Türkiyede haykırarak “K. Kıbrısta Teröristlerin inlerine inecek anlaşma yaptığını” söylemekteydi.
Yükarda özetlenenlerle başlık yan yana gelince, sizlerde alınacak bir ders gördünüz mü? Hele de bunlar yaşanırken Kamu reforumu ve eğer işler yolunda giderse Erdoğanın da imzaladığı protokolun yarına neyi işaret yaptığını da kavradınız mı? Olmaadı mı; pişkin pişkin konuşmak, yasa falan söylemek veya bekleyelim bakalım la oyalanıp teslimiyete devam.