İşbirliğine yakındurmak, bilmeden çok bilmişlik havası, abartılı kendini övme ve dedikodulaşma lakırtılarla kendinden bahsetme kültür olgularının oluşturduğu kültürleşme oldukça zengin birikimler yaratmaktadır. En kötüsü, hem kendini övme, sinsicilikle iş yapma, iki yüzlülükle bireysel çıkarların yaşama çeşitli yansımalar iletmektedir. Bunlar, çoğunlukla kabulenilmez. Kendinin çok bilmişlikle, en ufak konudaki ters düşmenin paradoksları sık sık yaşanıp doğalaşmaktadır. Ses yükselterek, kabul eder gibi görünüp tersinden davranmak ve iki yüzlülüklerle pratikleşmenin anlaşılmaz şeklere girilmektedir. Hele de toplumsal piskolojik çıkar korku çenberinden sosyal medya rahatlığına da girince, size banbaşka insan manzalralarıyla karşılaşmanızı da gösterir. Bunlar incelenen yakın tarih döneminde sık sık karşınıza bireysel veya belirli kesimin davranışları olarak da karşınıza gelir. Tabi, kendini överek ve bilinmeyen geçmişle yaratılan geçmiş övgülerle de bunlar hep ötelendirilmeğe de uğraşılmaktadır. Bilime önem verilmeyen, geçmişi yok sayıp kendine göre yeniden hikaye yazan ve bireysel çıkarı oldukça dar bencilikle kendileştirme değerleri, her konuda böylesi insan manzaralarını da karşımıza neyazık ki getirmektedir. Son Vijdani ret olayından başlayarak, bankaların fayizleri yükseltme konusuna veya Kıbrıs konusundaki istenenlerden sistemle yaşam duruşlarında ayni manzaralar hep tekrar tekrar karşımıza gelmektedir. Bireyseleşme, çıkarcılık, dürüst olmama gibi basit gelecek olgular yarınla da birleşmeyince, adeta ortak paydaşlı umutlu girişimlerin de olmamasına neden olmaktadır. Buna bir de sorunalrı çözme ekseninde oldukça yanlışlarla konuşma yelpazesini de oluşturmaktadır…
İşbirlikc, olma becerisi ve onunla kazanma gerçekleri pek konuşulmaz. Yapılana karşın rüşvet verme kültürü de bulmak kolayken, belgelemek oldukça tehlikeli olur. Bilinen ile yapılan çelişkisi de pek irdelenmez. Hele de kirli olguların yapılışı deyil de söylenmesinin tehlikeli olan kültürü burada yerleşti. En basitiyle, bir dayrede yolsuzluk veya rüşvet seslendirince, çoğu makamcı olayın üstüne gitme yerine, “bunu kim sızdırtı” tehtidi ile insanlar baskı altına alınıp, konu hasır altı edilmektedir. Yine, birçok birey,konu bilinmeden, sesini yükselterek “budamı olur* Abim bunu yaparsak neden yanlıştır” gibi savunma mekanizmaları ile haklı çıkılmaya çalışılınır. Hele buna ulusal damıtma ve siyasal çıkar da eklenince, birçok Kıbrıs olayında olduğu gibi kendinin yaptığı işleri, söylememe veya karşıta yıkma anlayışı iyice güçlendi. Sanırım, biraz anımsayanlar Çakurmas olayı ile kimleri kurtarma adına bu olayı yaptığımızı da anlarsınız.***
Neyse günümüze hemen gelelim: Son günlerde 3 yurtaşın Vijdani ret konusu mahkemelerde devam ediyor. Konu odenli uluslararasılaştı ki AİHM yargısına dek gidildi. Üstelik, hep egemenik denilip Rumlardan Kıbrıs Cumhurieytine olmazsa olmazımız olan siyasal eşitlik istenirken, dava edilen ülke buradaki makamlar değil de Türkiye olmaktadır. İşin Hukuki ve siyasi ayağı böyle… Fakat başka pencere de açılmaktadır….
Ülkemizde birçok ayle çocuğunun askere gitmemesi için onları yurtdışında tutarak bedelli hakkı kazanmasına uğraşıyor. Direk olarak askerlik yapmasın diye olan gelişmeleri birçoğunuz biliyor. Bedelli veya belirli yöntemlerle bu yola gidiyor. Sorarsanız tabi imkar edecekelr. Fakat, iş direk olarak mahkemelere gidilip bu konuda birielri uğraşınca da yine ayni kesimlerden sıkılmadan eleştiriler yapıldığına da tanık oluyorum. Özellikle bazı milliyetci kesimler bu konuda “askerden kaçmanın” kötü olduğu söyleniyor. Vijdani ret kesimini de anlamadan ve ne istedikelrine dikat etmeden direk askerliğie karşı olduklarına inanç getiriliyor. Böylesi ikili çelişki önemli konuda da böylesine şekileniyor. Halbuki parayla olana karşı çıkıp parası olmayanın kulanamacağı hakka sarılıp veya yurtdışılıkla kendine has ayrıcalık arayanlar nedense konunun geneliyle karşılaşmak istememektedir….
Son günlerde ekonomik kriz iyice sarsıntılar yaratıyor. Finansman alanında da direk TL etkisiyle de döviz dalgalanması yoğunlaştı. Düşen para gerçeği ile önerilen tetbirlerdeki fayiz yükselmesi sonucu ülkede yeni etkenler de geldi. Kaçınılmaz olarak şu sonuç da yansıdı. Bankalarda direk fayizler yükselince kaçınılmaz olarak tek tek bankalara da yansır. Sadece borçlular değil, parası bankada yatanlar için de fayizler etkilenir. Bu basit bir gerçektir.
Başka bir gerçek daha var: siz borçlanırken Bakiye usulu ile toptan fayizle borçlanmanın da kuralları ayni değildir. Fayizi peşin hesaplaştırıp veya düşen bakiyeden hesaplaştırma da başka kural içermektedir. Ayrıca, borçlanırken bileşik fayizin senelik veya 3 aylık oluşu da başka anlam içermektedir.Başka bir borçlanma şekli de bazı bankalar sizi borçlandırırken birçok sigortalama işlemi yapıp borçlandırıp hesaplatırken, bazısı da bunu gerçekleştirmiyor. Bu gibi fayız dışı hesaplaştırma yöntemini unutanlar da sonuçta öderkenki farkı da pek gözetmezler. Son olarak, Türkiyede olduğu gibi fayız artışları ile Merkez bankasının kendi bankalarını fonlayarak tetbir alma kuralı da olunca, bankacılık fayiz ekseninde gözetecek çok unsur olmaktadır.
Ülkemizde yaklaşık 3 banka şekli vardır. Koperatifler, ikincisi yerel bankalar ve üçüncüsü Türkiye uzantılı bankalar olarak sıralamak yanlış olmaz. Tabi bunun içindeki ayrışma ve görev farklılaşma konumlu bankacılık da ele almak mümkündür. Orşov bankaları gibi… Ayrıca, hem direk TC bağınmlısı merkez bankası ile daha dar eksenli Koperatif merkez bankası gibi iki önemli merkezi yapı da vardır. Ben de ne yapıyorum! Oturmuş basit klasik bilgileri sıralıyorum* Ama, mejbur kaldım. Özellikle birkaç koperatif bankası alakalı çıkan tartışmalar, beni biraz araştırmaya yönelti. Baktım ki gerçekten, tepki gösteren birçok insan bireysel darlığa girip öylesine yüksek sesli öfkeli sözler söylüyor ki ve bazı tavırlar koyuyor ki bunları anımsatmamak mümkün olmuyordu! Öyle ki kızıp borç olayında kalıp parasını çekip daha az fayiz veren yere koyarak, resmen kendince bankayı cezalandırdığına inananlar oldu. Bunlar ülkemiz gerçeklerinin nasıl pratikte yanlışlarla dolu yeni istenen zemine potansiyel oluşturduğunun acı örnekleridir.*****
Kıbrıs sorunu yeniden yükselen seslerle biraz da gündemi kurtarma adına medya yardımıyla gündemleştiriliyor. En önemli konularda konuşmayan makamcılar, hemen buna sarılıp, Rumlara veriştirme taleplerine başladılar. Ziyarete gidip kabulenmeyen makamcı dahi hemen “siyasi eşitliğimiz olmaz sa olmazdır” ezberine sarıldı.Kimse sormuyor: “Hangi siyasi eşitlik”? Tabi istenenlere de bakarsanız, her noktada ret etmek ve her makamda aynılaşma denilip olmazsa olmazlar dizisi başlıyor. Biraz düşünen ve yükselen sese bakmadan içeriğe dönerse, aslında Bağımsız Kıbrıs veya Bileşik Kıbrıs değil de varolan yapıların üst örtülmesi ile yasalaşıp devamlılığı olmaktadır. Tabi Federal kelimesine hiç el atmayacam. Çünkü, konuşma biraz içerikleşse, bunun böylesi yapı değil de ayni yapılarla yasalaşıp ayrı kalmanın siyasal sonucu olduğu, kolayca ortaya çıkar. Nitekim, kendine keskin barışçı diyen bazılarına bunu sorduğumda kafalarında sınırlarda asker dahi olacağı anlayışının olduğunu da neyazık yeniden karşılaştım…
Boşverin bunları, Tufanım ekonomide sözü kalmayınca, açıklayıp da yanlışları ortaya çıkınca sesi kısılınca, işi panayırlarda “biz de üreticiğiz” ile herkesi pofpoflarken, şimdi iş siyasi eşitliğie ve Türkiyedeki tabuya dokunmadan konuşma kalınca, gayet güzel ezberleri ile anlatmaya başlamaktadır. Hukukcu da hukukta en kötü katili de savunanın hukukcu olduğu anımsamasını benim kafama yeniden taşıtırdı. Herkesi bilmezlikle suçlayıp öne çıkarken, sanırım kendi bilmezlik ile işbirliğini örtme lakırtılarına takılıp kalmasını kurtartamadı… Akıncı ise artık saray hülyalarının devamına oynuyor. Barış ta, suskunluk ile söylenecek sözü olamayacağı koşullardan sığrılma adına yeniden veriştirme Kıbrıs sorununa geri döndü… Hep ayni lakırtılar: “Rumlar yanaşmıyor! Peki siz?
Hepinize bir soru: Türkiye araştırma gemisinin Baf açıklarında ne işi var? Kıyas için; Antalya veya isgenderun açıklarına vbaşka ülke gemisi gidip araştırma yapma şansı var mı? Üstelik, T Türkiye Kıbrıs arasında münhasır alan anlaşması da yok! Ama, haklarımız varmış? Sonra birielri susup birileri de kızıyor: “Neden Türkiye ve Kıbrıs yetkilileri konuşuyor”! Elbet konuşacaklar: münhasır alan, AB gümrük durumu ve zaten son İsviçre görüşmelerinde resmen yaşandığı gibi “direk Türkiye ve Rum yetkilileri” karşılıklı tartışıp Akıncı figüran kaldı… ŞU meşur tehtikar sözlerimiz hep olmuyormu: “Rumlar istediklerimizi kabulenmez ve yaklaşmazlarsa, karşılarında Türkiyeyi bulacaklar” denmiyor mu? Bizim acizliğimiz ve yok olmamız denilip ses çıkarılmayarak Rumların kabulenip ayni noktaya gelmelerini çıkarımız adına savunmuyormuyuz? Ama brakın bunları; bizim bireysel çıkarımız oldukça iyi* Kendimizi düşünüp parayla koşuşturtulan evlatlara pek de iyi yarınlar brakmayarak, faydacılığa oynamaya devam.