Öncelikle bazı durumları ortaya koyalım: Elbette Kıbrıs’ta 43 yıldır devam eden taksimi veya bölünmeyi kabul edemeyiz. Bölünmenin öncelikle çalışan kesimlerin aleyhinde olacağını bilmeliyiz.Bu bölünme maalesef etkileri daha fazla Kuzey’de görülen hukuksuzluk ve insan hakları ihlallerinin başlıca yansıması… Kuzey Kıbrıs’ta bağımsızlık, siyasi irade ve egemenlik yoksunluğunun da en büyük nedenleri…Maaalesef, 1974 yılından beridir sürmekte olan gayrı hukuki durum bugün her gün için karşılaştığımız en basit sorunlarda bile yüzümüze vurmakta , yansımakta, adalet kavramından tutun, en basit güncel olaylara kadar bir başıbozukluktur ki hayatımıza etki etmekte. Çocuklarımızın geleceklerini sağlayamamamalarının en büyük nedeni de bu. Elbette 1974 yılında başlayan ve adadanın kaderini oldukça etkileyen, Türkiye kaynaklı nüfus taşınmaları ve bunun Kıbrıslıtürklerin siyasal iradelerine engel koyarak, kaderlerini ve Kıbrıs’ın kaderini etkilemesi de eleştirilmelidir. Bu durumun insan yaşamının kutsallığı, insani boyutları gözönüne konarak, halklar arasındaki kardeşlik çerçevesinde değerlendirilmesi, Kıbrıslıtürklerin varolma, kültür ve nüfuslarını korumları haklarını da zedelemeden bir çözüme götürülmesi, değerlendirilmesi ve halledilmesi gerekiyor.Elbette insan haklarına ihlal olan ve Kıbrıslırumların mallarına el koymaktan tutun her türlü gasp suçları da kabul edilmemeli. Burada bu insan hakları suçları işlenirken, elbette Güney Kıbrıs’taki insan hakları suçları, 1963 yılından itibaren işlenen tüm Kıbrıslıtürklere karşı ihlaller de, Güney’deki vatandaşlarımız tarafından takdir edilmeli. Gerek Kuzey’de, gerekse Güney’de bunun Türkiyeli vatandaşlara karşı ırkçı bir nefrete dönüşmemesi de sol düşünenler ve de demokratlar için de bir baş ilke olmalı. Bizim esas hedefimiz siyasal devlet suçlarıdır. Türkiye devleti, başından itibaren masum insanları kullanarak Kıbrıs’ta suçlar işlemektedir. Bu suçların basit vatandaşlara nefret şekline dönüşmesi, hem esas noktanın görülmesini engelleyecek hem de egemenlerin de işine gelecektir. Türkiyeli vatandaşlar bizim düşmanımız değildir. Aramızda sınıfsal ve tarihsel kardeşlik bağlarımızı elbette yadsıyamayız. Ama bunlar olurken de, TC devletinin Kıbrıs’taki insan hakları ve birçok konuda suçlarını da görmezlikten gelmeyeceğiz. Türkiyeli vatandaşların da bu sinsi ve kötü niyetli devlet politikalarına piyon olmamaları için kendi kendilerini bilinçlendirmeleri, empati yapmaları ve buradaki maalesef bozukluğun da buradaki hak ihlallerinden olduğu bilinmelidir. Bunun yanında aynı suçları buradaki egemen statüdeki Kıbrıslıtürkler de işlemişse, onlardan da bunu beklemek elbette hakkımızdır. Elbette emsalleri neyse, dünyada nasıl çözülmüşse, insan hakları ve adalet çerçevesinde, Kıbrıs tarihinden de örnekler alınarak, geçmişteki yanlışlar tekrar üretilmeden, yeni bir sisteme veya ortama veya çözüme gitmemiz de bir gerçeklik olarak acil bir şekilde önümüzde durmaktadır. Şu anda Avrupa’da Estonya, Danimarka, Çekoslovakya gibi ülkelerde de benzer sorunların varolduğunu bilmekteyiz.
Bu durumlar olurken, Türkiye’nin 1974 sonrasındaki hataları sürerken, elbette bizim tepkimiz Türkiyeli vatandaşlar değildir ama buradaki örgüt ve partilerin de, buradaki sıkışan, çözülmeyen sorunları artık Türkiye’nin önüne getirerek, devletle bunları görüşmeleri ve buradaki her gün için artan yansıyan siyasal irade konusundan tutum gibi birçok konuyu da masaya koyup ciddi ciddi, Türkiye ile tartışmaları ve konuşmaları gerekir. Bunları yazarken, Güney’de gün be gün artan Kıbrıslıtürklere karşı her türlü ırkçılık, milliyetçilik de kabul edilmezdir. 13-14 senedir kapılar açıldıktan sonra, Güney Kıbrıs’ta, Kıbrıslıtürklerin arabalarına karşı bilhassa oradaki az oldukları söylenen, ama eylemleri etkili olan ELAM’cıların düşmanca ve ırkçı saldırıları, linç hareketleri de eleştirilmeli, bu konuda yapılan ırkçı tüm saldırılar telin edilirken, Rum polisinin kayıtsızlığı teşhir edilmelidir.Güney’de şimdiye kadar resmi kayıtlı en az 226 saldırı olduğu resmi belgelerde şikayet konusudur. Kıbrıslırum polisinin bu kayıtsızlığı ve de şimdiye kadar suçluları yakalayamaması da eleştirilmelidir. Ne isterse olsun bunlar affedilemez. Bir Kıbrıslırum vatandaşı da, 1963-1974 yıllarında, kendi egemenlerinin yaptığı yanlışlar konusunda gayrı resmi bir eleştiri geliştirmeli, bunun yanında bir Kıbrıslıtürk vatandaş da kendi egemenlerinin 1963-74 yıllarında yaptıkları yanlışları ortaya sermelidir. Elbette bu eleştirilerde Kıbrıslırumlar Kıbrıslıtürklere güvence vermeye çalışmalı, çoğunluk olmanın getirdiği hor görme hallerini de, empati yaparak ortadan kaldırmalıdırlar. Kendine Kıbrıslı diyebilen, tüm ada üzerinde yaşayan insanların eleştirel düşünce, anti- ırkçı,anti-miliyetçi, anti şövenist bakış çerçevesinde, birbirlerine self determinasyon, insanlık hakkı da dahil güvenceler vererek, Kıbrıs sorununda bir çözüme gitmek ve bu bağlamda bu bakış açısının onları birleştirmesi gerektiğini vurgulayalım. Self-determinasyon bakış çerçevesini, Lenin’in İsviçre federasyonları ve insan hakları normları çerçevesinde, Demokratik Cumhuriyet bakışı içinde değerlendirdiğimi, ayrı bir cumhuriyet olarak algılamadığımı da vurgulayayım.
Görüşmeler sırasında, ELAM türü paramiliter yeraltı teşkilatları, Kuzey Kıbrıs’taki aşırı Türk milliyetçisi potansiyel teşkilatlar veya paramiliter gruplar da teşhir edilerek, onlar da pasifize edilmeli ve herhangi bir çözüm sırasında bunların tekrar eyleme geçmeleri engellenmelidir. Kuzey’de bunların saldırıları olmaz da denmemeli, geçmişte bu tip gayrı-resmi grupların sola ve muhalafete karşı Kuzey’de eylemleri olduğunu,1989 sonrasında paramiliter derin yeraltı gruplarının derin saldırıları, bombalamaları ve Kutlu Adalı Cinayeti de gözönüne alınmalıdır.
Çözüm görüşmeleri sırasında Kıbrıs’ta Kıbrıs Anayasası’nda çoğulculuk, oydaşma, demokratik cumhuriyet, demokratikleşme, uluslararası hukuk ve insan hakları konusunda düzeltmeler yapılmalı, Kıbrıs’ta demokratik bir cumhuriyet modeli neyi gerektiriyorsa o hedef alınmalıdır.
-DEVAM EDECEK-