Her alanda karışıklıklarla yaşamaktayız. Normaleşen bu yaşam şekli ise sorgulamamızı da hiçleştiriyor. Hiç uzağa gitmeyelim; normal gün akışında, sıcaklar kavururken, birden gürleyen gökyüzü ile yoğun yağmurla boğulma doğalığı artık kanıtsandı. İklim bozulma denen konuyu da çoktan kanıtsayıp önemini de yok etme noktasına ulaştık. Daha çok basit örneklerle dolu güncel akışla yaşıyoruz. Taciziden yalan söylemeye veya hırsızlıktan güç zehirlenmesine nerde ararsan bu anormalikler doğal hale sokuldu. Yalan söylemenin yandaşlıkla yıkanıp aklandığı günlerden geçiyoruz. Kelimesel fetişizimle konuşup, kulandığımız gıdadaki zehirlenme ile kanser doğalaşma bileşkesinde yaşıyoruz. Hele de iletişim teknoloji ile sanal dünyanın normal dünya yerine geçişinin de son kertelerine geldik. Böylesi karmaşada, olaylar da aynen tekrarlanıp siyasalaşıyor. Yaşananın adını dahi koymama nornaliğine geldik. Korku, çıkar ve artık adı konulması gereken cihaletin en üst teknolojide kültürleştiğini de görüyoruz. Böylesi karmaşada da siyaset kendi sahnesinde kendine has kurallarla karmaşalaşmaya katgı katmaktan başka bir iş yapmıyor….
Ağırlaşan havada, bir güneş bir yağış arasında karmaşa yaşamda salantılarıyla seçki yapmak da birini geride brakınca “şikayet” etme haykırışını da duyuyorum. Ne yapalım; alan dar ve akla gelenle kısa köşede yetinme gerçeğini de imkar edemiyecek kadar katı kurallar vardır….
Konuya ben ce önemli basın gelişmesi ile başlamam gereksinimini yerine getirmekle olacak. Cumhuriyet Gazetesini bilmeyen yok. Dönem dönem oldukça eleştirilen, bazen de duruşuyla önemli yer alan Türkiyenin önemli yayın organıdır. Hep, klasik Kemalizim ile ileriye gitme ekseninde savruldu. Hafta sonuna doğru, mahkeme kararıyla yeniden Yönetim kurulu seçimi yapıldı. Seçimi Alev Coşkun başkanlığındaki eski kesimler kazandı ve hemen tanıdık bazı isimelr gazeteyle ilişkisini kesti! En düşündürücü olan, Güray Öz gibi önemli gazeteci ve hizmeti geçip, bedeli hapisle bitmesine rağmen, bu aydın gazeteciye veda yazısı dahi yazdırtmama oldu! Bu tutum ile logo ile Atatürkü kulanıp belirli kesimi tasfiye edeceklerinin de direk mesajını verdiler. Çokca okunan Çiğdem Toker, aydın Engin, Güray Öz gibi kalemleri artık cumhurieyt sayfalarında göremiyeceğiz. Kuşkuları artıran tutum şu: Bizat Alev Coşkun, Cumhuriyet yazarları ve yöneticileri yargılanırken, mahkemede alehte duruş göstermeleridir. Hatırlarsınız, Can Dündar yurtdışına kaçarken, birçok kalem de tutuklanıp seneyi bulan hapiste tutuklu kaldılar.
Aklıma elbet değişik kuşkular geldi. Bir gazete yönetimi değişmesi ve hele seçimle oluşu nornaldir. Fakat, şimdiki Türkiye yargı gerçeği ile alınan karar, Cumhurieyt davalarının devam etmesi, davalardaki nedenlerin oldukça önemli oluşu kadar, Alev Coşkun gibilerin tutumu ise bu kuşkularımız artıyor. Hele daha ilk adımlarla bildik değişik görüşlerin tasfiyesi de işin tuzu biberi oldu. Elbet, Türkiye muhalefet yayın organlarının sayısı çok azdır. Bir gazetede değişik görüşlerin de olması normaldır. Fakat “Yanardağın” yaptığı gibi kendine aykırı gördüklerini suçlaması ise tek tip haberciliğin de kötü örneği olmaktadır. Cumhurieyt gazetesinde Liberal soldan Marksis görüşlülere, Kemalistlerden daha tarafsız aydınlara çeşitli görüşlerden insanlar yazıyordu. Demokratik gazete ile muhalefet eksenli anlayışın harmanlanmasıdır. Beyenmemek başka ama tasfiye ile tektip merkezci olmak banbaşkadır. Nitekim, Kürt coğrafyasında olan olayları kendine muhalefet diyen organlar dahi yazmazken, Cumhuriyet bu boşluğu bir ölçüde doldurdu. Zaten gariptir. Kazananların suçlamaları da geniş yelpazeden dolayı oldu. Tıpkı benzetme tam uymasa da Kılıçtaroğlunun fırsatları kulanıp seçim döneminde dahi sol kanatı silme operasyonu yapması gibi. Belli ki yeni Cumhuriyet Balbay ile Coşkun simgeleri ile adına Kemalistlik koyup bir kısım muhalif düşünceleri dıştalayacaktır. İnşalah yanılırım! Bir de Hocam Emre KOngarın görüşlerini de merak ediyorum. Yanardağın prokramında Bazı Cumhurieyt yazarlarını eleştirirken, hocam sesiz kaldı. Oysa, demokratik bir muhalefet gazetesinde tektip olunmayacağını enazından söylemesini de beklerdim.
Şimdi, zaten birkaç gazete kalan muhalefet çizgisi, Cumhurieytin yeni yönetimiyle bu eksenden gazetenin koparılma kuşkularımın yanlış çıkmasını umarak bu konuyu burada kesiyorum. Ancak, Çiğdem gibi yolsuzlukların alasını araştırıp yazan veya aydın Enginin birikimlerini yok saymanın daha ilk sarsıntı olduğu da kesin.Üstelik tekrar tekrar uyararak “Cumhuriyet davaları sürüyor ve Can Dündar hala sürgünde”!*******
Gelelim güncel karmaşalaera: Hemen Lefkoşa sokakları ile saray denklemine bakalım. İki tane Mustafayla karşılaşıyoruz! Hayvancılar Birliği başkanı ve Saraydaki kendine lider denilen Mustafalar. Sokaktaki Mustafa hep son günlerde dolaşıyor. Bayrakları çekip, Erdoğanın resimlerini açıp, oradan oraya dolaşıyor. Cuma günü daha da şahlanarak Mehter marşı ile birlikte bayraklar çekilip Güneye doğru yöneldi. Taleplerini Kıbrıs Cumhuriyetine duyurup yardım mı isteyecek! Birden aklıma 9 Eylül geldi. Asırlar önce Lefkoşanın Osmanlılar tarafından fethi günüydü. Mustafa bey madem güneye yöneldiyse, bayraklarla ve Erdoğan resimlerle yol katediyordu, belki de Lefkoşa zaptedilişi yeniden yaşanma olasılığı olacaktı! Yetmedi, ardından Mehter marşıyla konuyu bağladı. Ama, bu hamlenin amacı ise Arpa fiyatlarının düşürülmesi ve eksradan teşvikler alınmasıydı!
Saraydaki Mustafa ise onca kriz karşısında sukutunu koruyup, konuşurken sadece “Toplumsal toplumsal dayanışma” diyebilen ve nedenlerini hiç konuşmayan bir seyirci gibi takıldı. Panayırlara katılıp bol bol ruma veriştirip, kendisinin “gerekenleri yaptığı” kulanımını da ihmal etmedi.Ama, Akıncı lider. Üstelik, Türkiyeye giden arkadaşı makamcı Cemal ile Türkiye bakanı görüşmedi! Cemal bu siyasi ahlaksızlığı gizlemek için ise nasıl kıvırıp kendini sıfırladığı da Mustafanın diline düşmedi. Tufan ise Akıncı rüzgarına da takılıp, Ankara gezisi sonrası anlaşılmaz ve yaşananları örten hukukcu savunma refleksi ile konuştu. Hele de bakanı kabulenmeyen, kendisini kendi makamcısı ile vali yardımcısı karşılama rezaletine de diplomatik laf dahi edemedi.
Kutret en rahatları: Ankaradan geldikten sonra, kılıcını çekip Rumlara tehtitler yağdırdı. Malum,Kıbrıs Gazına Türkiyeyi katıp Türkiyesiz olmazı oynuyordu. Tüm bunlar içinde de hep kriz ile çaresizlik cenderesinde kaynayıp sıkışılınıyor. Döviz olayında TL bağımlılığın depremi olduğu, genelde uygulanan sistemin tekrardan iflas üretim tekrarı halinde gerçekleştiğini kimse konuşmak istemedi. Mustafa bey bayrakları çekip Erdoğanın resmini astı. Şunu dahi bilmedikleri için de katılımcılar ekrana “buraya bir vali göndersinler” çağrıları kolayca söylendi. Bilmiyorlar ki Türkiyede hayvancılık çoktan öldü. Etler ital edilip enson Brezilyadan ve başka ülkeden gelen etler de hastalıklı çıktı! Ama, çağrılar Ankaradan para gelsin de bize verilsin.
Sendikalar ise birbaşka alatürka arabeski okuyorlar! Neymiş, “sakın ha Türkiye kelimesi geçmesin”! Geçerse bazı sendikalara göre üyeleri katılmayacakmış. Peki,Perşenbe günü Sendikal eylemde bu cümleler konulmadı* Krizin temel nedeni TL oluşu ile Türkiyedeki kriz olduğu da vurgulanmadı…Peki, bunu talep eden sendikalardan katılım gerçekten odlumu? Öteki sendikaların saçmalama ve yandaşlı kıyaslama eyleminin önemi dahi olmadı. Ama, tüm bunalr K. Kıbrıstaki kriz depreminin hala deprem olduğunun konuşulmadığı koşullarda gerçekleştiği de kesin.******
Biz madem gerçekleri değil de çıkar rantımızın peşindeğiz, ozaman da birileri parayı verince işler tamam olur. Şu sorular sorulmuyor: Onca tarım eşviğine rağmen, bol çifci bunu alırken neden arpa ital ediyoruz? Hayvan falan denilip değişik destekler uçuşurken, kimse en basitiyle et kaçakcılığının hikayesi ne? Kamucular, onca direk etkilenen döviz krizine fazla ses çıakrmazken, ek mesayide niye şahlandılar* Hepsinin toplamında Tücar neden sesini çıkarıp fiyatlarda fırsatı deyerlendirmeğe devam edip, bir ağızdan sistemin ayni kalması çizgisi kırılamıyor? Hani Metin Münürün dediği gibi “Konya valisi kadar yetkisi olmayan” koltukcular, kabulenmedikleri halde buna bahane uydururken, yandaş da memnun kalırken, nasıl Kıbrıs sorunu çözülecek? Kendi “egemen” coğrafyamızda TL kontrolu merkez bankasında yetkimiz yokken, Kıbrıs görüşmelerinde hem sistemimize dokunmasınlar, hem de onların elindeki yetkileri isterken hiç yüzler kızarıyormu? Sonra, kimisi “Kıbrısta çözüm”* Kimisi de “imkansız” denip ayni düşünceleri seslendiriyorsa, böylesi yanlışlardan yalanla nasıl karşılaşacağız?
Artık bunları yazmaktan usandım. Onca etkiye karşın hala TL bğımlılığı ve genelinde rant çıkar ile oluşturulan ilhaklaşma politikasından uzaklaşmak istenmedikçe, tıpkı şimdileri yeniden yaşayacağız. Daha biz olayın nedenini konuşamıyoruz. Ama, birileri verip ayakta kalıp alkışlamayı da bilieriz. Nasıl ki gerçekleri söyleyince, birielri “siz doğru oldunuz da ne kazandınız” karşıtlığında tek kalmanın sarmalında debelenip duralım.