Bilmem dikat ediyormusunuz: özellikle son yıllarda sınıfsal bakımdan bize tek eksenli sermaye görüşlerle takılmamızı normaleştirdiler. Piyasa modelinden tutun öteki ekonomik siyasi kararlarda hep sermaye akışı, krize girişi ve kazanarak refahın artacağı tek boyutlu sınıfsal egemenlik genele yağdırtılarak yerleştirildi. Son krizde Mustafa Sönmez ve Ergin YIldızoğlunun da özetlediği gibi “kriz döneminde dahi ezilenden alınıp daha yoksulaşma ile sermaye kesimine aktararak zenginleştirme” politikası da gayet doğal şekilde uygulanıp, krizin gidişatı dahi algılaştırdı. Ayni şekilde direk yaşadığımız gibi, habercilikte de hep sermaye eksenli algılarla genel habercilik oyunu sahnelendi. Birzamanlar Göbels habercilik Probagandası bolca söylenirken, şimdi artık faşist niteliği ile lanetlenen Göbels, habercilik uygulanmasında yaygın şekilde bizi kuşatmaktadır. Dibimizdeki olayı dahi bazen hiç duymazken, birileri de elyordamıyla yakalayıp haberleşmekle meşkul olmaktadır. Ecevitden öteki bazı eski politikacılar hep şu uyarıyı yaptılar: “Komşumuzdaki olanı dahi bizim yayın organları söylemezken, biz ta uzaktan başka yerlerden duyuyorsak, bilgilenmenin nedenli yanlış noktaya gelişin işaretidir. Nitekim, Türkiyede okulumuzdaki olayı dahi BBC veya Almanyanın Sesi haberlerinden duymak için kısadalgalı ratyo sahibi olup dinliyorduk! Kıbrısta, düşman bildiğimiz Rum ratyolarını açıp bizdeki kirli veya muhaliflre yapılanları öğrenmeğe çalışıyorduk. Şimdi de ayni konular hem bizim içimizde, hem de “olmazsa olmazımız Türkiyedeki” gelişmeleri de başka kaynaklardan duymaya çalışıyoruz. Özellikle, sınıfsal yaşam şekleri, baskıalrla yaşatılanlar adeta resmi ekranlarda önce yok sayılıp, kaçınılmayınca da “Dış güçler veya mihraklar, terör örgütleri” gibi imgelerle bunları basitleştirip saptırmaktadırlar. Bunun örneği son günlerde istanbuldaki Üçüncü Hava alanı yapımındaki direniş ve yapılanların önce görmezden gelinip, sonra abuksabukluklarla haberleştirmelerde yaşamaktayız. Tabi, K. Kıbrısta ağırlıklı olarak “Aman dokunmayın Türkiye tabusu” sonucu bu gelişmeler pek de haber yapılmıyor. Hat ta, Dünya sendikal kuruluşlar konuya karşı açıklamalarla bildiriler yayınlarken, bizim müsadeli sendikalarımız hala konudan oldukça uzaktırlar. Belki konu yayıldığı için anlamsız sözlerle birileri bazı bildiriler artık yayınlayabilinir…..
Dünyada ağır ağır özellikle sınıfsal eksenli emek örgütleri Türkiyedeki Üçüncü Hava limanındaki baskılara karşı seslerini yükseltmeye başladı. Artık, konu gizlenemeyecek boyuta geldiği için de Türkiyedeki ana akım ile Havuz medya kalemşörleri de algı operasyonuna hemen başladılar. Örneğin, Alo Fatihin, Kalemşörlerinden Fatih Altaylı köşesinde “Sudan nedenlerle yapılan eylem” ifadesini kulandı. Sabah Gazetesi ise klasik idolojik duruşunu sergileyerek “GTeröristlerin sızması ile yapılan eylem” olarak duyurtu. Böylesi bir sınıfsal ayrışma ve haber anlayışı oluşturuldu. Artık, olayın önemi değil, sınıfsal hegemonyayı koruma yelpazeli habercilik yayılmaktadır….
Bukadar laftan sonra, merakınızı bilgilerle giderelim! KIbrısta ve özelikle K. Kıbrısta, onca Türkiyeleşme gerçeğine karşın, orada olan resmi dışı gelişmelere ilgi yok. Hep resmi eksende duruşla Kıbrısa da o hayali rüzgarın geleceği beklentisi hala vardır. Tabi, korkma veya teslim oluşun onursuzluğu da burada katgısı çok. Bundandır ki Üçüncü Hava alanındaki olaylar burada pek karşılık bulmadı. Bu sınıfsal bakıştaki uluslararasılaşmanın nreye geldiğini ve gemen idolojinin haberciliği kısgaca alışın yansımasıdır.
Türkiyede özellikle AKP iktidarıyla adına “çılgın proje” denilip eserler yapılmaya ve bunlar epey tartışılma açıklığına sahipti. Bunalrdan birisi de istanbuldaki Karadeniz kıyısındaki Üçüncü Hava alanı olmaktadır. Daha baştan konu ikiye ayrışmayı getirdi. İktidar çevreleri daha çok büyüklükle övünürken, karşı çıkanlar hem istanbula yaşamsal vereceği zararı, hem de mali konudaki olumsuzlukları sıralyorlardı. İstanbulun nefesinin kısılacağını da söylediler. Fakat, bilim yerine itibarı öne koyan Erdoğan zamanında belediye başkanıyken kendisinin dahi ilgili yerin önemi nedeniyle karşı çıktığı olaya, koltukta saraya yükselirken bu yanlışını doğru olarak gerçekleştirmeğem girişti. Cihalet ve inanca oynayarak “kıskanıldığı” ve itibarın artacağını söyleyerek probaganda algısı yaptı.
Halbuki, liberal ekonomist İlhan Keçeci dahi bu Üçüncü limanın gereksiz olduğunu, ufak bir yatırımla Atatürk hava limanının geliştirilerek sorunun çözüleceğini açıklıyordu. Özellikle konu başlangıcında istanbuldaki yaşama müdahale konusunda epey eleştiriler oldu. Ama, bildik iktidar hiç tınmadı…..
Böyle Başlayan İstanbul üçüncü hava alanı yapılması gidrek tüm eleştirilerin de bbaskıylada sansürleme yöntemi uygulanarak gelişiyordu. Artık, yapılacak alanın önemli büyüklüğü probaganda algısı kısgacında işler yürüyordu. Ne yollarda çamura saplanıp devrilen kamyonlar sonucu ölen işçiler, ne bölgedeki yok olan canlılardan suya varan kaynaklar hiç haberleşerek konu yaptırılmıyordu. Yapanları da ya baskılarla yayınlatmama veya “kıskanan dış güç kesimler” olarak suçlanmaktaydılar. Oysa, hava alanı gelişirken, orada yaklaşık 15 bin çalışan da vardı. Bunların bir kısmı da Suriyeli Afkan göçmenler veya Azerbeycanlılar oluyordu. Güvence yoksunluğu sonucu da iş cinayetleri dahi haber yapılmıyordu. Çalışma koşulları oldukça ağırdı. Fakat, kimse kolay kolay alana sokulmuyordu. Sadece, İstanbul hava alanının bitme tarihi ile buraya inecek ilk uçak haberleri uçuşuyordu.
Kimse Nazım Hikmetin yazdığı gibi: “Yapı yükseliyor! Yapı Yükseliyor da öyle bildiğiniz yapı yükselişi gibi değildi”… Öeln işçilerin veya çalışma koşulları hemen hemen hiç duyulmuyordu. Oysa, ölümler oluyor, çok kötü durumlarda çalışıyorlardı. Taşaron çalışma kuralı nedeniyle de işçilerin örgütlenmesi de oldukça zordu. Ancak sorunlar birikiyor, olumsuzluklar artıyor, sırf zamanında bitsin diye işçileri daha ağır şartlarda çalıştırarak resmen köleleştiriliyordu…
Sonuçta bu olumsuz birikim patladı. İşçiler eylem yaptı. Bu başta Türkiye ana akım ve havuz medyada verilmedi. Fakat, eylem yapılırken talepler de çarpıcıydı. Artık gizlenemeyen olay saptırılmaya başlatıldı. Kimisi dış güçlere, kimisi Teröristlere ve ortak buluşma da hava alanının zamanında açılmasını engeleme olarak vurguladılar. Oysa, bunları okuyup hemen ezbere katılma yerine, sadece işçi taleplerinden birkaçını dahi duymak Tüylerimizi ürpetip kulaklarımıza inanamayacak dereceye geliriz! Çalışma saatlerinin fazla oluşu veya öteki klasik emek sömürme teknikleri yanında, yatılan yerlerdeki “Tahta Kurularından” kurtarılmaları, ilaç bulmadıkları sağlık merkezlerinden ilaç konulması, tuvaletlerin ve banyoların insanların kulanabileceği koşullara getirilmesi gibi çok önemli insani nedenler vardı. Ayrıca, resmen devlete suç ilanı olan ödemelerin elden değil yatırılmasını isteyerek akla gelen uygulamadan kaçırılanlar da fark ediliyor….
Bazıları ise resmen kölecilik koşullarına veya asırlar öncesi Kapitalist emek sömürme kulanımı akla geliyor. Bu denli insani taleplere karşın devlet kendi sınıfsal özünü de gösterdi. Çalışma yeri sanki ülke zaptetme gibi kuşatılıp Tomalar ve biber gazları ile saldırıldı. Geceyarısı işçi barakaları basılarak yüzlerce işçi gözaltı edildiler. Olay yerine pek de yaklaşmak mümkün olmadı. Oysa, önceki işçi eylemlerinde böylesi geniş gözaltılar yapılmadı. Devamında dışarıdan başka işçiler getirilip işletmeğe başladılar. Biraz örgütlü oldukları sendikaların açıklamaları ise ibretlik! Epey insanın basit nedenlerle öldüğünü, güvenliğin oldukça yetersiz olduğu yeniden belgelerle serildi. Fakat, iş cinayetleri Türkiye medyasında dahi karşılık bulmuyordu. Özellikle yabancı işçiler kırılma için kulanılıp daha ucuz ücretle çalışılınırken, kolayca işten atmalarla da resmen baskılar oldukça yaygınlaşıyordu….
Son günlerde istanbuldaki üçüncü hava limanında yaşananlar bir anlamda biriken sorunların görmezden gelinmesi ve bakışta emek ekseninin yok sayılmanın sonuçları olarak patmalanın ortaya çıkmasıdır. Hala yapı gerçekleşirken kaç kişinin can verdiği dahi net bilinmiyor. Ama, insanlık dışı çalışmaya ses çıkarmayan devlet, yapılacak alanla muhteşem övgüler beklerken, çalışan insan bedelinin de bilinmeme lüksüne de sığınılıyor. Bundandır ki insana önem vermeyen ve sermaye sözcülükle algı haberciliği yapanlar “Sudan bahanelerle engel olmak* Tam da tamamlanacak ken buna engel olma” gibi probaganda algılarına baş vuruluyor.
Bize doksanlardan beri hep şunu ezberletiyorlardı: Serbes piyasa denetcidir, piyasa ekonomisi sihirli bir ele sahip olup düzeltir, Yabancıı sermaye akışıyla refah artacaktır…. Sermaye güçlendikçe de refah da artacaktır gibi kocaman yalanlarla beynimiz dolduruldu. Sınıfsal tarihi bitirip bize tek anlayışı da yerleştirdiler. Çoğu kesim ezilen ekseni unutup sermaye büyümesi ile ekonomi anlatmaya uğraştılar. Hiçbir eserde çalışanın emeği ile oluşu söyletilmedi! Ezilenlerin direnişleri haber dahi yapılmadı. Bugün sadece Türkiyede değil birçok ülkede grevler yvardır. Bunların artık haberini duymuyoruz. Tıpkı İstanbul üçüncü hava limanındaki eylemler gibi. Boşuna esnek emek denmedi. Örgütsüz emeği daha kolay sömürmek için de bu kural kulanıldı. İstanbul da olanlar bize aslında sermaye sömürülmesi ekseni ile onun devletinin gerektiğinde nasıl birlikte birleşip saldırganlaştığını yeniden kanıtladı.
Bu anlatılardan sonra sabahleyin okuduğum Ergin Yıldızoğlunun sorduğu gibi “Gereken dersleri aldınız mı? Ayni noktada hala bulunuormusunuz? Bu yaklaşım hepimize önemli dersler verecektir. İlgilenenlere ve özellikle gazetecilere artı Gerçekteki Ragıp Duranın Göbels makalesi ile günümüze gelişini okuyup dönüp aynaya bakmalarını da öneririm.