İnsanlar yaşadıklarını doğru bilgilerle öğrenmesi önemlidir. Başka açıdan, yaşananları yaşarken ilgi duyarak elde edecekelri bilgilerle yerinde kavramaları şart. İlgi duymak ve yüzeysel yaklaşmamak da önemlidir. Bu basit kelimelerin içeriklerie girdikçe oldukça farklı yollara düşeriz. Ortadaki gerçeklerle, algısal güncelin birçok çarpıklık da içerdiğine tanık oluruz. Hele de sansürlerin ayuka çıktığı, bilirim denilip yanlış bilmenin cicihaletleşen kültürde oldukça sancılar yaşanır. Yüzeysellik ile fetişizmin kavramlara yerleşmesi de sonuçta, yaşadıklarını ya anlamama veya tersten öğrenme sonucuna dek geliriz. Son günlerin dünyası öylesine bir gerçekliklerle yoğun şekilde yüklendi….
Konuyu değişik açılarla, güncel gelişmelerle tamamlayalım…. Son Kaşıkçı olayı ile ele alalım. Olay nerde geçiyor, Türkiyede. Türkiyede dahi haber verenler iç kaynaklardan değil, ağırlıklı olarak dış kaynaklara dayanarak gelişmeleri anlamaya çalışıyorlar. Ayni, gerçekleri isterseniz K. Kıbrısta da bulursunuz. Örneğin, köynüzde olan bir durumu, köy içinden değil, güncel basından veya uzaktan duyarak dibinizdeki gelişmeleri anlarsınız. Bunları daha da uzatmak mümkün: Türkiyenin çoğu resmi eksen dışı haberleri genellikle dış kaynaklardan duyarız. Ayni durum öteki bölgesel ülkeler için de geçerli.
Bu yönten, sizi ister istemez yaşadıkalrınızın yerinde değil, dıştan gelecek bilgilerle ancak öğrenme şansına layik görmesinin sonucudur! Bilmek değil bilmemek ilkesi kadar, ilgili yerdeki yönetimlerin insana bakış açısından öğrenme hakına varan tutumunun da aynasıdır. Ayni şekil örneğin Doğu Komşumuz Suriye için de geçerli! Birşeyler duyuyoruz veya eğer meraklı değilsek, Türkiyenin de dahil olduğu idlip anlaşmasının 15 Ekimde dolmasıyla gerçeklerin sonucunu bilmeme eksikliğine geliriz!
Ortada dolaşan gelişmeler ile bilgilendirme eksikliklerinin yoğoğunluğuna, gerçekten kaçış kültürüyle de tamamlanınca, dilenilen yalanın da tutma etkinlğiğini artırmaktadır. Bu gidrek genele uzanıp bilimi kurguların esiri yapar. Bunu da tarihle yaşarız: Tarih önemli bilim dalıdır. İnsanların yaşanan ve değiştirilemiyecek olayların bilimseleştirdiği alandır. Ancak, egemen idolojiler tarihi kulanıp yeni toplumsal şekilenme ile aygıtlarını da kurdukları başka gerçektir. Bunu direk Kıbrısta hep yaşadık. Yetmeyince de daha da kurgu dizilerle günümüzde Türkiye cepesinde de yaşanmaktadır. Bilimden uzaklaştırılıp inançla şekilendirilen insanlar, kurguları gerçek kavratarak cihaleti bilim yerine koyma davranışları da etkinleştirdi.
Kıbrıs konusunda kurgulanan ve bazen de kendinin yapıp ötekine yüklediği olaylarla idolojikleştirilen resmi tarih hala kültürleşen yönüyle kolayca değiştirilemiyor. Hele insanlar bilmiyorsa, onlara film veya kitaplarla duygularına da hitap edip yazılan hayali kurgularla oluşturulan tarih, sadece günümüzü değil, geleceği de esir almaktadır. Bu kültürleşme ile de düşmanlar yaratılıp faşist rejimlere de taban oluşturulmaktadır.
Son dönemde Türkiyede de sunuma konulan kurgusal dizilerin, hayal usulu olsa da gidrek resmi tarih hikayesine doğru evrildiğini de yaşıyoruz. Yeniden hayal ve tükenen olguların tekrardan hem de “bilim adıyla” karşımıza getirilip öğretilip yeni idolojik adımla kültürel değerlere konuluyor. Yaratılan karşıt ve kendini övgüyle öne çıkarmalar, özellikle ezilen veya başarı arayan insanlar için, kolayca yerleşecek düşüncelerdir.****
Demek ki, siz kendinizi kendinizle dahi öğrenmeden, ta uzaktaki bilgilerle öğrenme çabasında olmak zorunda kalırsanız veya kurgulardan tarih bilimi yaratma noktasına gelieseniz, gericiliğin kısgacında banbaşka yapısal ilişki ağında yaşamak zorunda da normaleşirsiniz. Unutmayın, zamanında Faşizmin insanı etkilemede “Boskurtların ölümü” kitabı veya “Malkoçoğlu” filimleri oldukça güçlü tarihsel bellek oluşturdular. Şimdi de Kıbrıs sorununu veya Türkiyedeki en basitiyle Kaşıkçı olayını dış kaynaklı haberlerle ancak daha kolay yorumlamaya çalışıyoruz….
Gelelim başka bir ortada dolaşıp içimizde sızı yaratan gerçeğe: Bunu direk Kıbrıs olayında yaşıyoruz. Öyle yaşıyoruz ki bile bile lades dahi olunuyor. Onca yaşanan varken, taleplerin içeriği karşımızda sırıtırken, ısrarla kavram fetişizmine esir dışıp, banbaşka kelimelerle kendimizi haklı çıkarmaya çalışıyoruz. Bunu direk bize yaptırıyorlar. En basitiyle, her toplantı sonrası yaşanan Türkiye etkin konumuna rağmen hala şu ezber bozulmuyor: “2 lider çözecek”! Dahası, önümüze konulan seçkilere rağmen, içerikleri konuşulanın tam aksi olmasına bakmaksızın, ezberci klişelerle kendimizi haklı çıkarmaya devam ediliyor! Federasyonla alakası olmayan istençlere sırf haklı görünme ve karşıaa suç kondurtma adına “Federal yapı istiyoruzu” sıkılmadan haykırıyoruz. Kelime Fetişizmi ile barışçılık oynanıyor. Zıplanarak hak alınacağı algısı oluşturuluyor. Hele de projelerle seçenek sunma fikir verme işleri de gerçekten artık birbaşka oluyor! Üstüne seyahatla gidilecek yerdeki bazı yerleri öğrenme işdahı da eklenince!*****
Bolca Ortadoğu veya Uluslar arası ilişkiler deniliyor. Ama, dibimizdeki idlip konusuna pek de değinen yok. Türkiyesizlik sözleri durmadan garantörlükle süslenip piaysada “olmazsa olmazımızken” gelişmeler veya yaşanan nedenler hiç birlikte ele alınmıyor. Üstelik, zıplayarak “çözüm ve barış” deniliyor.Bundandır ki burada seçenekler olmayınca, hep biryerlerden gelmeleri beklenince, kafalara da fetişizmi aşan kelime kavramlaştırma olunca; işler karmakarışık hale gelir. Katılım olmayarak ama birilerinin de yapmasını bekleyerek, en ufak istenen algıyla aylarca lakırtılı yorumlar uçuşmaya başlar. Son Guteres belgesi veya B.M. sunulan raporun üzerinden konuşulanlar da aynen yeniden kısır tekrarın ötesine gidemiyor.***
Gözden kaçırılan veya aslında yapılış nedeniyle sonucunun değerlendirilmesi gereken bir konuyla bu yazımı tamamlayacam. K.Kıbrısta gerçekten 22 Ocak tarihi ile önemli siyasal sıçrama yaşandı. Direk Erdoğanın açık Bursa buyruğu ile Afrika gazetesi linç olayı yapılıp, meclisin tepesine dizi kurgu simgesi dalgalandırılmasına varan gelişmeelr yaşandı. Bunlar birlikte ilklerdi! Devamındaki yargı tutumu, kararları, koltuktaki siyasi duruşlar hepsi önemli ibretlik belgelerdir. Neyse, buna kimisi şunun bunun talimatıyla veya işbirlikçiliği kanıtlama ruhiyesi ile bu rezalete tarihi kirliliğin karanlığına katıldılar. Gönüllleri ile de damıtılar. Örgütselden çok kişisel veya bazı demokratik sol kesimler ancak direk karşı çıktılar….
Kendiliğinden ve bazı duyarlı insanların böylesi savrulan tozduman altında, önemli bir hamle yaptılar. Malum Festival uygulamasına, eyleme direk aktif katılan Belediye başkanına karşı boykot çağrısı yapıldı. Karşı taraf bahanelerle bunu engelemeye çalıştı. Kendi örgütsel güçlerini, karşıt suçlamalarını ve saçmasapan kendilerince “marazi üreticiler” kelimelerini koyup bu kendiliğinden ve örgütsüzce konulan hareketi engelemeğe uğraştılar.
Sonuçta, hafta sonu bu Fesdival yapıldı. Eskisine oranla oldukça sönük geçti. Hat da, bazıları direk bölgedeki bazı yerlerden halk toplama çabalarına rağmen, istenen karşılık verme noktasına gelemediler. Bu demokratik bir pasif eylem şeklidir. Bunun belirli başarısı da oldu. Enazından, kimisi katılmayarak basit şekilde tepkisini koyarken, olay anında dahi brakın resmi kendine muhalefet diyen yapıların dahi suçluya dokunma korkusunda sansürlenirken; bu tavırla değişik görüşler de seslendirildi. Böylesi demokratik bir katılım da oldu. Aslında, eğer daha örgütlü olunup örneğin yerel seçimlerinde tavır konsa daha da etkili olunacaktı! Ama, örgütsüzülük yanında hala yaşanan gerçeklere dokunmadan demokrasicilik oynama düşüncesi nedeniyle bunlar yaşanamamaktadır.
Konuyu aslında ne abartmak, nede küçümsemek gerekir. Zaten, olay direk örgütlü yapısal ve hedefsel özden uzak olduğu için, spontanel tepki ile yapılıp değerlendirmesi dahi yapılmadan unuturulmak istenmektedir. Bunu değişik örgütlerin değerlendirmesi şart. Ama, bunu bireysel olsa da savunup kitlesel katılımcılıkla protesto yapanların da hakını vermek gerekir. Eğer, bu başlangıç olmasa, kitlesel karşılık bulmasa hem Akıncı, hem de Tufan orada panayır konuşması yapıp hem de şovenizim damıtıp Rumlara veriştireceklerdi. Kitlesel karşılık bulması sonucu, Akıncı ve Tufanın da katılmama noktasına getirdi. Hat da, Kutret bey de ayni duruşa geçti. Sorsanız başka telden tını çalacaklar, oda işin travması….
Bu Yedikonuk Fesdival olayı bence başlangıç ve sonucuyla pek de tartışılmadı. Gereken yere oturtulmadı. Oysa, daha sığ olan konularda, sırf tabelacılar olduğu için ekranlarda bolca sözler edildi. Başka nokta da şu: ben anımsadığım günlerden beri nedense kendine demokratik veya “sivil” diyen örgütlerin önemli konularda örgütsel tavır açıklamaktan hep kaçtılar. Hat da, bazen ufak sözlere dahi kızan insanlar sırf doğru dneilip de kendilerince çekindikleri için de istifa yaptıkları da yaşandı. Halbuki merkeze yakın ve işbirlikci örgütlerde de kendine demokrat diyen insanlar vardır. Fakat, faşist söylem yaptı diye pek de istifa yapılmadı. Bu örgütsel duruşlardaki garip ikilemin de şekli hep yaşanıyor.
Toparlayacak olursak, katılımsızlıktan hep yakınılan, alınan bazı pasif eylem olaylarına da katılım sağlanamazken, yedikonuk Festival boykotu sonucunun da abartılmadan konuşulup deyerlendirilmesi gerekir. Yok sonucun sesizce geçiştirip başarısız olanların da rahat nefes almasını sağlama gibi önemli kulanma avantajı da olacaktır. Kendiliğinden ve örgütlerin de destek yerine bireysel destek seçkisi olan olay, bazı dersler verme ve ortak paydaşlaşma ekseni bakımından önemli bir yaşanmış pratiktir. Hele de direk Türkiye gerçeğinin de olduğu bir özü de varken.