Bu yazımda tek konu üzerine yoğunlaşmayacam. Birçok konuyu bir araya getirecem. Amacım, tek konu değil de çok yönlü sentezle yine sonuca ulaşmak olacak. Teklik yok ama, sonuçta bilimsel çıkarsama yapılacaktır.
Pazarın tropik gün öğlesinde klavyenin başına oturdum. Dışardaki zaman zaman puslu, zaman zaman bulutlara çağrı dönüşü veya ansızın vuran güneş ışıklarıyla geçen iklimsel havada makale yazmaya uğraşıyorum. Kafamda bolca haber. Okuduğum köşe yazıları veya ratyo televizyon eklentili akan haberler, arada yakaladığım fakat haberi pek olmayan acıtan gerçeklerle yoğrulu bir karışım içinde debeleniyorum. Ortak sonuç çıkaracak yazı amaçlı da tıpkı havanın karışıklığı gibi bir yazı yazmaya karar verdim. Merkez, haberlerle uğraşıp, sonuçta, bilimsel paydaşa ulaşmaktır.****
İnsanlar, yaşayarak ve öğrenerek kendi dünya görüşlerini oluştururlar. Bu kaynaklardan önemlilerinden birisi olup, yaşam boyu süren alan ise haberlerdir. İnsanlar, haber okuyarak veya dinleyerek birçok konuyu belki de ilk defa dinleyip bilgilenirler. Bu öğreti ile sonuçta birielri “sapıklık ve sapma” dese de aslında dünya görüşlerinin kavramı idolojileri de oldukça etkilenir. Bundandır ki haberler oldukça önemlidir. Sadece öğrenmek değil, yaşamsal değişimlere veya yanlış yönlere savrulmanın da önemli araçlarından birisi de haberlerdir. Duyulanla oluşan görüş, yaşamda kendini de yansıtır. Hele de buna dayalı örgütlenme olunca, etkisi oldukça fazlalaşır.
Habercilik, bundandır ki önemlidir. Tartışılması da kaçınılmazdır. Haberin seçimi, sunuş biçimi, olayların yaşanıp haberleştirilmemesi, yanlış yorumlarla haberciliğin özünün saptırlması tutumları, sonuçta, insanları da direk etkiler. Basit şekil ile habercilik yanlışa da direk katgı yapar. İletişimciler özelikle dördüncü kuvet kuramını, haberin tanımı ve önemli habercilikte kimsenin yapamadığı yaşananı haber yapma gibi birçok önemli tanımlama yapılmaktadır. Gerçekten, öylesine otoriter yaşam ile sermaye kısgacında yaşıyoruzki yalandan kocaman savaş çıkarma kolaycılığı dahi artık normaleşti. Sosyal anlamda, en kirli, en yanlış veya olmaması gereken, sık sık yapılıp kafalarda normaleşince, gerçekler de anormaleşip yalanlarla yaşayan koşullara gelinir. Bunun son örneğini hem de kendine durmadan demokrat ünvanını takınan gazetecinin Çavuşoğlu önündeki “İŞGAL kelimesine” karşı ayni “onlarda parmakla sayılan kadardır” demesiyle yaşatıldı. Herkes de doğal karşıladı. Kimse işkalın varlığı gerçeğine işaret etmek istemediği ve yalaka yarışına girince, kendine demokrat yafta takınan gazeteci de resmi görüşle dans ederek ayni noktada buluşur.
****
Böylelikle, lafazanlıktan gerçeğe doğru haber sıçradık! Aslında elimizde kıyas yapacak çok mavzeme var. Hele de bunları haber yapma şekli veya yapmama tutumlarıyla süsleyince, rengarenk bir resim denecek makale ortaya çıkar. Örnek mi: hafta ortasında Avrupa Konseyli habere bakın! Aslında tam da bizim aynamız gibi. Biliyorsunuz, toplantılara katılmasalar da bizim vekiler de tatile gider gibi oraya giderler. Kurdukları ilişkilerde ise neleri söyledikleri haberi ise pek yazılmaz. Daha doğrusu, Barışçıl adıyla yayın habercileri kendi yandaşları vekilerin dedikelrini yazmazlar! Böylelikle bizi uytup hem de resmi görüşle saydamlaşıp yaşama karları ve ünvanlarıyla devam ediyorlar…
Konuya fazla dalmadan habere geçelim: Avrupa Konseyinde oynalan Türkiye kararına CHP de ret oyu verdi. Karşı çıkılan konu “Türkiyede siyasal baskının olduğu” kararıydı. Oysa, ayni saatlerde hem de Kılıçtaroğlu haykırarak “Türkiyede siyasal baskının” varlığına yönelik örnekler sıralıyordu. Ama, Avrupa parlementosunda partisi oylamada hem de dünya önünde “hayır” diyordu. Türkiye medya ekseni bu konuyu fazla öne çıkarmadı. Kıbrıs ekseni mi: malumun tekrarına soyundu. Üstelik, adamıza Türkiye dışişleri bakanı geliyordu. Bakan geldi. Bilinen demeçler yine havada uçuştu. Kimisi olduğu gibi alıp yayınlarken, çoğu kesim, istenilen şekliyle konuyu algıya havale yaptı. Fakat, tüm açıklamalar, aslında kendi kendimize kaldığımızda adına “çözümcü” diyen kesimlerin lugatına hiç uymuyordu. Üstelik, Akıncı dahi bu koroya katıldı. Ama, Çavuşoğlu gidip yine kendi kendimize kalınca, “kahramanlaşma ve yandaşları rahatlama” adına Akıncı sanki tüm duruşları kendi yapmamış gibi başka bozuk akordan hem de soyutlayarak işine gelen kelimelerle açıklama yapıyor. Ama, akıncı yandaşlar çoktan tatmin oldular….
Kimse sormadı da eksik brakıldı: Yeni bir adet geliştirildi. Durmadan Fahri profesörlük de dağıtılıyor. Bilime yandaşlama damıtılmasının yeni versyonu oldu. Bir ünüversitemiz de bu tekrarı gerçekleştirdi. Aynen tekrarlanan haber oldu. Fakat, nedense bu işleri yapan ve durmadan diploma veya belge kesen ünüversitelerde olanları pek söyleyen de olmuyor. Herhalde haber niteliği yoktur. Tıpkı; sırf görüş yazdı diye görevinden uzaklaştırılan akademisyen veya bolca işten atılmaların dahi haber değeri olmadığı gibi….Ozaman aralayalım: bolca fahri unvan dağıtan ve şov yapan ünüversitede en basitiyle maaşlar ödeniyormu? Başkaları da var, fakat bukadarla yetinelim…..
Avrupa Konseyi kararı, oraya gidenlerin tutumu, Çavuşoğlu ziyareti ve yaşananlar la hala gerçeklerin birkaç kişi olma küçimseme cendersi yeniden üretilerek yaşam devam ediyor. Ediyor da işçi katliyamları peşpeşe ufak haber olsa da gelmeye devam ediyor. Trilyonlarla avanta dağıtımlar ise artık suç yerine becermeyenin “aptal” olduğu sürecin baharını yaşıyor.Derken, hafta sonuna geldik. Festival panayırları da pek olmadığı için siyasal şov demeçler de eksik kalıyor. Bu hafta ise Kolej sınavları yapımı ile karşılaştık. Şimdikiler değil de ötekiler koltukta olsa. Enazından çocukların yaşadıklarıyla dram yapıp demeçler uçuşacaktı. Oysa, Eğitim makamında olan, hep kolejlerin nedenli esaret yaratığı ve kaldırılması veya düzenlenmesi gerektiğini avaz avaz bağıran kişidir. Başbakamlıktaki ise bize bilimselik taslayarak ve hem de geçmişte kendilerinin deneğimlerini anlatarak nasihatnameli bilgiçlik taslıyordu. Şimdi onlar makamlarda. Ama, ayni manzara ve çocuk stresleri yaşanıyor. Pek de sesleri çıkmıyor!
Kolay değil: Kolej veya genel eğitimimiz insan ekseninden çoktan çıktı. Özel dersler, dersaneler, derken özel okullar ve bolca ünüversiteler yükselip sektörleştiler. Her eğitim veya sağlık sorununda karşımıza sektörler çıkıyor. İkinci üçüncü paylaşımlı bölüşümler oldu. Fakat, sıkılmadan sektör denilip de bolca salayan makamcılarımız da herhgün daha bir çirkefte parayla dolaşmaya devam ediyor. Gerçekten, bolca sektörleşen ister eğitim ister sağlıkta olanlar pek haber yapılmıyor. Sadece reklamları bolca sunuma sürülüyor. Yüzlerce işten atılmalar, maaşların ödenememesi veya başka olumsuzlukların önemli haber olarak yapılmasına pek tanık olunmaz. Hele bazı olaylar veya uygulamalar, “aman dokunma” sınırında yok oluyor….
Bunlar yetmezmiş gibi bir de AB parlementer seçimi gündeme oturtuldu. Ama, sistemin ilkelerine göre! İnsanların öğrenme sorgusu olmamasına sığınarak, atışlar meclis kürsüsünden de yapıldı. Şimdilik, saray bu konuya fazla medyatik şovuna eklenmedi! Ahalideki bilgisizlik ve yandaşlama çıkarına da güvenerek atışlar iyice kokulandı.Şu kuram hep işlerine yarıyor: “Annan planında” demek moda oldu. Tabi planın özünü de konuşan yok. Nitekim, AB ilkelerine göre etnik ayrım olmaması veya siyasal ayrışma temelli oluşu kimsenin gözüne ilişmiyor. Hep “hak” isterler. Doğal gazı isterler, Avrupadan koltuk isterler ama hep kendileri ister.Hele de AB seçimlerinde oy hakkı olmayanların da koltuk sevdalısı olması da tuhaflığın ötesinde olmaktadır.
Burası K. Kıbrıs. İsterler, kendileri de aldığında ne olduğu malum. AB eleştirisi veya Kıbrıs Cumhuriyeti karşıtı atışlar mühüm. Fakat, Kıbrıs Cumhuriyeti olanaklarını nasıl aldıkalrı da ortada. Burslar veya yardımlar, doğan hakları ceplere nasıl indirdikleri, hat ta “barış havari maaşları” nasıl yutukları da biliniyor. Ama, genele yayılan hak olunca, kendileri dışta kalacakları veya mücadeleyle alacakları için de hemen karşı çıkarlar. Yazılı belgeleri yok sayıp atarlar.Tabi, gidince de ne dedikleri de bilinmektedir. Yeter ki bunu yutacak ahali de olsun. Örneğin, AB parlementosuna gidince Türk rum değil de Sosyalist, Muhavazakar, Ulusalcı veya sol gibi birçok siyasal ayrımlı koltuklara oturulacağı dahi söylenmiyor. Örneğin, hep Niyazi söylenir, örneğin Zorlu gitse Elamla birlikte ayni yelpazede olacağı da vurgulanmıyor.
Aslında, eğer gerçekten Kıbrıslı Türk ve Rum sosyalist devrimciler olup ortak mücadelede buluşunsa,bu koşullar kulanılacak önemli bir alandır. Fakat, şimdilik bu yok. Üstelik, K. kesimi hala bireysel ağırlıkta durmaktadır. Bunun tartışması başka yazıya brakalım….
Yazı uzasa da iki dış konuya deyinmeden olmaz: Suriye cepesinde aşmazlar ve hesaplar yoğunlaştı. Türkiye fırsatla SUriyede Kürtlere darbe ve orada kalıcı yer almaya çalışıyor. Rus ABD ekseninde izinli müsadeler alma oynunda. Nitekim, çoktan unutulan ve şimdi anımsatılırken de sulandırılan 98 Adana anlaşması da gündeme geldi. İkinci önemli haberi ise Suriyeye yönelik İsrail hava saldırılarında, iran hedefleri olunca, Ruslar S300 açmyor. Bu haberler dahi doğu komşumuzdaki karmaşık gelişmelerin bize dek etkilerini anlatmaya yetiyor.
***
Son haber, Venezueladan geldi. Bir önceki yazımda konuyu kısaca yazdım. Şu yanlışa düşmeyelim: Saldırı direk Emperyalist saldırıdır. ABD şimdiye kadar birçok saldırı yaptı. Venezuelada gelinen aşamada tüm olanaklar kulanılırken, Çavezcileri deviremediler. Askeri darbelerden anbargolara birçok siyaseti uyguladılar. Şimdi de kendileri kuklacılığına oynayan kişiyi başkan ilan etiler. Bundandır ki olayın ilk önemli yaklaşımı, gelişmenin Emperyalist siyasal saldırganlık özünü kaçırmamak gerekir…ikinci nokta ise Maduro ile Saddamı aynılaştırma karışıklığıdır. Maduro Çavezci siyasetin devamını temsil eder. Amerika, Maduronun ne damokratlığına nede diktatörlüğüne bakıyor. Orada kamusal alanda bulunan Petrolun sermayeye devredilme politikasının sonucudur. Halka eğitim ve sağlık olarak değil sermaye karına petrol kaynağının gitme önceliğinin meyvesidir. Bu konunun özlerini unutmadan yorumlamak ve Amerikan saldırganlığına karşı çıkmak gerekir.
Son dönemde Amerikancılığın ağırlığında birçok saldırı ve işkal hep alkışlatıldı! Kadafi katliyamından ırak işkaline hep demokrasi denildi. Gelenler malum. Yalnız; Ortadoğu müdahaleleri genel bir stratejinin BOP projesinin nedeni olarak yapıldı. Oysa, Maduro saldırısı Venezueladaki öncelikle petrol kaynağının halka da dağıtılması temelindeki bazı halka yönelik uygulamalardan dolayıdır. Bu farkı da görelim. Özünde Emperyalist saldırganlığı yakalarken, farklılıkları da doğru koyup, Saddam Maduro veya Maduro Noyrega benzetmesinden de kaçınalım.