Artık yılın sekizinci ayını da noktalıyorum. Noktalıyorum diyorum, çünkü; siz yazıyı okurken Ağustos ayı değil Eylül ile yaşamakta olacaksınız. 31 Ağustosun gecenin saat 11 geçip artık dakikalar zamanı kaldı. Belki biraz teredütle yazarsam, AAğustostan Eylüle de geçmiş olacam. Eylüle girince de rakam 1 olacak. 1 Eylül ise evrensel Barış günü olarak karşımıza gelecek. Eğer, gerçekten, gerçeklerle yaşayıp, hem Kıbrıs sorunu hem de ekonomik krizle doğru yüzleşseydik, ilgili gün oldukça muhalefet eksenli eylemlerle geçecekti. Oysa, şimdiden 1 Eylül ötekilerinden daha silik ve eylemsel kırılganlık kısırlığı ile geçecektir. Halbuki, Kıbrıs sorununda brakın gelişmeleri, resmen statik kalıcılaşmanın hamleleri peşpeşe geliniyor. Öyle ki K. Kıbrısta hava üstünden deniz üstüne varan yeni yapılanışlar veya daha da gericileşerek hamasetleşme yobazlığına doğru da hamleler olmaktadır. Yetmezmiş gibi de resmen kulanılan tL nedeniyle yaşanan Türkiye finansman krizinin dalgaları sert şekilde burada yaşatılmaktadır. Bunlara rağmen, 1 Eylül günü oldukça kısır geçip, anlamı dahi pek konuşulmayacak. Yaşanan sorunların sokakta ve politikada karşılığı olmayacaktır. Hele de zaten içi boşaltılarak eğlenceli popilizmin noktasına çekilen everensel veya yerel direniş günleri, artık anlamlarıyla hiçeleşmelere doğru çoktan kaydı….
Aydan ayda geçişle, ömrümüzden bir ayı daha kaybetme giriş ile ayni anda karşılaştığımız 1 Eylül Uluslar arası Barış günü ikileminde böylesi sözlerle konuya başladım. Aslına bakarsanız, son günlerde protestolu sert demeçler veya spontanel bazı eylemler de yapılıyordu. Eğer, çizgisinde olup ilkesel duruşla sergilense, gerçekten toplumsal öfkenin sisteme yönelerek gelişseydi, 1 Eylül daha örgütlü ve katılımcı toplumsal muhalefete dönüşme imgesi olacaktı. Bu basit gerçek dahi, son günlerin gösterilen tepkilerin yaşanan krizle direk uyumu olmaması sonucu, böylesi genişleme şansının da gerçekleşmediğinin kanıtlanması olmaktadır. Hele sosyal muhalefet ekseninin temel dinamik sendikaları ve partielrin, krizin temel adını dahi söylemekten ısrarla kaçıp, kendi çıkarlarına göre tepki koyması da kamuoyunda sosal muhalefet ekseninin kamuoyunda itibarının kaybedilmesini de getirdi. İster istemez, bu basit kuralları bilimsel olarak yeniden aklıma getirdim!
İlkeli olmak önemlidir. İlkeli olmadan çıkıp ilkesizleşleşip çıkar dar hesaplara gelen örgütler, hep kamuoyu önünde kaybetme desteğine ulaşır. Başka genel kural da şu: siz yaşanılan gerçekleri, yerinde ve zamanında seslendirip gereken duruşu sergilemeniz şart. Siz hem yaşanılan gerçekleri yerinde söylemez, ona karşı duruşunuzu örgütlü şekilde göstermezseniz, yaşanılan karşısında resmen kaybedersiniz. Ayrıca, yanlış ve sığ sözler ise yönlendirmenin yaşanılanın yeniden üretilmesine neden olma sonucuyla da yüzleşirsiniz. K. Kıbrısta ne yazık ki son ekonomik kriz dalgası ile konuşulandan takınılan tavırla resmen gerçeklerin ötesinde kendi çıkarına dokundurtmama veya koruma refleksi ile dar spontal konumda kaldı. Bundandır ki krizin fırsatını kulanıp vurgunu yapanlara karşı da direk bir tepki de konulmadı.
Yukardaki gerçekleri en iyi sendikalarda yaşadık. Başta Sendikal platforum dahi yaşanan krizin nedenlerini onca sert demeçlerine karşın adını koymadılar! Israrla kaçtılar. Salt, koltukta oturanlara gönderme ve kendi nerede ise rantlaşan çıkarlarını koruma çenberinde dolaşmaya başladılar. Örnek mi: K. Kıbrısta yaşanan ekonomik krizin Tl düşmesinin sonucu olduğunu ve bunun da direk Türkiyeleşmenin yansıması gerçeğini hiç belirtmediler. Öneren bazı sendikalara da karşılık vermediler. Bundandır ki tepkinin de başlangıç noktası da ayni şekilde çıkarsama yönünde oldu. Krizin nedenini konuşamayan sendikalar, sonuçta iş ek mesayiye gelince inanılmaz tepkilerle eylem yaptılar. Zamlara, düşen TL ile kaybedilenlere karşı değil de artık kamuoyunda gidrek kulanım biçimiyle ranta ve dar çıkara giren ek mesayi tepkisiyle, Sendikalar ikinci yanlışa da imza atılar. Bunun hiç tartışılacak durumu yok. Hat ta, Kamu sendikalarından birkaçı “ek mesayi vermek için çalışanlardan Y.1 “ kesinti yapılmasını dahi önerenler oldu!*****
Ayni tutumu medya yayınları, işverenler ve öteki kesimler de gösterince, şu ekran resimlerine de ulaşırız: konuşan insanlar krizden şikayet eder de bunun ne nedenini söyler nede çözümünü! Sadece bazıları sanki K. Kıbrıs TL kontrolu elindeymiş gibi tetbirler de söylediler. Sonunda sarayın panayırcı Telakcısı da yine bir panayır öncesi incileri ses yükselterek açıklar: “Yaşanılan krizi atlatmak için mutlaka reforunmlar yapılması şart mış”! Tabi bu reforumlara da hep “kamu reforumu” gibi içi boş ama ses yükselterek ifade kazandırtmaya uğraşıyorlar. Kimse, nedense krizin nedenini ve bu neden üzerinden değişimleri hiç söylemedi. Bundandır ki hem yönetimin açıkladığı önlemler hem de sendikaların çıkışları genel krizin aşılma tetbirleri olarak anlaşılamadı. Sorun başka ve sorunu değil de sistemi koruyarak çıkar hesaplı bir döngüyle gelişmeler akıp gidiyor. Fakat, lakırtıcılar ve maraziciler, rant hesabı, koltuk kaymağı olunca da gerçek hep ötelendi. Türkiyeleşme ve ilhaklaşma politik seçkisinin sonucu Türkiyede yaşanan krizin direk buraya yansıması söylenemedi. Söylense, Türkiye ile olan ilişkilerin de sorgulanması gerektiği tartışmaları da başlayacaktı. Basit diyalektik neden sonuç ilişkisi ilkesizleştirerek ve gerçekleri seslendirmeden, kendi içinde sistemi koruyup ayakt kalma daraltısının sonucudur. Metin Münür dahi, basit dil ile bu karmaşadan ancak Kıbrıs sorununda çözümle olacağını yazdı. Bunu, şanlı örgütlerimiz ve çözümcülerimiz yazamadı!****
Yazamayıp,söylememe, gerçekleri görmeme ve dar çıkarları koruma kuralları sonuçta böylesi bir gerçeklik yaratır. Ben bunları sıralarken, elbet sadece koltukta oturanlar değil eğer sendikalar dahi bu aşamaya gelemediyse, başka alanlarda ötekine vurup kendine dokunmama ile yerleşen rant hesabı hak olayını aşınca, bunları birer birer yaşamaya devam edilir. Kamuoyu da duyarsızlaşır. Haberlerde demeçler resmi eksende sıkışıp kalınır. Türkiye gerçeğine karşın, Türkiye konuşulmadan başka alanlarla olaylar yetinilir. Tabi Türkiyede olanlar da konuşulmaz. Örneğin, zamanında yine benim uzun uzun özllikle Ortam gazetesinde yazdığım Telekom özelleştirmedeki iflas, yanan Dersim ormanlarındaki Türkiye batısının haber dahi yapmama duruşu, ekonomik kriz ile siyasi beceriksizliğin dinle nasıl örtülme taktikleri hepsi birer birer akışkan su gibi nehirden akıp denize doğru gidiyor.
Bunlar olurken, gündem böylesine şekilenirken, hala birileri Türkiye gerçeğine ve bölge krizine savaşla tırmanma idlip hamlesine rağmen adamızda önemli çözüm beklenti hayaleri ile başka dünyalarda dolaşıyorlar. Toplam ise K. Kıbrıs ekonomik krizi sadece Türkiyeleşme ve ilhaklaşma göstergesi değil, burada oluşan yapının da nedenli yanlışlarla örüldüğünün da aynasını parıldatmaya devam dedi.
Artık Eylül ayına dakikalar kaldı. Barış gününe gecenin yarısında gireceğiz. Adanın Kuzeyi krizle boğuşuyor. Boğuşuyor da birileri hala kendi çıkarına dokundurtmadan bunun geçmesini bekliyor. Ozaman da ekranlar hemen şahane ekonomisleri çıkarıp durmadan namelerle sözler uçuşmaya başlıyor. Kimse Türkiyedeki kriz dalgasının sonucunu da söylememe kaçışını gayet münasip şekilde kaçıyor. Sonrası mı: sendikalar ek mesayiye dokunucnca eylemler başladı. Buna da ara çözüm bulundu. Onca gürültü yapılırken, kimse gidilecek limanın kayalarını görmüyor. Kaptan Mustafa ve onun baş yardımcısı Tufan Limana yaklaşırken, girmek için randovi bekliyor. Bekledikçe de yelkenlidekileri seferberlikle oyalamaya çalışıyorlar. Haydin 1 Eylülde bu oyalama için kimisi saraya kimisi de açıklamaya…..