22 Ocak 2018 günü, Lefkoşa’da ve Kuzey Kıbrıs’ta yaşayıp, Şener Levent’in Afrika Gazetesi’nde yazdığı yazıdan sonra, çoğunluğu Türkiyeli vatandaşlardan oluşan bir kalabalık, bilhassa Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da Bursa’da yaptığı bir konuşma ile harekete geçmiş, o gün “Afrika Gazetesi”ne saldırıp, taşlarla gazeteye büyük bir zarar verirken, arkasından da KKTC Meclisi’ne geçerek, orada da taşkınlıklarına devam etmiş ve Meclis çatısına Kayı Boyu Bayrağı ile Türk Bayrağını dikerek, bir şekilde mesaj da vermiştir. Verilen mesaj da “Düşüncede sınırlama olmalı,Türkiye ve Türk Ordusu aleyhindeki düşünceler cezalandırılmalıdır” mesajıdır. O gün, aslında Şener Levent’i linç etmek için saldırı yapıldığı da, birçok ağızdan Kabul edilmiştir.Kitle, aslında bir tepki koyarak, Meclis içinde CTP milletvekili Doğuş Derya’yı da hedefine alarak, Meclis çatısı altında Doğuş Derya’nın da benzer konuşmalar yapmasını protesto ederek, kendilerine göre Türk Ordusu hakkındaki konuşmalara da yanıt vermiştir. Kendilerine göre Türk Devleti ve bilhassa Türk Ordusu eleştirilmezdir. Bu kalabalığa kendileri de Bozkurt oldukları, Pan-Türkist ideolojiye ve İslamizme karşı olmadıklarını söyleyen, YDP (Yeni Doğuş Partisi) kökenli iki TC’li milletvekili de liderlik yapmıştır. Bu görüşte olan insanların çoğu, daha da once belirttiğim gibi YDP’lidirler ve belki de seçimler sırasında TC’li halka köylerinde veya yerleştirildikleri bölgelerde, bu şekilde ırkçı ve milliyetçi söylemlerle hitap etmişler, oy kazanmışlardır. Saldırıyı yapanlar, 1975 yılından beri Kıbrıs’ta ayrımcılığa uğradıklarını iddia ediyorlar. Hatta bu olaydan sonra, mahkemede de çifte standart uygulanarak, daha önce Kıbrıslıların benzer davalarında kurtulduklarını iddia etmekte, bir mağduriyet psikolojisi sergilemektedirler. Bu kitlenin kendi yasal ve politik statülerine bir eleştiri getirerek, Türkiye’nin 1974 yılında Garantör ülke olarak geldiği ve Kıbıslıtürkleri Kıbrıs Cumhuriyeti içinde mahrum oldukları yasal haklarına tekrar kavuşturma iddiası içinde buraya geldiği, ama kendilerinin Kıbrıs’a tarım işgücü olarak tekrar geriye dönmek için getirildikleri eleştirisi tamamıyla yoktur ; Kıbrıs adasında hakları olduğunu, Kıbrıs’ta kan dökerek geldiklerinden, Kıbrıslırumların haklarına el koyabilecekleri, savunmaları da belirgindir. Bu siyasal görüş empati olayına önem vermemektedir. Bu arada hem Kıbrıslırumların hemde Kıbrıslıtürklerin, insan haklarını çiğneyerek, burada bulundukları eleştirel düüşüncesi de bulunmamaktadır. Bırakınız Kıbrıslıtürklerin kaderini değiştirmek , Kıbıslırumların da insan hakları olduğunu kabul etmemekte, zaman aşımı içinde kalma ve vatandaş olma hakları olduğunu da söylemektedirler. Bu tip görüşlerin ileride devamlı nüfus yapısı değiştirilen Kuzey Kıbrıs’ta, etkin olmayacağını söylemek sürpriz de olmayacaktır. TC’li nüfus içinde bu tip görüşlerin etkin olduğu, bilhassa AKP’nin son 12 yılda Türkliye’de iktidar olması ve 2013 yılından sonra Rojava Olayı dahil, Hendek Operasyonları ve diğer gelişmeler, AKP’nin yavaş yavaş liberal İslamcı görüşleri terkedip, daha fazla şiddete dönmesiyle hız kazanmış, Kuzey Kıbrıs’ta da algı operasyonları ve iki halk arasındaki varolan bazı kültürel sorunları doruğa çıkararak, burada TC’li kitlelerin etkin olacağı bir örgütlenmeye ve söyleme veya siyasete dönüştüğü de gerçektir. Türkiyeli seçmenin oylarıyla iki milletvekili çıkaran YDP’li kitlenin, eleştiri ve özeleştiri diye bir dertlerinin olmadığı göze çarpmaktadır.
Geçenlerde Yeşil Hat üzerinde yapılan bir panelde, iki akademisyen arkadaşın, TC’li yerleşik nüfus içinde yaptıkları bir araştırmada, bu TC’li nüfusun genelinde, azımsanmayacak sayıda bir kitlede , Kıbrıslıtürklerle kültürel, siyasal ve yaşantı olarak bir farklılık olduğu açıklanmıştı. 1974 sonrası nüfus pompalaması ile boşaltılan Kıbrıslırum nüfusun köylerine yerleştirilen bu insanların, derin devletten kaynaklanan, bir siyaset iradesi olarak buraya getirtilirken, aslında Kuzey Kıbrıs’ta Türkiye’deki derin devlet algılamaları ve Derin Devletin Türkleştirme politikalarının bir sonucu olarak, daha fazla tutucu ve aşırı milliyetçi bölgelerden getirildikleri bir gerçektir. Daha Türkiye’de bile bir beyin değişimi yaşanmadan, aynı ideolojik irade ve muhafazakarlık yapılarıyla, Kıbrıs’a getirtilen bu insanların, elbette kendi muhafazakalıklarını yaşayacakları bölgelere toplu yerleştirilmeleri, buradaki sağ ve muhafazakar siyasi örgütlerin de oy hesaplarıyla bu insanlara oportünist bir şekilde oy hesaplarıyla yaklaşmalarıyla gelinen sonuç, oldukça dikkat çekicidir. Denebilir ki Kıbrıslıtürklerin sol siyasetçi ve solcuları da Türkiyeli yerleşikleri dışlamışlar ve bu gelinen sonuçta onların da etklileri vardır. Ama şunu da koyalim, 1974 yılında Kıbrıslırum yerleşim yerleri ile Kıbrıslırum mallarına yerleştirilip, şu anda bu malları satıp para sahibi olma hayali kuran çoğunlukta bu insanları, Kıbrıslıtürk aydınlarla solcular ne kadar değiştireceklerdi ki? Kaldı ki Türkiye’den hiçbir temaslarını koparmamış, devamlı Türkiye ile temasta olan bu insanlar, ne kadar değişimde bulunacaklardı.? Türkiye’de ise ne bir demokratikleşme yaşamış, ne de bir aydınlanma ve beyin değişimi olmuştur. Aksine Türkiye Kürt Sorunu’ndan da kaynaklanan, giderek Milliyetçi bir parkura girmiş ve gerek devlet politikaları gerekse hükümet politikaları sertleşmiştir. Türkiye Solu’nun ise 12 Eylül 1980 yılındaki darbeden sonra, büyük bir tasfiyeye girdiği de bilinmektedir. Onu da bırakalım ve daha da gerçekçi bir saptama yapalım; Kuzey Kıbrıs, Türkiye’den kaynaklanan ve uluslararası hukuka uzak, uluslararası,demokratik kapitalist normların bile, ne Türkiye’de, ne de Kuzey Kıbrıs’ta etkin ve temel olmadığı bir yapıdadır. Bu yapıda sol kesimlerin bile kendi halkları üzerinde etkin olmadıkları, illegal kapitalist, mafiya ilişkilerin etkin olduğu, her iki ülkede, değişimci dinamikler bile, darbelerle, askeri anayasa ve tüzüklerle idare edilmiş, aynen şark ülkeleri gibi devamlı devrimci unsurların ezildiği, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs’ta, maalesef Türkiyeli yerleşiklerin , Türkiye’nin de vesayetinde yaşadıkları bir gerçeklik vardır. 1974 sonrasında Kuzey Kıbrıs üzerinde devamlı artan bir Türkiye baskısı ve gittik sonra artan bir bağımlılık, bu bağımlılığın da getirdiği bir demografik değişim de gözler önündedir. Demografik değişimle artık, Kıbrıslıtürk siyasileriyle seçmenlerin, seçimle bile meclis içinde etkin olması da gittikçe suya düşmüştür.
Genelleme elbette yapılmamalıdır. Türkiyeli yerleşiklerin değiştiği ama etkin olmadıkları veya şu anda Kıbrıslıtürk kitleler içinde kaynaşmış kesimler de vardır. 1974 sonrasında Kıbrıslıtürklerle evlenip yuva kurmuş kesimler bulunmaktadır. 1980 sonrasında gerek din olarak, Sunniliğe göre daha da demokratik olan Alevi kesimlerle, Güneydoğu Anadolu’dan gelip politize olan proleter unsurlar içinde de bulunan bir işçi kesimi, Kürt Sorunundan ötürü, Kıbrıslıtürklere sempati ve yakınlık duymaktadır. Fakat bu unsurların, Türkiyeli kitlenin içindeki nüfus oranları da önemlidir. Son 20-30 senede Türkiye’den kontrolsüz bir şekilde akan veya dalgalar halinde gelen insanlar vardır ve baştaki sağ veya meclis içindeki partilerin aymazca davranmalarından ötürü, Kıbrıs sorunundan ayrı olarak oluşan bir Türkiyeli nüfus da oluşmuştur. Bu nüfusun çoğunun da muhafazakar kesimlerle işbirliğine girdiği, seçimler sırasındaki sonuçlardan belli olmaktadır. Türkiye’deki rejime tepki duyan kitlenin, Başkanlık Rejimi için referandum sırasında Kıbrıs’ta da hayır oyu verdiği bilinmektedir. Bunların seçim sırasında, buradaki partilere oy veremedikleri ama muhafazakar kesimin YDP’ye yönlendiği gerçekliği de artık okunmaktadır. Kıbrıslıtürk kitlelerin Türkiye’deki rejime karşı olan politik kitle ile temasları olmalıdır. YDP’nin başını çektiği, Kıbrıs’ta iki halk arasında düşmanlık yayan İslamcı-faşist ve muhafazakar kesimlerin varlığı da mevzubahistir ve bu kitle ile başı çekenler, eğer bu tutumlarına devam ederlerse, Kuzey Kıbrıs’ta Kıbrıslıtürklere epey sorunlar ve kaoslar çıkaracaklardır. 22 Ocak günkü durum, daha sonra mahkemeye giderkenki tehdit ve Ankara kaynaklı temaslar, bu kitlenin yaptıklarına karşılık bir mağduriyet edebiyatı içine girmesi, Kıbrıslıtürk halkının tedbiri elden bırakmayarak, gereken sol enternasyonal dayanışma, Türkiye’deki devrimci halk kesimleri, demokratlar ve aydınlarla temasta ve dayanışmada olma yükümlülükleri artmıştır. Bu arada Kıbrıslıtürkler de kuracakları platformlarda örgütlenme, çözüm ve taktik açıdan kendi seslerini duyuracakları olasılıkları da tartışmaları gerekmektedir. Yine Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’taki veya tüm Kıbrıs’ta garantörlük sistemi de tartışılmalıdır çünkü son olaylar bu garantörlük sistemine artık güvenilemeyeceğini, Türkiye’de demokratik bir yapı yerine devamlı milliyetçileşen, ırkçı olan ve de bırakın ırkçılaşmayı, İslami bir faşizmin gittik sonra güç kazandığı bir duruma girilmiştir ve Kuzey Kıbrıs’ta 22 Ocak günü yaşanılanın da bununla ilintisi olduğu bir gerçektir. Kıbrıslıtürkler ya Kıbrıslırumlarla ortak yapılarda veya ayrı ayrı, sonradan birlikte hareket edebilecekleri siyasal yapılar oluşturmalı, acil olarak seslerinin çıkacağı bir Avrupa Parlementosu olasılığını da tartışmalıdırlar.
Kıbrıslıtürk halkı bir emniyet sübabı olarak bugünkü duruma alternatif olarak artık Kıbrıs Cumhuriyeti’ne tekrar katılmayı da ciddi ciddi konuşmalıdır…