Anti demokratik veya işkal altı yönetimlerin etkilerini kriz döneminde fotoğraflaştırmak daha kolaydır. Otoriterlikle işbirlikcilik ekseninin krizle altüst olmasıyla gerçekler daha net olarak ortaya çıkar. Etkilenen kitleler “ya korkudan veya cihaletden” konuşamazlar. Tepkileri de bir başka şekle girer. Burada örgütsüzlük ile seçeneksizliğin de kıyasta belirleyici önemi vardır. Otoriterlik nedeniyle, direk yaşanan krize rağmen, çok biçimde etkilenmelerin oluşmasına karşın, bilgisizlik nedeniyle başka otoriter damıtılmış dinsel inanca veya etnik kimliklerle açıklanır veya bilip de korku veya çıkar nedeniyle de temel gerekçeği söylemekten kaçınma gibi ikilemler olmaktadır. İnanmayan, K. Kıbrıstaki medya konuşmaları, akademisyenlerin açıklamaları veya Türkiyede olduğu gibi kitlelerin karşısında Erdoğanın “Onların Doları varsa, bizim de alahımız var* Bu bir ekonomik kriz değildir, dış güçlerin bir operasyonudur” sözerinin kitlesel karşılık bulma durumlarıyla yaşanmaktadır. Fakat, hala K. Kıbrısta onca etkene ve döviz yükselmesine karşın, çaresiz kalınırken dahi Türkiye ile olan yapısal bütünleşmenin sonuçları kelimeleri dahi dilden düşmüyorsa, girişteki fotoğraf çekmenin nedenli kolay olduğunun da kanıtıdır……
Kendimce bu krizi yaşarken de en basit olayı söylerken dahi çoğunluğunun gülme yakın geşmiş aklıma geliyor! Ben ısrarla “24 Haziran sonrası, Türkiyede kim kazanırsa kazansın, kriz kapıdadır” diye özetliyordum! Özellikle işbirlikcilikle çıkar sağlayan kesimler “Erdoğan kazandıktan sonra, her konuda olduğu gibi, bunları da çözüp Türkiye uçar”diyoarlardı. Ben geçmişte pek sevmediğim bir konuda yazımı yoğunlaştıracam. Bir zamanlar bazı eski solcu dostlarım “dediklerin kanıtlanıyorsa, onları yeri geldikçe anımsagtacaksın” uyarılarını hep yapıyorlardı. Şimdi biraz da ona uyacam.
Fakat peşinen yine de şunu özetlemeden edemiyecem: Eğer hala siz günlük döviz rakamıyla ve sistemsel veyan içsel yapısal ilkeleri unutarak konuşursanız, hep resmen yanlış söyleyip insanları kandırmakla meşkul olacaksınız. Onuniçin; yaşanan krizin genel sistemsel adı Finans Kapital krizi olmaktadır. Bunu dahi karıştıran ve hem de adına Marksis diyen Ortodoks veya tarikatcılar mevcutdur. İkinci nokta, Bu kriz yıllardır sürüp, içinden çıkılamıyor. Brakın çıkılmasını, ne yönetenbilindi, nede seçenekler oluştu. Demek ki genel bir Finans Kapital krizi yaşanıyor. Bunun günümüzdeki gelip vurduğu yerler Gelişmekte olan ekonomiler. Hep uyarılan Kırılgan gelişmekte veya çevresel ekonomilerin Birinci sırasında da Türkiye bulunmaktadır. Demek oluyor ki Türkiye bu kriz dalgası ile kırılgan dış sermaye hareket gerçeği ile krize girdi. Bizler ise söylemesek de değişik simgelerle Türkiyeleşip bağımlı haldeğiz.Bunun direk yansıması da kolaydı. Bir farkla, ne Türkiye bu krizi yönetebildi nede bizde daha baştan neden söylenebilindi!
Krizin iki önemli eksik ayağı var. Birincisi, Kriz Türkiyenin yapısal özelliklerinin sonucu olarak yaşanıyor. Bu krizi yönetemeyen siyaset sonucu da eksrar bir döviz yükselmesi de ekleniyor. Bu iki noktayı birbirine karıştırmadan, etkilerini yok saymadan konuşmalıyız. Kriz olamayan yerde böylesine döviz yükselmez. Birçok ülkeler arası krizlerde fırlama böyle olmaz.Yönetememenin en basit yansıyışları ise verilen mesajlarla resmen kanıtlanmaktadır.Hat ta “ekonomik kriz falan yok” söylemi hem karşısındaki kitlelerin durumunu ve hem de krizi ele alma durumunu göstermektedir.
***
Bu basit bilgielrden sonra, gelelim tarihsel benim yazdığım gerçeklerle günümüze gelelim. Çok uzağa gitmeyecem. 1998 Yılında Yeni Çağ ve Avrupaya yazdığım makalelerle bir başlangıç yapacam. O zaman başlamakta olan Asya Kaplanları krizini haftalık ve günlük yazdığım gazetelere verdim. Yeni Çağ denetcilerinden Rasıh ve kemal bana konuyu gazeteye koymadan önce şöyle bir kuşkulu soru sordular: “Eminsin, Asyada ekonomik kriz oluyor”! Ben birkaç gün sonra bunun yayılacağını söyledim. Soros veya Spekilatif sermaye gibi kavramlar hala K. Kıbrısta yabancı kelimelerdi. Ardından benzer yazıyla Avrupaya gönderirken, G. Kore yeni seçilen ilk sol liderin de konuyla alakalı karşılaştığı koşulalrı yazarken, bazı arkadaşlar, bana güvenmelerine rağmen, bu Asya krizinin çıkma ihtimali konusunda biraz kuşku duyuyorlardı. Oysa ben uydurmayıp, BBC yayınındaki sol Marksis ekonomislerin görüşleri ile yorumlayarak yazdım. Tabi, Ergin YIldızoğlu ile Korkut Hocanın da katgısı çoktu. Oysa, tıpkı yakın tarihte olduğu gibi başta Dünya Bankası ve İMF resmen penbe taplolarla yükselecek ekonomi reklamı yapyorlardı. Mustafa Akıncı ve Mehmedali Talatın yeni Sosyaldemokrat Beleyırcı kayışlarla da bu kuruluşların raporları ile mecliste yeni Dünya diye nutuklar çekiyorlardı….
Bu kriz gelişirken, yine Maarksis ekonomisler Neoliebralizmin artık miyadını doldurduğu ve krizlerin yeni seçenek gelmedikçe,devam edeceğini de uyardılar. Nitekim, Asya Kaplanları ve ardından Latin Amerika ve Türkiyeye uzanan kriz dalgaları yayıldı. Fakat, K. Kıbrısta Neoliberal bahar söylencielri “Yeni dünya” adıyla probagandada CTP ve TKP liderlerince yaşatılıyordu!Bu krizler sonrası Latin Amerikada Çavez ve Lulayla yeni bir sol denemesi başlarken, Asya kaplanları kendielrine has yeni modeller ararken, Türkiye tam da ikili kısgacın altına giriyordu. Tam da İkinci Buş kazandı, Ortadoğu planını yürürlüğe koymaya ve çöken Neoliebralizmi borçlanmalarla ayakta tutma politikasına geçiyordu. Bunun ikili yansıması da Türkiyede iki isimle oluyordu. Yasaklı Erdoğan saraylarda tanıtılırken, Kemal Derviş de ekonomist uzmanı olarak Ankaraya Geliyordu. Piyasa modeli ve siyasal islamın temelleri krizin tortuları altından filizlenmeğe başlandı.
Yine ilgili günlerde Yeni Çağ ve günlük ortam gazetesinde konuları işledim. Bunların anlamını ve gelecekteki sonuçlarını yazdım. Neyazık ki hepsinde haklı çıktım. Fakat “alacaklı değilim”! Herkes Siyasal islamı överken, İslam ile demokrasi bağdaşlık nutuklarını hala ekranlarda söyleyenler varken, ısrarla bunun sonucunu belirtim. Gericilikle demokrasi hele de Buşla demokrasi feneri sıkıntısını yazdım. Bolca yazılarım var. Ekonomide ise başta Türkiyeli Marksis ekonomisler ve hat ta eski İMF ve Dünya bankası çalışanların bazıları, bu yapının kırılgan ekonomi olduğunu, dış sermaye hareketleri nedeniyle kolayca kırılacağını, özelleştirme ile italart ayaklarının da kamuyu çökertip tüketime bağlı bir yapının oluşacağını hep yazdılar.
Nitekim; genel Neoliebral kriz tüm borç balonlarına, emlak sektör patlamasına karşın ancak birkaç yıl ertelendikten sonra 2008 yılında hem de merkezde ABD ortasında patladı. İlk kıvılcım Türkiyede de bir yıl sonra geçti. Dış sermaye finansman önemli girişiyle fazla derinleşmedi. Fakat,mesaj verildi. Sık sık Kırılganlığın sesleri duyuldu. Fakat, sıcak para kazantcıyla şişirilen rakamlarla ekonomik büyüme sayısı çıkıyordu. Düşündürücü Cari açık artışı veya üretimdeki gerileme veya onca büyüme ile istihtam artmaması ise hiç birlikte tartışılmadı.
Genelin de aynası oluyordu. Kapitalizim, ne krizi çözüyor, nede yönetebiliyordu. Türkiyede sermaye hareketlerindeki kaçış ile borçlar stokları gibi etkenler sinyaleri çakıyordu. Fakat, yönetimin yanlış söylemesi dahi tutuyordu: Malli raporda dahi olmasına rağmen, “Türkiyenin borcu yok” yalanı da tutuyordu. Gelişen dinseleşme imamhatip eğitimi ve artı “4.4.4” yapısının da insan değerleri üzerindeki iananç hakimiyeti de yerleşiyordu. Öyle yerleşiyordu ki tüm yanlışlarla oluşan iş katliyamları, doğa afetlerine kolayca “Fıtrat, kader veya alahın taktiri” değerlendirmeler kitlesel karşılık buluyordu.
Bunları gününde yazdık. Birileri ise karşımızda sistemin köprüleri veya camilerini överek büyüyenveve kıskanılan lider ikilemli karşılıklarıyla hep uğraştım. Aynen, son seçim sonrası dövizin de fırlayacağını söylerken, ayni geniş kesim “Erdoğan bunu çözer* Dünya bize karşı birleşti, Çünkü Kıskanıyorlar” gibi karşılıklar aldık. Kriz sinyaleri ve döviz hareketlenmesine rağmen “Türkiye ekonomisindeki istikrardan” söz eden “bilimci ve ahali de” burada da oluştu.
****
Şimdi işin büyüsünde iş tıkandı. Onca gerçeğe rağmen, hala K.Kıbrıs Türkiyeleşme gerçeğini siyasal eksene koyacak mı? Çözüm ararken, palyatif sözler yerine, bu yapının gerçekleriyle yüzleşilecekmi? TL bağımlılığından Merkez bankası gerçeğine veya “Türkiyesiz olmaz, garantörlük kutsaldır” sorgusu olacak mı? Yoksa, Akıncının tüm ekonomik göstergelere karşın panayırlarda “çöpler” veya ruma göndermelerle biz başka dünyalarda mı dolaşacağız! Bunlar yeniden üretilmekle meşkul olunmaktadır. Ahali ise yakınırken dahi en basitiyle ekonomik sektörleşme sonucu kamusal özünden koparılan ekonomik ve sağlığa dahi deyinemez! Rant temelli ve sistemi kutsama düşüncesi sonuçta seni gerçekler karşısında cahil hale veya korkup çıkarla bütünleşen kimliğe getirir.
Yeri Yeri geldiği için,tam nokta vuruşudur: Geçenlerde Cumhuriyet gazetesinde deneğimli Katri Gürsel, şu konuma yer verdi: “Toplum değiliz* Topluluk olduk. Toplumsal ortak değerler vardır* Bunlar kalmadı” benzeri bir analiz yaptı. Hani irsenin tarihi sözleriyle adeta K. Kıbrısın da yansıyıcı ışığıdır: “Nifusumuzu kalabalık” diye söyledi. Gerçekten, Gürselin tesbitiyle burayı da ekleyelim: Halk veya toplum acitesi çok kulanılır. Halkımız veya toplumsal çıkarlar denilir! Peki, gerçekten K. Kıbrısta ortak değerlerle oluşan toplum veya üst yapısal halk sosyolojik yapılanması var mı?