yaklaşımlarHalil PaşaDenktaş, KKTC, Erdoğan ve Yunanistan yangını üzerine – Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Denktaş, KKTC, Erdoğan ve Yunanistan yangını üzerine – Halil Paşa

279 Takipçiler
Takip Et

Yeniçağ podcastını dinleyin

Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin adaya askeri müdahalesinin yıldönümüydü. Gece boyunca kutlamaların yapıldığı “Çıkarma Plajında”, sabahın ilk ışıkları altında ortalığa pislik götürüyordu. Sanırım KKTC’deki 44’üncü yıl kutlamaları, adamızın kuzeyinde çevre kirliliğine destek olanların faillerinin kendilerini ele verdiği bir gün olarak hatırlanacak.
Halbuki kutlamalardan önce sona eren Dünya Kupası’nda, takımları şansız bir biçimde Belçika’ya kaybetmesine rağmen, Japon taraftarların, Rusya’da stadyumdan ayrılmazdan önce çöpleri toplamaları da dünya kamuoyunda takdirler karşılanmıştı. Japonları bile örnek almaktan aciz, “bu Türk Milliyetçilerinin” (Denktaşçı, Erdoğancı, UBP’ci, Eroğlucu, Serdarcı vb.) üstelik de, “hain ve Rumcu solcularından” daha çok sevdiklerini öne sürdükleri KKTC’de yaptıkları bu pislik, kendileri gibi düşünen Türk Milliyetçi ve İslamcılarının bir kısmı tarafından bile, utangaçça da olsa kınandı.
Bu arada Türkiye’de seçim öncesinde Erdoğan’ın Londra ziyaretinde fotoğraf çektirdiği Arsenalli, Mesut Özil, Man. City’li İlkay Gündoğan ve Everton’lu Cenk Tosun ile ilgili fotoğraf, haber ve yorumlar iki ay aradan sonra kamu oyunda karşılıklı “seçim istismarı”, “diktatöre destek” ve “ırkçılık” tartışmalarını alevlendirdi.
Ve son olarak Yunanistan’da çıkan yangının yol açtığı can kaybı ve çevre felaketinin acı verici görüntüleri, tüm batı dünyasında büyük bir üzüntüyle paylaşılırken, Kıbrıs ve Türkiye’de sayıları az da olsa milliyetçi ve köktendinci çevrelerden yapılan ırkçı ve alaycı yorumlara da sahne oldu.
Bütün bu konular eksik kalmasın diye üzerinde yazmaya kalkınca, ortaya aşağıda okurun sabrına sığınacağım uzun soluklu bu metin çıktı.
Dileğim keyifle okuyacak zaman bulmanız ve kendi aklınızın süzgecinden geçirip olayları bir daha düşünüp yorumlamanız.

DENKTAŞ’IN SİYASİ ÖNGÖRÜSÜ HALA GERÇEKLEŞMEDİ
Yıl 1983. 12 Eylül askeri darbecilerinin tam desteğine sahip Denktaş, “UBP hükümetinin fahri şükrancıları” eşliğinde, yaz ve sonbahar boyunca tartıştırdığı “ayrı devlet ilanına” karşı TKP ve CTP ile vekillerinin muhalefet etme kapasitesini ölçer. Çünkü işi fazla uzatmadan, kış gelemeden birkaç ay içerisinde bitirmek istemektedir.
Sonbaharın son ayında ayrı devlet ilanı için düğmeye basar. Kasım ayının ilk günlerinden başlayarak, mevcut federal devletin (KTFD) ilga edilerek kuzeyde ayrı devlet ilan edilmesine KKTC) karşı çıkan muhalif partilerdeki “hücrelerim” dediği milletvekillerini (Veziroğlu, Erbilen, Özbaflı vb.) harekete geçirir. Geriye kalan “dik kafalılar” (Durduran, Ö. Özgür) dönemin TC Elçisi ve Dışişleri Bakanı’nın da devreye girmesiyle (İ.Batu ve İ. Türkmen) sindirilmeye çalışılır.
Mecliste baskın bir toplantı düzenlenir. Denktaş beyin, vatan-millet ve bayrak üzerine yaptığı bildik ajite edici konuşmasından hemen sonra, devletin ilanı lehinde hep birlikte parmak kaldıran vekillerin, ne denli heyecanlı ve tutkulu olduklarını dünya alem görsün diye de, oylama ayakta, devletin ilanı kararı da alkışlarla alınır.
Bu arada Denktaş bey ve UBP taraftarları nezaretinde, memurlar dairelerdeki görevlerini, öğretmenler ve öğrenciler okullardaki eğitimlerini, esnaf dükkanındaki işlerini bırakarak, diğer kaza ve köylerden Lefkoşa’ya taşınan insanlar da, meclis önünde birikmiş önceden kararlaştırılan devlet ilanını beklemektedirler.
Denktaş bey meclis önünde kürsüden, o gün KKTC’ni ilan ederken, en büyük destekçisi olarak başta 12 Eylül darbeci generalleri ve ordu olmak üzere, TC Büyükelçiliği ve TC Dışişleri vardır. Kürsüdeki ihtişamını, yanına Dr. Küçük’ü alarak tamamlamıştır.
Rauf Denktaş ayrı devlet ilan ettiği 1983 Kasımında, aslında bu ilanın dünya diplomasisinde ve uluslararası siyaset ve hukukta kabul görmeyeceğini büyük bir olasılıkla biliyor, tahmin edebiliyordu. Çünkü bir yandan Türkiye’nin adaya askeri müdahalesinin üzerinden daha 10 yıl bile geçmeden, silah zoruyla alınan ve tapusunun büyük bölümü kendine ait olmayan topraklar üzerinde resmi bir devlet ilanına zaten uluslararası hukukun cevaz vermeyeceğini kendisi de hukuçu olan Denktaş’ın bilmemesine imkan yoktu. Öte yandan ekonomisinin çarklarını döndürecek kadar artık-değer üret(e)meyen bir cemaat, eninde sonunda kendisine bir “hami” bulmak zorundaydı. Eskilerin deyişiyle taşıma suyu ile değirmenin uzun süre dönmeyeceğini, değirmeni döndürenin değirmenin de görünür, görünmez, öyle ya da böyle gerçek sahibi olacağını bilmiyor değildi Denktaş bey!
Öte yandan Denktaş bey, Kıbrıs Cumhuriyeti’ne de, 1974 sonrasında oluşan yeni statükoda otonom ya da federal ya, Rumlarla her türlü ortak bir devlete kapıyı açacak bir siyasi oluşuma da karşıydı. Gönlünde yatan Kıbrıs’ın Türkiye topraklarına katılması, en kötü adanın statükosunun korunması ve kuzeydeki parçasının er ya da geç Türkiye ile birleştirilmesiydi.
Denktaş, ilerleyen yıllarda, ayrı devletin kurulmasına muhalefet eden siyasal parti vekillerinin, KKTC devletinin yöneticileri olmak için yemin ederek hükümette yer almaya hevesli oluşlarını sinik bir alaycılıkla eleştirirken, aslında adanın Taksim’ine ve Türkiye ile birleşmesine kendisine muhalefet eden siyasal parti ve vekillerin de yardımcı olduğunu anlatmak istiyordu.
Türkiye’nin adaya müdahalesinin üzerinden 44 yıl, KKTC ilanının üzerinden ise 35 yıl geçti. Türkiye’nin adaya askeri müdahalesi uluslararası diplomaside barış harekatı değil ama işgal olarak dillendirildi. İlan edilen KKTC devleti ise, BM vb. uluslararası kuruluşlar tarafından tanınmak bir yana, İslam ülkeleri tarafından bile tanınmadı. Bugüne kadar da uluslararası açıklamalarda TC’nin bir alt yönetimi olarak geçti. Türkiye yalnızca asker ve bürokrasisi ile değil, nüfusu, açgözlü sermayesi ve kültürüyle de adalı yaşamın hemen her alanında baskın olmaya başladı.
Artık AKP’si, MHP’si, İYİ PARTİ’si ve nihayet CHP’si ile adanın yarısının Türkiye’nin olduğu kanıksanmış durumda.
Ama gerçek olan bir şey var ki; uluslararası diplomasi nezdinde, adada “ayrı devleti” kalıcılaştırıp Türkiye’nin bir parçası olmaya yöneldiği ölçüde dünyadan dışlanan, birleşmeye yardımcı olduğu ölçüde kabul ve sempati gören, devlet muamelesi görmeyen bir “siyasi yönetimimiz” var.
Uzun lafın kısası Denktaş’ın 12 Eylül’cü generallerin desteğini ve icazetini alarak, içeride siyasi muhalefete karşı baskıyla ilan ettiği “ayrı devlet”, dünyamızda hala itibar görmüyor.
DENKTAŞIN EKONOMİK ÖNGÖRÜLERİ GERÇEKLEŞMEDİ.
Bugünlerde Rauf Denktaş’ın ömrünün son yıllarında yaptığı konuşmalardan bir tanesi “facebook”, “youtube” sayfalarında dolaşıyor. Şöyle diyor kürsüden Denktaş bey:
“Üzerinde yaşayalım, hür yaşayalım diye, canlarını kanlarını vermiş olan insanların bize bırakmış oldukları toprakları, babamızdan miras bulmuş mirasyedi gibi ne satabiliriz ne bırakıp kaçabiliriz. Koruyacağız, sonuna kadar koruyacağız…”
Ama onun bu çağrısı pek ilgi görmedi. Denktaş beyin aralarında bazı TMT’ciler ile UBP-DP cephesinde yer alan taraftarları olmak da üzere, pek çok Kıbrıslı Türk; ayrıca 1974’ün ilk 10 yılında Türkiye’den adaya taşınan Türkiyeli nüfusun bir kısmı, kendilerine dağıtılan Rum mallarını, babalarından miras bulmuş mirasyedi gibi sattılar. Bir kısmı sattığı yetmezmiş gibi, aldıkları bu toprakları bırakıp kaçtılar da. Aslında yukarıda da belirtmiş olduğumuz gibi bu Denktaş bey’in kapitalist ekonominin yasaları ile milliyetçiliğin her zaman uyumlu gidemeyeceğini öngörememiş olmasındandır.
Örneğin birisi Karadeniz diğeri Adana civarından 1974 yılı müdahalesinden sonra adaya göç eden iki Türkiyeli aileyi ele alalım. Sanırım 25 yıl civarında da çalıştılar. 1999 yılından ve 50 yaşından itibaren, 25 yıl üzerinden ya devlet ya da sosyal sigortalardan emekli olmaya başladılar.
Şimdi o ailelerden birisi, Annan Planı döneminde sattığı Rum mallarından elde ettiği gelirle Türkiye’de apartman inşa ettirmiş. Daireleri kiraya vermiş. Üstüne KKTC emekli maaşını da koyunca. “En iyisi Türkiye’de yaşamak” demiş. Yaşam da ucuz. Akrabaları da var. Üstelik doğup büyüdüğü topraklar. Haksız mı?
İster Kıbrıs doğumlu ister Trabzon, ister Hatay doğumlu isterse Adana… Kimin eline böyle bir olanak geçse, aşağı yukarı benzer şekilde davranabilirdi.
Anlatmaya çalıştığım buna benzer pek çok Türkiyeli ailenin, adada kendilerine dağıtılan Rum mallarını piyasada değer edince, maksimum fiyata satmış olduklarıdır. Şimdi geriye dönüp doğdukları şehirlerde emekli maaşlarıyla birlikte maddi sefasını sürüyorlar.
Denktaş’ın Türkiyeden yerleştirip vatandaş yaptıkları konusunda da aslında ne kadar öngörüsüz ve başarısız bir politikacı olduğu bu ve benzeri örneklerde ortaya çıkıyor.
Ayı şey Rum mallarını satıp savıp, bol keseden emekli maaşlarıyla taltif edilen ve yurt dışında yaşamayı seçen Kıbrıslıtürkler için de geçerlidir.
Çünkü kapitalizmin yasasında, aslolan para ve parasal değeri olan şeylerdir ve ne paranın, ne de parasal değeri olanların (toprak da dahil taşınır taşınmaz mal) milliyeti ve milliyetçiliği daima ikinci plandadır ve aslolana tabidir.
Bugün hala hükümet ve bakanların aile yakınlarına, basının ve kamuoyunun gözü önünde Rum malları peşkeş çekilmeye devam ediyor. Daha yeşil bir KKTC coğrafyası ve daha varsıl bir KKTC için değil ama ülkeye tünemiş kumar turizmi yatırımcılarına ve açgözlü sermayeye daha çok gelir sağlamak, karlarını azami kılmak için.

ERDOĞAN VE MESUT ÖZİL FOTOĞRAFI VE “IRKÇILIK”
Geçtiğimiz Mayıs ayının ortasında, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Londra ziyaretinde görüşen ve birlikte poz veren Alman Milli Futbol Takımı oyuncuları Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’a Alman Futbol Federasyonu Başkanı Reinhard Grindel tepki gösterdi. Grindel, Mesut ile İlkay’ı, Federasyonun savunduğu pek çok değeri dikkate almayan Erdoğan’ın seçim çalışmalarında ona destek olmaya dayandırdı.
Özil önce eleştiriye kulak tıkadı ve Dünya Kupası’nda Alman Milli Takımında yerini aldı. Ancak Alman Milli Takımının dünya kupasında yaşadığı hezimetten sonra “kendisine ırkçılık ve saygısızlık yapıldığı hissine kapıldığını öne sürerek artık Alman Milli Takımında artık yer almayacağını söyledi.
Herkes’te bilir ki Alman Milli Takımı dünya kupası tarihinde en büyük hezimetlerinden birisini aldı ve artık o milli takımda değil Mesut Özil, pek çok Alman ırkından futbolcunun da yer alması imkansız. Bu nedenle kendisine ırkçılık yapıldığı, hele de bu iddiasını Erdoğan ile seçim kampanyasından önce çektirdiği fotoğrafa dayandırması, kamuoyu önünde pek de inandırıcı olmadı.
Dünya kupasındaki hezimetten sonra ise Özil: “Onların gözünde, kazandığımızda Alman, kaybettiğimizde ise göçmenim” diye özetledi.
Bunu Fransa Milli Takımı’nı Dünya Kupası şampiyonluğun taşırken, hiçbir siyasi fotoğraf Pogba, Umtiti veya Mbappe gibi futbolcular söylese inandırıcı olurlardı elbette. Hatta onların söylemesine bile gerek kalmadan, basın söyledi.
Amerikalı bir televizyon yorumcusu, bri apartmanın yandığını düşünün. Yukarıya tırmanıp bir beyaz çocuğu kurtaran bir Afrika kökenli hemen alkışlanıyor ve Fransız ilan ediliyor. Ancak az önce çocuğu kurtarmazdan önce o bir Afrikalıydı. Çocuğu kurtardıktan sonra anne ya da babasına verirken Fransız ilan ediliyor ama onlara verirken çocuk yere düşerse yeniden Afrikalı oluyor. Yani sarkastik bir biçimde eğer Fransa şampiyon olmasaydı takımın ezici çoğunluğunu teşkil eden Afrikalılar kaybetmiş olacaktı. Ama görüldüğü gibi şampiyon Fransa ve “Afrika kökenli Fransız futbolcular”.
Demem o ki; Mesut Özil Alman Milli Takımı ile şampiyon olduğunda, ne Erdoğan dünyada pek çok ülkede ve kendi ülkesinde henüz bir diktatör olarak suçlanıyordu ve ne de Özil onunla ya da herhangi bir siyasi diktatörle fotoğraf çektirmiş değildi. Almanya şampiyon olduğunda da yanına Türk kökenli olduğu ilave edilmişti. Kendisini de kimse illa da Almanya Milli Takımını seç diye zorlamamıştı.
Erdoğan da boş durmadı ve beklenen açıklamasını yaptı. Elbette seçimlerden önce, birlikte fotoğraf çektirerek kendisine olumlu yönde katkıda bulunduğu için eleştirilen Mesut Özil’i savundu ve şöyle dedi:
“Mesut’un bu açıklaması, takındığı tavır tam millidir ve yerlidir, her türlü takdirin üzerindedir. Ben gözlerinden öpüyorum.
Mesela; Muharrem İnce ile ya da Selahattin Demirtaş ile aynı karede yer alan bir Mesut Özil’in bu tavrına “millidir ve yerlidir” der miydi?

VAY SİZİN MİLLİYETÇİLİĞİNİZ VE DİNCİLİĞİNİZ BATSIN!
Yunanistan yangının paylaşıldığı ve pek çok Kıbrıslıtürk ile Türkiyeli demokrat insanın, acıları ve üzüntüleri paylaştığı bir sanal ortamda Türk Milliyetçileri ile köktendinciler sinik ve alaycı yazılarla insanı tiksindiriyorlar.
Örneğin bir Türk milliyetçisi şöyle yazmış: “Eğer Türkler bu duruma düşmüş olsalardı, Türklerin yaşadığı şehirler, evleri ve barkları yansaydı, Rumlar ve Yunanlılar üzülür müydü?” diye soruyor.
Sayfasına girip bakıyorum, başrolde Denktaş, devamında KKTC ile Türkiye bayrakları dizili.
Türk bayrağının yanı sıra, üç hilalli Osmanlı bayraklarının dalgalandığı ve sayfasında Türkçenin yanı sıra Arapça yazıların yer aldığı bir başkası; “Ateşin bol olsun Yunanistan” diye yazmış.
Kul hakkı ile ilgili İslami ayetlerden ve Türk bayraklarından geçilmeyen sayfaların sahibi bir başka zat-ı muhterem ise; Ortadoğu’da yıllardır yanıp kavrulan Müslüman çocuklar için umarsız kalındığından şikayet edip Yunanistan’da yanıp kavrulan insanları küçümsemeye çalışmış.
İnsanın böyle durumlarda “Vay sizin Milliyetçiliğiniz ve dinciliğiniz batsın!” diyesi geliyor.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
334AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin