1964 yılında daha 7 yaşındaydım. 7 Mart 1964 şaibeli (Ansızın ne olmuşsa olmuş karşı mukavemetleri ve sayıları, zayıf olmasına rağmen Kıbrıslıtürkler, Baf’ta saldırıya geçerek bile bile Kıbrıslırumları tahrik etmişlerdi) çarşı saldırısından sonra, misillemeye başlayan Kıbrıslırum güçler, ağır silahlarla vurdukça vuruyorlardı. Dışarda atılan bombalardan dolayı ortalık toz dumana bürünmüştü. Bir aralık Baf’ın Kuzey Batı’sında bulunan Mavrali Bölgesi’nde görevli bulunan büyük dayım İbrahim Cibo, telaş ve korkuyla mevziden geri gelmişti. Ben o küçük yaşıma rağmen olumsuz olayların olduğunu anlamıştım. Dayım gelmiş ve benden iki yaş küçük olan oğluyla, yine benden üç yaş küçük olan kızına sarılmıştı. Ben bunun bir veda ediş olduğunu anlamıştım. Anneme anlattığına göre mücahitler yavaş yavaş geriye çekiliyorlardı. Kendi mevzisindeki arkadaşları esir düşüp öldürülmüşlerdi. Mukavemet edecek güçleri kalmamıştı. Dayım elindeki tabancayı ve iki el bombasını tutmaktaydı. Çok üzüntülüydü. Bu arada Baf Çarşı camisi (İki camimiz vardı; biri Ebubekir, diğeri de Çarşı camisi), gene mücahitler tarafından minare kısmı, Rumların eline geçmemesi için patlayıcılarla tahrip edilmişti (Minarenin yarısı tahrip oldu;propaganda kaynaklarımız bundan bahsetmez”Rumlar yaptı derler”). Durum çok kötüydü. Gene anlattığına göre bir Rum tankı (Buldozerden bozma) da yavaş yavaş bizim bölgeye ilerlemekteydi ki galiba bu tankı mücahitler mayınla havaya uçurmuşlardı. Onlarca kadın ve çocukla aynı odadaydık ve insanlar telaş içinde birbirlerinin yüzüne bakmaktaydı. Yüzlerde korku okunmaktaydı. O anda üç çocuğuna sarılan gözleri yeşil olan bir kadının korkudan ve telaştan ağlayarak ve çığlık atarak çocuklarına sarıldığını gördüm (O kadın sonradan akıl hastahanesine düşecekti). Onların ağlayışlarını görünce benim de korkudan ağlamaya başladığımı hatırlamaktayım. O ölüm saçan tankın biraz sonra içeriye girip hepimizi öldüreceği korkusu içindeydim. Daha sonra o tankın mayınla berhava edildiğini ama o günkü olaylarda birçok tahrikin de bizim tarafa ait olduğunu hemen hemen olayları bizim başlattığımızı öğrendim. Çarşı saldırısında, yedi Kıbrıslırumu öldürenlerin, 9 Mart’ta da misillemede 15 Kıbrıslıtürk’ün ölümüne sebep olduklarını , sayımızın az olmasına rağmen niye uyuşma noktası aramayıp da çarpışmaya ve olayları büyütmeye çalıştığımızı bir türlü bugün bile anlayamıyorum. Yoksa amacımız insanlar ölsün de Türkiye Kıbrıs’a müdahalede bulunsun muydu? Sanırım kuvvetle muhtemel olan da buydu. Onlarca insan her iki taraftan da boşu boşuna öldürülmüşlerdi.
Yıllardan 1967 yılıydı. Köfünye olayları… Köfünye’ye giden Sancaktar, keyfi davranıp Lefkoşa Limasol yolunu geçişe yasaklayınca, General Grivas hemen emrindeki Yunan Ordusu’yla köye girmiş ve kısa bir çarpışmadan sonra, 24 de kayıp verilince köyü eline geçirmiş, bu arada Türkiye de Yunanistan ve Makarios’a sert çıkınca, olay bir anda genel bir savaş havasına bürünmüş, ilkokul öğrencileri bile mevzilere sürülerek mevzi kazmışlar, her tarafa barikatlar konarak, tankların Türk Gettolarına girişi engellenmek istenmişti. O dönemlerde 10 yaşındaydım ve çok küçük olan iki yaşlarındaki kardeşimle mevzilere toprak çuvallar taşıdığımızı hatırlıyorum.
1974 yılındayız… 17 yaşındayım. Bir sene once İzci Kampı kamuflajıyla Baf yakınlarındaki Türk Köyü Mandirga’da, deniz kenarında, askeri eğitim görüyoruz ve hatırladığım kadarıyla üç de piyade kurşunuyla, baba piyadelerle nişangah eğitimi de alıyoruz. O sene, benim akran birçok arkadaşımla, o kampta iki hafta askeri eğitim görüyoruz. 15 Temmuz 1974’te, Makarios’a darbe olduğunda, bir gün sonra mevziye çağrılıyorum. Akranlarım da aynı şekilde… Bana devredilen bir sten makineli tabanca , iki şarjür ve onlarca kurşun vardı üzerimde. İmzaladığım bir kağıtta, neteye gideceğimden, silah numaram,ekmekliğimden matarama kadar herşey önceden kararlaştırılmıştı. Günlerce mücahitlerle nöbet bekliyoruz, aralarda silah eğitimi ve askeri eğitim alıyoruz. 20 Temmuz 1974 yılında bir bölgeye saldırı yapıp oradaki iki Kıbrıslırum Makariosçu polisi esir alıyoruz. Daha sonra da Baf’a çıkarma yapan “L 172” numaralı Yunan gemisi ve çıkarma yapan yedi yüze yakın komando ve çevredeki “EOKA B” birlikleri dahil, deniz ve karadan muhasara edilerek, 21 saat bombalanıp, 21 saat sonra esir düşüyoruz. 17 yaşında daha yeni genç bile sayılamayacak, yüzünde bıyıkları bile terlememiş bir çocuktum. Ne kadar korktuğumu atılan bombalardan ve mermilerden kendimi korumak için ne kadar telaş ettiğimi, bu arada genç genç kayıp verdiğimiz arkadaşlarımızı nasıl unutabilirim ki? Sadece Baf Bölgesi’ndeki kayıpların 30’dan fazla sayıya yaklaştığını çok iyi biliyorum.
Askerlik maceram gene bitmiyor. Öğretmen Kolleji’ni bitirdikten sonra bu defa da 18 ay asteğmen çavuşluk yapıyorum. Askerlikteki maceraları ve olayları ise buraya yazmayacağım. Bizlere “ Güney’de de aynı, askerlik yapılmalı, sınırlar korunmalı” deniyor. Tamam da Kıbrıs çoktan AB üyesi…1963 ve 1974 yıllarındaki şartlar var mı? yani, sorunları askerlikle, sınırlarla, şiddetle mi çözmek lazım? Güven vermek için illa ki garanti mi olması lazım? Yahu kardeşim eğer Kıbrıslırumlar garanti istemiyorlarsa onlara karşı siz de garanti yerine daha uyuşmacı şartlar veya Kıbrıslıtürklerin güvenliğini sağlayacak demokratik normlar önerin. İlla ki herşey pazu gücüyle mi olacak? Pozitif barışın şartlarını getirin. Çünkü bir tarafın haksızlığa uğradığı bir barış negatif barıştır. Barışı kurmak için karşı tarafı da tatmin etmeniz gerekir.
Kıbrıs’ta vijdani Reddin önemi aslında taihteki olay ve yanlışların da düşünülerek, gelecek kuşaklara barış içinde bir ada sunmakla artmıştır. Aslında vijdani red barış içinde bir kıbrıs yaratmak da demektir.