yaklaşımlarÖzkan YıkıcıÖrselenmiş kuramlarla yaşamanın sonuçları – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Örselenmiş kuramlarla yaşamanın sonuçları – Özkan Yıkıcı

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Dünyada teknolojinin geliştiği ve vardığı konum tartışılmazdır! Ayni şekilde; teknoloji gelişirken, iletişim ağır oldukça yoğunlaşıp, kendine has sanal dünyasını da oluşturduğu imkar edilemezdir. B Başka bir ters gerçeklik de şu: teknolojik gelişmenin vardığı boyut ortadayken, ayni şekilde düşünsel alanda, özellikle sosyal ve insani eksende brakın gelişmeleri, giderek hem daha fazla sorunları üretiyor, hem de gericiliğin adeta eski feodal anlayışın teknolojik gelişme ile kaynaşma çelişkisi de günümüzde gerçekleşti. Bir insan elinde en moderin telefonla dünyaya ulaşırken, yüzü türbanlı ve bilim yerine dini inanca sahip görüşlerle de dünya bakışı oluşturma karışımı adeta teşvikle daha da yerleştirilmektedir. Özellikle, yeni sömürge veya az gelişmiş bölgelerde, kimliksel sorunları olan halklarda bu tip olgular adeta kültürleşti. Kapitalizmin adeta aynası gibi konular sırıtmaya başladı. Hiç uzağa gitmeyelim; genelde Dünyanın süper güçleri, dünyanın en gerici şeryatcı ve insan yaklaşımının çağ karanlığında olan Sudilerle bölgesel hegemonya ve kar adına ortaklaşıp strateji çizmeleri boşuna değildir. Ayni şekilde, tüm yaşanan sorunalr ve yenileri ortaçağdan gelen karanlıkla beslenirken, değişim yerine sistemi koruma veya ayarlama uğraşlarla ötelendirme yapılıyor. Bunları hala parayla veya örtülü projelerle finanse ederek sorunları önleme ve seçenek olarak da daha gericiliği destekleme siyasetlerine dek gelindi. Böylelikle, bitmiştir denilen sorunalr, Ortaçağda kaldı biçimindeki anlayışlar yeni teknolojik besleme ile yeniden hayatın her alanında karşımıza yeni sorun veya daha körküncü “insani olgu” diyerek karşımıza dikildi….

Sistemin bir parçası olan ve hem yeni sömürge ilkeleri ile kurulan, ilhaklaşma politikalarıyla da fırsatı bekleyen K. Kıbrısa da yansımaması mümkün değildi* Teknolojiler tüketim hayatına gelişigüzel girerken, “yoktur” denilen tüm Ortaçağ deyerlerler de yeniden hem de gelişigüzel yerleştirilen veya kaçakcılıkla gelen nifusla gündemimize oturdu. Bunlardan hiç kaçamazken, yine sistemin kendini koruma adına yerleştirdiği kültürel siyasal bakışla da konuşulmaya çalışılınıyor! İmahlı pozlarla veya makyajlı reklam tipi gösterişlerle de soruna sahip çıkıldığı oynu da oynanmaktadır. Kimse, konunun bilimsel veya siyasal temel nedenini konuşmaya hiç yaklaşmıyor. Kendilerine has ve sistemi koruma adına verilen ilacı içerek, olayları konuşarak zamana oynamaktadırlar. Sistemsel ve sosyolojik nedenler yerine saçmasapan veya bireysel piskolojikleştirmelerle algılarla konuları geciktirip yoğunlaştırıp yerleşmelerine neden olundu….Tetbir dedikleri ile görmezden geldikelri denklemi, konuşturmadıkları lehine giderek makas açıldı….

Yukardaki girişi şu nedenlerle tekrardan yazdım: Pazar günü tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de Kadınla alakalı eylemler yapılacak. Tabi ki kimisi gerçekten eylem, kimisi de eylem adına günü kurtarma şenliği olarak gerçekleşeceği de şimdiden kesin. Öyle kesin ki başta Tufan hazretleri de resmiyetli şenlik eylemine katılarak yürüyecekmiş! Ayni şekilde, durmadan yeni dernekler haberleri de gelmektedir. Konferans veya çalıştay bilgielri de uçuşmaktadır. Fakat, tüm medya destekli vböylesi gelişmelerin de karşılığı da olmuyor. Bunda bilinç düzeyi, kamuoyunun geldiği yer kadar, ilgili konferans veya çalıştayda olayların özü yerine, sisemi kurtarma amaçlı bilimseliğin kulanılmasından kaynaklanmaktadır…

Özetlediğim bu konuları daha iyi tartışma ile gerçekten nedenlerini ortaya koyma adına; buraya gelinen yaşamın, özüne dokunarak yüzleştirme yapmaya çalışacam…..

İnsan yaşadığı süreçte, olanlar kadar, olanakları çerçevesinde, geçmişle bağları da araştırıp kendine has bikrimi ile yorumlaması gerekir. Ben bunları olanaklarım ölçüsünde hep yaptım.Bu nedenle, gerçekler karşısında olup çıkar peşinde olanlar veya metalaştırma hırsıyla dıştalama yapanlar tarafından da “engeliliğim de” kulanılarak dışlandım. Tabi, bunu yapanlar günümüz sisteminde güzel nefer olup gerçeklerden kopup lüks hayatla görkemli yerlerde de yaşadıklarını da herkes biliyor. Neyse, konu ben değilim! Olay sadece gerçeklerle ülke kıyasalama kuralındaki basit anımsatmayı yapmak olduğundandır. Tıpkı bir önemli dostumun, bilimsel yaptığı anketi, birileri işine gelmediği için onu olmadık suçlamalarla işinden braktırdıkları gibi….Bu basit başlangıçtan sonra, sizi önemli yetmişler dönemi ile günümüz bağlarına taşıyacam….

Dünyada sol dalganın yükselmesi ile konulara bakışta yeni bir dinamik geldi. Kapitalistler, konuların sistem içinde çözülmesi gerektiğini savunup çözemezken, eşitsizliği dahi derinleştirirken; Sosyalistlerin savunusu ise direk sistemin deyişimi üzerinden yeni anlayış getirildi. Nitekim, yetmişler dönemi bunun en canlı dünya yaşamında yaşanıyordu. Sosyal haklar kuramı da bunlardan birisiydi. Kapitalist yapı istemese de ayakta durmak için “refah devleti” kuramıyla sağlıktan eğitime yeni bazı ayarlamalar yapılıp sosyalist değişimini engelemeye çalıştı.

Sonuçta, genel Kapitalist yapı yetmişler sonunda sol dalganın da gerileme sürecine girdiği süreçte, sistemi koruma adına tartışmalar yaptılar. Neoliebralizim bu koruma ve Krizi önleme projesi olarak yaşama sokuldu. Burada sistem piyasalaştırma, metalaştırma ve bireyseleşme ilkeleri ile kitlesel değer olarak değişim deyil de sistem içinde en iyi olma kültürünü enjekte yaptılar. Öyle bir dinamikle geliştirdiler ki eğitimden normal yaşama insanı sorunlar karşısında dönüştürme değil de bu olanakları kulanıp en iyi olma bireysel kültürleşmelere yönlendirdiler.

Birey, ortak paydaşlık yerine kişisel en iyi olma çabalı noktasına taşındı. Birçok sistemsel sorunu da yine “yasalar, çalıştaylar ve projelerle” giderme adına kendilerine bağlı örgütlerle o döneme kadar ters gördükleri “Sivil toplum” örgüt adıyla da gerçekleştirmeğe giriştiler.

Kırılan sol dalga ile artık genel dönüşümle bütünleşen sorunlar, giderek tek tek karşımıza gelmeğe başladı. Hat ta, solun dinamik olarak kulandığı ve önceleri milyonlarla doalrla gizlenmekle uğraşılan çevrecilik de sistem zamanla kendi terkine aldı. Böylelikle kapitalist yapısındaki metalaştırma ile iyice kökleşen sorunlar, sistem içi birçok gezi veya çalıştayla giderilecek imajıyla geçiştirilmeğe çalışındı. Yetersizliği Doksanlarda ortaya çıkınca ve kitlesel sosyal boşluklar oluşunca da din fenomeni kişilerin sığınma alanı haline geldi. Sistem, bunu da kulanıp özellikle merkezi muhavazakar partielr de dini iyice siyasetin merkezine oturtu. Boşuna ilk Evrim görüşü Amerikan eyaletlerinde ret edilmedi!

Sonuçta, iş din, gericilik, kimliksel sorunlarla konu damıtılıp, göçlerin ekonomik ve savaş nedeniyle tırmanmasıyla göçmenlik sorunu da eklenince;katıksız günümüz kapitalist gerçeklik karşımıza geldi. Seksenlerde siyasal olarak idolojiler yerine imajlar, görünümler, makyajlama ve reklamlı gösterilerle içi boş probagandadan başlayıp kültürleşmelere dek gelişince de genel resim günümüzle tamamlanmış oluyor. Öyle oluyor ki çok ünlü denilip gelen “bilimcilerin” içi boş bazı sözlerle geçiştirip, fetişizimli kelimeleri kulanıp, aslında soruna da değinmeden, konferans verme tekniği de geldi. Seçilen resmi alanlarda hep konuşturulan bilimcilerin çoğunun kitlesel karşılığı olmaması da bundandır… Hele de sorunlar çözülme yerine daha da artışıyla adeta “buyurun dünyamıza” denmektedir.

Konuyu fazla uzatmayım: K.Kıbrıs da özellikle 74 sonrası bu rotayı izledi. O döenmelrden şimdiyi söyleyen epey insan vardı. Fakat, ganimet hırsı ve particilik yüceliği üzerine baskı ve korku da eklenince, herkes bildiğini gerçekleştirdi. Uygulanan birçok yanlış, sırf kazanç sağladığı için savunuldu. K. Kıbrısta direnç olarak kültürleşme ve siyasal örgütleşme geneleği olmadığı için de her yeni başlangıç kolayca karşılık buldu. Taşınan nifustan seçim kazanmak veya ucuz emek olarak kulanma anlayışın sonucu şimdi yaşanıyor. Sırf ganimet kazancıyla, defakto değişimine pek karşı çıkan olmadı. Hiçbirzaman, bilimsel sorgulama yapılmadı. Hep karşıta göre nifus artırma kimlikten ırkçılık yaparak öylesine sistemleştirme oluşturdu. Bunlar giderek Türkiyede cunta olunca direk buraya yansıma, gericileşmenin aynen taşınması da kolayca oldu. Din ekseni yeni değildir. Seksenlerdeki rabıta olayı kolayca burada karşılık buldu. Çünkü, geneli paraya bakıyor veya Türkiye gerçeği ile kazandığı ganimeti korumaya önem veriyordu.

Değişen nifusla birlikte hele bunlar Neoliberalizim ile yeni kültürleşmesini de yaşayınca, hayata da yerleşmemesi münmkün değildi. Sinyaler baştan yaşanırken “aAman konuşmayın* Sonra, Rumlar kulanır” gibi saçma gerekçelerle bunlar örtüldü. Bunları konuşmak Türkiyeye karşı olmak demek denileceği için,bu sistemden kazananlar da kaybetme korkusunu hep yaşadılar. Kolayca gericiliğe ve yapısal nifus değişime teslim olundu. İşler sistemleşip sonra yine para veya “sektör” adıyla ünvüersite ağı eklenince, buraya gelen ve şimdilerde yüzbin ile ifade edilen öğrenci etkisi de hiç okunmak istenmedi. Dünya Bankası projesi ile de bolca çalıştırılacak işçi veya temizlikçi kadın da değişik ülkelerden getirildi. K. Kıbrıs kültürü veya siyasal yapısı bu sorunalrı ne anlayacak, nede çözecek bikrimi gücü vardı!

Bunlara dahasını da eklememiz mümkün… Yazı epey uzar. Şimdilerde şunu yaşıyoruz. Bu yapı ile işbirlikci yönetim öylesine silikleşip cılız kaldı ki demeğin gitsin. Hep gözden kaçırırız: iyi veya fena değil dediğimiz insanlar mesleki olarak veya davranış olgusunda normal olsa da koltuğa gelince işbirlikci kural la oturur. Orada normal değil işbirlikci olarak bulunur ve rolu da odur. Şimdi, kadın cinayetleri artıyor, tecavüzler de ayuka çıktı. Bu alanların önemli bir dezavatajları da şu: kolay kolay söylenip itiraf edilmeyecek bölümlerdir. Buna rağmen artış oldu. Başka alanlarda da aynen yoğunlaşma oluyor. Fakat, imkar edilemeyecek bu gerçeklikler yanında, sisteme dokunmadan da konuşmak zorunda kalma paradoksu da mevcut. Ozaman, içeriği sıfır, şaşası bol eylemler veya birilerini biryere getirip fetişizimli anlamsız kelimelerle konuşturup “mış gibi” konulara parmak basıldığı imajı verme tekniği uygulanıyor. Dikat edin, konularla alakalı direk soruna yoğunlaşan eylemler fazla yer bulmaz; Konuyla konuşturulan adına da değişik imgeler verilen şahıslar da olayın özüne hemen hemen hiç değinmez. Hat ta, direk sık sık tanık olduğum çalıştay veya panellerde konuyu iyice bilen değil, sisteme dokunmadan ve bazı istatistik bilgi verip bilimselik yapan insanlar seçilmektedir. Böylelikle her alanda olduğu gibi, bu sorunalrda da gerçekleri bilenlere yer yok. Sisteme uyup bazı bilimsel oyunlarla istatisliklerle konuyu gerçekten kopararak sistemi koruyarak bu tip çalışmalar da yapılmaktadır. Zaten, böylesi çalışmaların da finansörleri ya yerel sermaye veya yönetici kesim veya modası olup güzel para kapılan AB gibi kuruluşlar da olmaktadır…. Aynen son kadın, tecavüz veya Kıbrıs sorununda yaşanan tartışmalar gibi….

Bunun birikimi ile Pazar günü Kadına şidet gününde bir tarafta yönetim kesiminin de yürüyüp, bazı palyatif sözlerle imajla konuya parmak basma şovu ile kimi küçük ama olaya daha net ifade koyan örgütlerin karşılıklı konuya verdikleri yer karşımıza gelecektir. Hele şu sapkınlık artık miğde bulandırıyor: “Polisiye tetbirler” denilip olayın özünü konuşmadan göz boyama hala tutuyor olması da acıtıcıdır. Polisiye tetbirlerin ne olduğunu herkes yaşamasına rağmen, olayın nedenlerini konuşmama biryana, daha da artırarak yoğunlaştırmalar olurken, basit reklami havayla konuyu hiçeleştirip şovlaştırma artık anlamsız hala gelmesi çoktan gerektiydi. Aynen, kanseri de tetikleyen uygulamalar yapılırken, sıkılmadan koltukcular yürüyerek dikat çekme hareketi ile kendi sorumluklarını hep kurtarma adına buna sığınıyorlar.

Hani derlerdi ya: “K. Kıbrısta inancın az olması nedeniyle fuhuş ve tecavuzlar oluyor” siyasi mesajı var ya: işte artırılan ve çocukluğa dek taşınan Kuran kurslarına ve Türban olayına rağmen, iman tecavüz veya cinayeti azaltmayıp artırdı. Kotalar diyen kadın örgütleri mecliste yasa geçirip kota artırırken, nedense lehte değil, alh te sonuçlar karşımıza geliyor. Çünkü, sistemin temeline dokunmadan, değişen yapısal sorunlar dönüştürülmeden yaşanan bu acılar bitmez. Bu şuna benzer: birçok “akademisyen” Asimilasyondan söz eder! Fakat, bunu kim uygular, kime karşı yöneltir, bunu da söylemez. Sadece bazı istatisliklerle uğraşıp kendine “bilimselik” dedirtir.

Kısaca: münferit değil de geneleşen sorunalr, bunlar normaleşip artıyorsa, yapısal özleri vardır. Yapının bir gerçeği ile kültürleşmiş ise de sistem dokunulmazlıktan çıkarılmadıkça bunlar önlenemez. Kapitalist Neoliebral insani krizler artış gösterip eşitsizliklerin artığı artık kesin. Bu genel sistemsel sonuç gericilikten tutun faşizmin yükselmesine dek sonuçlar üretiyor. İnsanalr sosyal olmaktan çıkıp urufeli yerlere yöneldiler. Bakın, bizim birçok örgütümüz hala Osmanlı hayali ve rum suçlayarak kulanmadıkları koltuk yetkilerinin fazlasını da ötekinden istiyorlar. Bunalr hep kadından çocuğa kendine has anlayışı da getirdi. Eskiden yoktu derken neden yeni olduğunu da kıyaslama lütfüne girsek.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin