Ben bu yazıyı yazma girşim nedenim şu: Cuma ikindini tanıdık ve eskiden beri CTP taraftarı olan iki arkadaşımla karşılaştım. Bana daha merhaba demeden hemen şu soruyu sordular: “Neden her konuyu kötü zanediyorsun” diye içerlediler. Ben merakımla onların konuyu aşmasını söyledim. Doğrusu, iyi arkadaşlarım olup, hem uzun zamana dayalı hem de yeri geldiğinde birlikte kendi partielrini de kıyasıya eleştirdiğim dostlarımdı. Bundandır ki nedenlerini anlamaya çalıştım. Meyerlim konu şu: Perşenbe günü medya yayınında Hem Tufan Ersin diyaloğundaki dediklerim ile Dom otel anlaşmasındaki sarfetiklerim onlara göre “keskin beyenmemne eleştiri” olma derecesine geldi! Gerçekten onları dinlerken de kendim hemen konuyu beynimden geçirip, aslında birçok insanda ayni algılarla yanılmanın olasılığını da anlıyordum. Sözlerini hiç kesmedim. Gördüm ki gerçekten perşenbe günü tam noktadan vuran sözler yaptım. Fakat, karşıtlar taraftarlık dolduruşlarla bunları neyazık yine anlamadı! Çünkü, bilgi eksikliği veya karşıtın yetersizlikleri eşitdir kendilerinin gerçeklikte olma sonuç algısı oldukça yaygındır. Ayni olayları enbasitiyle, “Rumlar böyle söylüyor” sonucuyla, hemen bizimkiler doğrudur sonucu hep ayni yanılgısal sonuçla yapılmıyormu?
Arkadaşlar sözlerini tamamlayınca, onların biraz heycanını da giderecek şekilde konuşmaya başladım: Çünkü, amacım dostları gücendirmek değil, onlara kendimi yeniden anlatmaktı! Basitce önce Ersin Tufan ekseninden söz edip, gerçekte klasik UBP gerçeği ile Ersin zaten bir kelime fetihcilikle söylediklerinin tutarsızlklarına sarıldığını belirtim. Zaten, genelde UBP Liderlerinin öteki kesimelrle karşılıklı tartışamadıkları, bundandır ki katılmadıkalrını da belirtim. Ersinin nadir bir tavır yaptığı ve yeniden klasik UBP resmini ekranda çizdiğini söyleyerek, Sonuçta UBP tabanına soracak olursak, onların da başkanlarının başarılı olduğunu neyazık savundukalrını da ekledim. Doğru bakış ile taraftarlı algı operasyon gerçeğini kısaca anlatırken, çaktırmadan Tufanın da aslında bu koşulu kulanarak sistem ilkeleriyle konuştuklarını ekledim. Hem kendileri hem de UBP başarı derken, aslında çoğu konunun yanıtsız brakıp sistemsel bir kısırdöngü tartışması olduğunu ve amacın da her iki kesimce kendilerine göre başarı olduğunu belirtim. Ardından bunun eleştiri değil sadece sonuçta “gaz alma” olduğunu söylememin eleştiri değil çıkarsama olduğu ifadesini koydum. Hemen karşılık gelmeden de Dom ötel konusuna geldim. Konunun çok tartışıldığı, fakat özüne dokunulmadığı için de yine yanılsama olduğu da kesin haldeki gelişmeleri sıraladım. Sonuçta, benim eleştiri değil yetersiz bilgi ile sonuçlardaki “kazanma” abartısına değindiğimi anlatım. Ek olarak da haklı olduğumu söyle kısaca özetledim: “Daha önce Vakıflar veya yönetim böyle bir anlaşma yapıp yapmadığını” sordum! Çünkü; ilk defa Vakıflar ve özde yönetim böylesi ağır koşullu anlaşma yaptı. Daha önceki benzer kuruluşlara Vakıflar nasıl anlaşma yaptığını ve özellikle ve özellikle kumarhanelerle alakalı bölümün de geçerli olup olmadığını sordum diye anlatmaya çalıştım. Kısaca; eleştiri yapmadım! Yanlış doğru demedim! Sadece önceki anlaşmalarla kıyasının yapılmasını ve bu gaz alma tartışması sonrası gelişmenin olmasıyla gerçeklerin örtülmemesinin önemli olduğunu tekrarladım. Fakat, arkadaşlar, partilerinin eleştirildiğine öyle inandılar ki eleştiri ile eksiklik söylenmesi farkını neyazık pek ayırt edemediler.*****
Bu yaşanmışlık olay bana başka konularla da gelişecek bir makale yazmamın önemli olduğu fikri aklıma yatıverdi. Yalnız, Mart günleri çok yüklü. Hem güncel gelişmeler hem de günümüz tartışmlarına yardımcı olcak günler de vardır. Fakat, ben bu makalemde uzun uzun 4 Mart 1964 Güvenlik konseyi kararı üzerinde uzun uzun durmayacam! Sadece bu kararla günümüz Kıbrısın statüsündeki önemini anımsatacam. Öyle ki 9 Mart tarihinde karardaki içerik ile Türkiye Başbakanı inönünün “görevlerinize dönün” çağrısına rağmen dönülmeme yanlışına da pek söz edecek değilim. Ama, bu basit bilgi bilinse, enazından Kıbrıs Cumhurieytinden “kovulma veya kaçmakmı” paradoksuna kolay bir yaşanmışlık yanıtıdır.
Ayni şekilde; Bizde anımsatılacak olan 9 Mart Baf direnişi olayının aslında öncesi 7 Mart olayı ile başlandığı bilgisiyle de uzun uzun tartıştırtmayacam! Çünkü, yaşanan yeniden yaşanamaz. Siz istediğiniz kadar sadece bir sonuçla tümüne varsanız da gerçekler hiç değişmez……
Konuda böylesi çeşitli konuları içerecek başlık koymamın önemli nedeni, tek konuda kalmamak, fakat sonuçlardaki kandırtmaca siyasal oyuna da dikat katma amacım olmaktadır. Nitekim, yazıyı yazarken tarih 8 Mart. Uluslar arası Emek kadın günü olmaktadır. Daha gerçeği, birçok ezilmiş kesimin mücadeleyle kazandırdığı günden söz edilmesi gerekmektedir. Elbet, olay bu noktayla başlarsa, onca zaman sonra, tüm ülkelerde gerçekler yaşatılırken, şu önemli sorgulama da yapılması şart: Nereden nereye gelindi! Güncel daha somut şekliyle; neden günümüzde Kadın yaşamında gerilere doğru gidiliyor ve yeni sorunlar da doğmaktadır? Oysa, bu sorular, sorgular pek yapılmıyor. Ama ince aldatış da kolayca gündemleştiriliyor: yaşanan olayla alakalı rakamlarla konular lüks salonlarda konuşuluyor. Kadına yönelik tutumlardan rakamlarla bilgiler ve sistem içinde bunları çözme bilimseli koynu oynanmaktadır. Fakat, hiç uzağa gitmeden, K. Kıbrısta bu konuda enazından “ne oldu ki onca sene sonra, son dönemde kadın haklarına kotalarla vekil dahi yaptırılırken, sosyal yaşamda gerileme ve şidetle yaşam gelişliyor? Bu sorgu yapılmıyor. Sadece “Artan şidet, kadına yönelik cinsel ayrım” gibi sözlerle yanına rakamlar da konulup tartışma yapılıyor. Bazı önerilerle de iş bitilriliyor.
Halbuki,konunun iki özü hiç ele alınmaz! Sosyolojik gerçeklik ve siyasal seçkilerin getirdiği nokta. Bubunlar söylenmez. Örneğin, K. KIbrısta sosyolojik değişimler veya karmakarışık yapılarla kalabalıkların yığılma politikası ile siyaset eksenindeki resmen gericileşmenin eğitim ve diyer olgularla güçlenmesi sonucu kadının ekonomik alandaki sömürülme şekli ile yaşamdaki bakış inancındaki sonuca parmak basan olmuyor. Özellikle siyasal gericileşme ile şidetin önemsenmesi idolojik boyut la egemenlik işbirlikci ilke oluşu yanında dıştan getirilen işçi sömürüsündeki kadın gerçekleri birlikte sorgulanmıyor. Öyle ki lüks salonlarda hat ta birileri de fon paralı istenen resmi görüş eksenli söylem yaparken, çoğunluğa tüketim lükslü eğlencelerde yaşatılırken, birçok kadının bazı yerlerde çalışma şekli pek de konuşulmaz. Nedeolsa, onlar “Kar getiren, ezilen yabancı insanlı kadınlardır”! Türkmendir, Azeridir veya Moldovyalıdır…. Olmadı mı: Müslüman kadın olup zaten bazı imamların dahi camilerde dediği gibi “Kadınalrımız baştan günahkar yaratıldıkları için peğanberimiz onlara namaz kıldırtmayı dahai bahşetmedi” diyenler dahi oluyor. Ama, Kadın gününü ezilenden koparıp, sistemle özdeşleştirip de ayrışmalı gün olarak günü kurtarmada kulanmaya devam edilmektedir.
Şöyle bir sorguyla başlayalım: Lüks odada, bolca katgılı söylem veren kadın sözcüleri; ayni anda istanbulda bibergazı yiyen cinseldaşlarınıza bir selam göndermek, aklınıza geliyormu! Aman, sonra lüksünüz bozulur. Evet, KIbrısta nutuklar genel gerçeğe dokunmadan, konunun nedenini salt erkekle açıklayıp orada brakanlar, enazından arada Türkiye gelişmeleriyle de desteği ile umut ponpalarken, istanbulda kadınlar gününde kadınlara bibergazı sıkılıyordu! İşte böylesi gerçeğimizle 8 Martı da geçirdik.