1974 olayları sonrası ilk seçim olayını 1976 yılında yaşamıştık. O günlerde Kıbrıs’a getirilen insanlar feribottan iner inmez sandıklara götürülüp oy kullanıyor, sonra da kendilerine o gün verilen Kuzey Kıbrıs’tan göçeden Kıbrıslırumların evlerine gidiyorlardı. Türk usülü, şark kafasıyla seçimdi bu. Adaya yeni getirilen bir insan seçimi nasıl değerlendirecekti? Onu bu adaya getiren güce, egemenlere sonsuz biyatıyla yanıt verecekti sandıkta. Kim ona ev ve mal vermişse onun partisi için oy verecekti. Öyle de olmuştu.Daha sonraki seçimler de bu kirlenmeden etkilenecek ama şimdilere kadar yaşadığımz ve maalesef belki de kanıksadığımız insan haklarına aykırı, her seçim nüfusun artırılması, oy pompalanması olayları, şimdilerde bile doruk noktasına ulaşacaktı. Devrin en büyük sağ partisi, Rum mallarının da verdiği ganimet içgüdüsüyle oylar alacak ve bu durum şimdilere kadar devam edecekti. 1981 seçimlerine geldiğimiz zaman devrin büyük partisi devranının sarsılmaya başladığını görecekti. Türkiye’de bir yarılma başgöstermiş, buradaki Türkiye göçmenlerinde de yer yer mevcut ayrılmalar ve etkilenmeler olacak, bu arada gene rant kavgasından, iktidarda olanlarda da bir bölünme başlayacaktı. Bu aşırı duyarlılık ve de Türkiye’den gelen kalabalık nüfusun da oradan, yani oradaki ideolojik etkilenmelerin getirdiği kafa karışıklıkları ile şaşkınlığa düşmesi, iktidardakileri de açmaz içinde bırakacaktı. Seçimler öncesinde 1980 yılı 12 Eylülünde askeri darbe olması, bu arada adadaki yerli nüfusta meydana gelen hareketlilik, Türkiye’deki fraksiyon tartışmalarından ve de ideolojik sınıfsal kavgalardan dolayı çok duyarlı bir gençliğin olması, bu arada Türkiye’deki devrimci mücadeleden etkilenmiş Halk-Der gibi bir derneğin bayağı gelişmesi de, Türkiye’deki gerici oligarşiyi bayağı korkutmuştu. Darbe sonrasında Halk-Der içinde bayağı aktif olan iki fraksiyonun (Dev-Yol ve Kurtuluş) beyin takımlarının sırf gizlenmek ve TC baskılarından kurtulmak için, TKP içine girmesi de TKP’nin militan kesimine ayrı bir dinamik getirecekti. Bugün yeni genç devrimci kesimler, Halk-Der’in TKP içine girmesinin yanlış olduğunu söylüyorlar ve aralarında Halk-Der’in belki de partileşseydi şimdiye kadar devam edeceğini iddia edenler de var. Fakat partileşme olsa bile, burası ayrı bir bağımsız-egemen devlet miydi ki, Türkiye 12 Eylül Darbecileri, bu devrimci kesimleri gelip toplamayacaktı? O günkü somut koşulları bilmeden bunu söyleyemezsiniz. O günkü koşulları bilmeden, şimdiki gençlerin akıl yürütmesi aslında soyut kalıyor. O zamanki UBP başkanı rahmetli Mustafa Çağatay, daha sonraları Ortam Gazetesi’ne verdiği bir mülakatta, 28 Haziran öncesinden darbeci generallerin buraya gelerek aynı darbeyi burada da yapmak istediklerini söylemişti. Aynı şekilde 1990’lı yıllarda Alpay Durduran da çeşitli demeçlerinde, 28 Haziran Seçimleri sonrasında Nureddin Ersin Paşa’nın Kıbrıs’a gelerek darbecilerin daha fazla Halk-Der’den ötürü telaş içinde olduklarını defalarca bildirdiklerini söylemiştir.
“Alpay Durduran, mücadele yaşamı boyunca başından yığınla olay geçtiğini, hiç birini unutamadığını belirterek, bir tanesini bizlerle şöyle paylaştı:
Unutamadığım çok anım var. Bir tanesi de şudur. 1981 seçimlerinde şöyle bir gazete düşünün. Sol tarafta manşet, Türkiye’den askeri rejimin güçlü adamı gelmiş diyor ki ‘Anamur’dan Girne’ye bağladığımız yolu kimse kesemez. Yan tarafta da bizim liderimiz diyor ki, ‘Durduran, Girne’den Anamur’a bağladığımız yolu kesmeye çalışıyor’. Yani biri pası verir, öteki gol atar.
Bu tehditlerle biz seçimleri götürdük ve bunların ışığında bizi davet ettiler, gittik, Girne’deki barış kuvvetlerine. Orada bizi topladı ve bir mizansen düzdü, işte hepsimizi halka şeklinde oturttular, bütün milletvekillerini.
Siz nerede mücahitlik yaptınız falan yerde, siz filan yerde, sıra bana geldi, siz nerede yaptınız, Erenköy’de.
Döndü ondan sonra dedi ki, yani bizi burada da 12 Eylül’ü, darbeyi yapmadığımız için pişman etmeyin. Böyle demokrasi mi olur dedi. Böyle ayrılık, gayrılık mı olur, böyle partiler mi olur, hepsiniz Atatürkçü olmalısınız. Daha sonra da dedi ki, ne yazık ki adına toplum demişiz, onun için 12 Eylül’ü yapmadık burada.
Yani biz bir kalabalık, siyasi nedenlerle toplum adını verdikleri için biz darbe yemekten kurtulmuşuz” (2012/6/ Yeniçağ Gazetesi).
1980’li yıllarda, 12 Eylül Darbesi sırasında başbakan olan rahmetli Mustafa Çağatay, 12 Eylül’de Kıbrıs’a yapılan baskıları dolaylı da olsa kabul ediyordu: (Bk. Önemli Bir Dönemin Tanığıyla…Mustafa Çağatay’la Konuştuk, söyleşi , Neriman Cahit, 31 Mart-1 Nisan, Ortam Gazetesi)
“N.C- 12 Eylül darbesinden sonra Siyasal Partiler Ankara’ya çağrılmış ve Genel Kurmay Başkanlığı’nda, Kıbrıs’ın Kuzeyi’nde de bir darbe yapılması imajı yaratıldığı ve sizin buna şiddetle karşı çıktığınız söylenir. Olay neydi Sn Çağatay?
M.Ç.- Ona da şöyle cevap vermek durumundaydım tabii; gerçeği tam yansıtması bakımından önemli ve gereklidir. Ordaki havayı kişi kendine göre değerlendirebilir. Ama, böyle bir sonucu ben kesinlikle çıkarmadım. Ama orda, Genel Kurmay Başkanlığında bir toplantı düzenlenmiştir. Partiler, hep birlikte ordaydık. Ama, ordaki konuşma beni hükümet başkanı olarak etkilemişti ve Genel Kurmay adına yapılan konuşmada Kıbrıs’ı ve Kıbrıs’ta cereyan edenleri tam olarak bilmedikleri izlenimi içerisinde bir konuşma yaptım orda. Kıbrıs’taki gerçek durumu ben kendi anlayışımla ortaya koydum. Ve öyle inanırım ki o konuşmada benim söylediklerim etkili olmuş olacak ki daha sonra, Genel Kurmaylıkta hava tamamen değişti.
(Ortam, 1 Nisan 1989, Cumartesi, sf.4) N.C.- Sizlerden bilgi almak için mi oradaydılar, yoksa gerçekten yeni bir düzenleme yapmak mıydı niyetleri. Sizde nasıl bir imaj uyandırmıştı?
M.Ç.- Ben inandım ki bilgi almaktı maksatları. Ve benim verdiğim bilgi kendilerini tatmin etmiş olacak ki hava tamamıyle leyhimize dönmüştü.
N.C.- Yani, gittiğinizde, hava aleyhinizde miydi?
M.Ç.-Farklı bir değerlendirme yapabilecek doneler vardı ellerinde ve yanlıştı.
N.C.-Ne gibi?
M.Ç.- Konuya farklı bakıyorlardı. Kıbrıs’ın içişlerine farklı bakıyorlardı, gerçekleri bilmemenin verdiği nedenden dolayı.
Benim söylediklerimden sonra hem hükümetimize olan güven daha farklı bir şekilde ortaya çıktı ve lehimize oldu, hem de Kıbrıs’a daha fazla güvenme söz konusu olabildi sanırım- genelde”.
Yine Sayın Durduran’ın anlatımıyla 1983 yılına bakalım:
“1983 yılına kadar dönemin ana muhalefet partisi olan TKP’nin başkanlığını yapan Durduran, “Ana muhalefet partisinin başkanına bir tek gün bile Türkiyeli hiçbir yetkili ne düşünürsünüz, ne istersiniz diye sormadı” diyerek, doğrudan doğruya kendi isteklerini kendilerine empoze etmeye ve bu isteklerini desteklemeye davet ettiklerine işaret etti” (2012/6/ Yeniçağ Gazetesi).
Şimdi bu yukarıda yansıttığım olayları yaşayanlar o günkü olayları nasıl yansıtırlar ve de en önemlisi bu seçim olayını nasıl düşünürler merak ediyorum. Sayın Durduran ve partisi hatta boykot yapan birçok insan bu olguları yaşayarak boykot kararını aldılar. Haksız mıdırlar ?…