Şok tedavi kavramı, sağlıkla alakalı bir kuramdır. Bu kavramla, tıpta hasta üzerindeki kulanılan yöntemlerden birisidir. Yetmişler ortasından sonra, yaşanan Kapitalist ekonomik kriz ve seçenek olarak sunulan Neoliberalizim ile birlikte, kuram tıpbi alanından siyasal anlamlı yeni bir içeriğe ulaştı.Dönemin sol ve aydın kesimler Neoliebralizme geçişi ve getirdiği düşünce modeline kısaca “Şok tedavisi” olarak isimlendirdiler. Böylelikle, Şok Tedavi kuramı insanı şoklarla ayakta tutma tedavisi veya hüçreleri öldürerek canlıyı yaşatma tekniklerinden sonra, siyasal can çekişmelerle, uygulanan siyasal yaşatma modeline de aynen “Şok tedavisi” denildi. Seksenlerde, sol aydınalr ve bilmciler bu kuramı sık sık kulandılar. Özellikle de Latin Amerikada Neoliebral uygulamalarda ve giderek demokratik tartışma olanakları olduğu sürece, Türkiyede yeni Neoliebralist geçişe hep Şok tedavisi kavramı da eklendi….
Kapitalizim Neoliberalizimle yaşanıp, kendine has kurallarla sistemi yeniden üretmeye çalışırken de Şok tedavi politik hamlelerle birlikte, kendi kültürünü de gidrek yerleştirdi.Bunun yansımaları da ülkelerin konumuna göre, egemen hegemonyası da yapılandı. Dönüşümlerin şok tedavi şeklinde oluşu ise, izleri hala günümüzde de yansımaktadır. Bunlar kendine has bir dünya getirdi. Başlangıçta ülkemizde de “olamazla” bu hamleler eleştirilirken, şimdielrde bunların kuşatılmışlığında sistem yaşamaya devam ediyor. Yenileşme ile bellek sildirtme yaşantıları yanında, gerçeklerle,konuşturulanların alakasızlaştırıp algısal yerleşkeler sonucu, banbaşka bir yapılanışla karşılaşıyoruz. Nasıl ki geçen Yeni Yaşam gazetesinde, ünlü bilim adamı ve düşünür Fikret Başkayanın yazdığı gibi, “Sömürgecilik kendi kültürünü yaratarak, oradaki insanlara bu kültürü savunur hale getirme” sonucunu gayet basit şekilde belirti….
Bu anlatıları K. Kıbrısta günümüzde gayet basit şekilde yakalamak mümkündür. Kamuoyu veya medya güncesinde gerçekler değil, istenilen ve tam aksi algılarla yaşananlar aktarılmaktadır. Gerçeklerden çok, sistemi koruyup gerçeklerden uzaklaştırma düşünceleri artık kültürleşti.Bir anlamda, şok tedavilerle, resmen olan gerçekler değil, tam aksi bunlarla alakalı olmayan gündemlerle savrulup durulmaktadır. Bunun da sonucu, yaşanan krizler veya yanlışlardan çok, anlamsız ve alakasız algılarla uğraşıp banbaşka dünyalarda dolaşıp, sistemin devamlılığını da korunmaktadır.Buna ek olarak da karşılaşılan sorunların veya süreçle gerçekleşen koşulların gerçeğini değil de banbaşka dokunuşlarla yeni bir düşünce kültürü yaşatılmaktadır. Ekonomik aşmalzlar, insani felaketler, sosyal patlama aşamasındaki adımları nedenleri ile değil, önce imkar edip görmezden gelinir. Banbaşka penbe taplolarla konular beyinlere konulur. Daha sonra, bunlar gizlenemeyince de aynen Türkiye modeli veya son genel Emperyalist kulanım gibi “dış mihraklar, karşıt düşmanlara” havale edilir. Birilerinin bu yanlışları kışkırtıp yıkmak istemleri anlatılır.
Türkiyede önce ekonomik krizler ret edilirken, kaçınılmaz olarak artık etkileri de görülerek etki yapınca da “dış mihraklara” havale edilip yine de “krizin yokluğu” savunusu devam edilmektedir. Bizde daha da vahimi var: tüm yazılı belgelere, alınan uluslar arası kararlara rağmen, hala “egemen devlet olma ve bağımsız karar almalarla” normal devlet gibi savunmalar devam ediyor. Tüm vuran dalgalara ve çarpan gerçeklere rağmen, K. KIbrısın sömürgesel gerçeği, ilhaklaşma adımları adeta yok sayılmaktadır. Sömürgesel kültürle savunup bunlarla banbaşka dünya da kurgulanmaktadır. Karşılığı da oluşmaktadır.
Bunun en son örneğini son dönemde yeniden gelişen olaylarla yaşadık. Çavuşoğlu ziyareti ve sonrasına değinmeyecem! Birlikteki ortak resim ile sonradan dönüşen “kıvırmalara” da pek yer verecek değilim. Bunlar hep oldu ve olacaktır. Sadece, bazı yeni gazetecilerin de bu teslimiyet korosuna girmelerinden başka değişkenlik yoktur.
Gelelim esas Salı gününe: iki gün öncesine… AİHM yeni bir karar aldı. Elmaslar cinayetinde Türkiyenin gereken yardımı yapmadığına karar çıkarıldı. Bu ilk ayakta değil, istinafta sonuçlanan yargısal noktadır. Elmaslar cinayetinin Lefkoşanın güneyinde ve hat ta Pergama sınırına yakın gerçekleşmesi elbet çoğunlukta unutuldu. Burada işbirliği yapmayan “KKTC” olarak değil yeniden direk Türkiye suçlandı. Bizimkilere sorsanız, burası muhataptır ve işbirliği burasıyla yapılmalı denecek de AİHM gerçeğinde de gören uluslar arası hukuk gerçeğinde yeniden Alt birim yani idari sömürge gerçeği yeniden belgelere kazıldı. Bundandır ki özellikle Türkiye medyası böylesi kaybedilen AİHM kararına tıs demedi. Burada da bol hukuklu kabinemiz ve yüksek yargılarımız da dokunmadı. Onların değimi ile “bazı marjinaler” haberi verdiler! Hani Çavuşoğlu önünde gazetecilik coşkusuyla adına demokartik yaftasını “doğruyla” yapıştıran kişinin “bunlar bir avuçtur” deyişi gibi. Ama, böylesi Uluslararsı kararı da hep gerçekleri söyleyen birkaç kişi haberleştirip yorumluyor nedense!
Bu konu haber olup gerçeği ile konuşulsa, K. Kıbrıs ile Türkiye bağının hem de uluslar arası hukuka dek konularak kabulenmesi yüzleşmesi gayet basit şekilde yeniden yaşanacaktı. Fakat, bu basitlik dahi onca kurgulanıp yerleştirilen ve bundan nemalanıp siyaset geliştiren kesimin de ezberi enazından bozulacaktı. Öyle bozulacak ki birielri geçmişle bu konuyu anımsayıp, ilgili katliyamla sadece katletmeler değil, öncesi ve sonrası olan olayları da anımsayacaktır. Hele de K. Kıbrısta aranan bir kişinin, Kuzeyden Güneye geçip o zamanki “Başbakan ve maliye bakanının” oluşu da akla gelecekti. İşler devam edince, katilerin neden verilmediği ve yargıda yardımlaşamama da göz önüne gelinecekti. Fakat en basit gerçek, Türkiyenin K. Kıbrısta olanlardan sorumlu olduğu, Kuzeyin Türkiyenin en hafif yumuşatılmış alt idari birimi yani işkal altındaki yeri olarak da kabulendiği hukuki paydaşı yüzlere çarpılacaktı.
Bu haber pek önemsenip uluslarası belge niteliği ötelenirken, öte yanda, durmadan ruma veriştirip, siyasal “eşitlik” isteme veya başka seçeneklerin içeriği konuşulmadan talep etme ezberi de tekrarlanıyordu. Bunları hep gözden kaçırdık. Loizidu kararlarıyla başlayan AİHM kararları Kıbrıs hukuki gerçeklerine ve Türkiyenin yargılanma süreçleri nedense hep dikatten kaçırılıyor. Çünkü, siyasal bedeli hala olmayan ve sistemin devam etmesine hukuki kararlara rağmen genel engel konulmamasının da etkisi çoktur.
Gelelim bir de dünya düzeyinden: Ben Ratyo ve Mayıs ile internet Maayıs yayynından çıktıktan sonra Avrupa parlementosunda Venezuela oylaması konuşuluyordu. Özellikle AB eksenli olma düşüncesi ile parlementonun Anti Venezuela kararı nedeniyle, hemen Maduro yargılanmaya başlandı. Çünkü, yine tüm gerçeğin resmi olmadığı için, sanki AB eksenli tüm kararların doğru olduğu veya onların sınıfsal özü hep unutuluyor…
Venezuela ile ilgili bundan önceki iki yazımda enazından nedenleri ve yaklaşım konusunda özet olsa da görüşlerimi yazdım.Nedense şu yanılgı hep oluyor: AB kurumları sanki tek eksenli siyasal etki alanı halinde algılanmaktadır. Parlementonun sanki bizim ayni veya benzer görüşlerde insanlardan olduğu anlayışı oluştu. Halbuki AB parlementosunda birçok siyasal görüş vardır. Ağırlıklı olark da sistemsel partilerin ağırlığı vardır. Dikat edin, Sol kanat AB parlemento kararına karşı çıkarken, tıpkı bizde ve Türkiyede de olduğu gibi Sosyalddemokratlar Trumpun yanında sıralandılar. Ayni durum Ortadoğu için de oluştu. Hatırlayın AB parlementosunun Suriye ve Lipya kararlarını. Hat ta; Afrika ve Latin Amerika sol kesimleri, AB sol eksenli ve sosyaldemokrat kesimelri oldukça eleştirdiler! Onların, tıpkı sömürücü efendileri gibi sömürge ülkelere baktıklarını söylediler. Sol evrensel toplantısında Avrupa solu ile üçüncü dünya solu arasında oldukça tartışmalar da yaşandı.
Yukarda özetlediğim iki olaya dahasını eklemek mümkün. Konuşamazken ansızın karşılaşmak ve istenileni söylemenin sonucu mu: dış mihraklar bizi karıştırıyor, bunalr terörle alakalı kesimlerdir denilip atılıyor. Dahası, karşıt tüm kesimleri ayni kefeye koyup en çirkin düşman algısıyla suçlanıyor. K. Kıbrısta en ufak konuda dahi Rumların tüm dünyayı kandırdığı tavrı hala karşılık buluyor. Bizim hırsızları, yolsuzları dahi söylemek, birilerince karşıt kılınmaya yetiyor. Krizlerde düşman yaratmak, kirlilikte çirkeflikle savunma kurgulamak şok tedavisiyle ayakta duran sistemlerin önemli sektomlarıdır. Bunları önce gerçeklerle yıkmak engelemek gerekir. Hala, son başta AHİM kararına rağmen, kabulune karşın burasını başka sunmak ve Kutretzate gibi tavır alıp “gerekeni yapacam” sözleri oldukça gülünçtür! Ancak, güçlü otoriter kimliği ona bunları yapmasına kolaylık getiriyor. Unutmadan, bizde saray adaylığı için çoktan arayışlar ve kamuoyu yoklamaları başladı. Boşuna değil, Kutret atıyor, Akıncı durmadan konuşup çevresine bakıyor ve Mehmedali efendi yeniden yoklama ile kendini överek işaretler çakıyor. Sonuçları yine toplamak da bizim gibi avaracıların işi olacaktır.