OĞUZ BOYU TÜRKLERİ
Bodamya köyü için Hz. Google’un bigisine başvurayım dedim. Yazdım. Karşıma Türkiye’de Kaş’ın “İslamlar köyü” ismine karşılık, paranteze alınmış “Bodamya” köyü çıktı. Belli ki “İslamlar” köyünün adı önceleri “Bodamya” imiş. Sonradan uygun görülmemiş ki değiştirilmiş.
Milliyetçilik bir hastalıktır. Kendinden görmediği, en küçük otantik ya da orijinal ve hatta tarihin derinlerinden gelen bir isme, geçmiş unutulsun diye yer vermez.
Fanatik Milliyetçi, yaşadığı yerin geçmişte kendinden farklı bir kültüre sahibi olduğunun bilinmesini de istemez.
Örneğin Karadeniz’de de Ermeni, Rum ve Pontus zamanlarındaki pek çok köy ve kasabanın isimleri değiştirilmiş olduğunu, AKP’nin ilk yıllarında, eski isimlerinin parantez içerisinde yazılmasıyla ortaya çıktığını, yöreye yaptığım seyahatlerden birisinde öğrenmiştim.
Öte yandan Rize’nin bir köyünde doğup büyüyen çok değerli bir üniversite hocam, kendisiyle birlikte civardaki yerleşim yerlerini gezip görmeye çıkmazdan önce, pek çok karşılaştığım yöre insanının bana; “yüz yıllar önce, Orta Asya’dan Anadolu’ya gelen Oğuz boylarından” olduklarını söyleyecekleri konusunda uyarmıştı.
Nitekim gezdikçe, karşıma çıkan yaşlı erkeklerin anlatılarında, atalarının Oğuzlar olduğu konusunda zerre kadar şüphe duymadıklarını ve hocamın uyarısının doğrulandığını gördüm. İsmi değiştirilmiş pek çok yayla köylerinde bile Oğuz boyundan Türkler olduğunu anlatan pek çok erkekle müşerref olmuştum…
FANATİK MİLLİYETÇİ ÖFKE VE NEFRET SÖYLEMİ
Bir köyün, kasabanın ve şehrin ismi değiştirildiğinde, orada milliyetçilik adına birilerinin, kendinden görmediği, kendi ile aynı düşünmeyen, din-dil-milliyet-farklı ideolojilere karşı, karşı kültürlere daima bir nefret dilini yerleştirmeye çalışmış olduğunu görürüz.
İslamlar köyü olarak değiştirilen ama asıl isminin Bodamya olduğunu düşündüğüm Hz Google sayfasında da bir kişi “Türklüğü” için kalkmış şunları yazmış:
“Devletini sevmeyen ite köpeğe hilalin gölgesi haram olsun.
Vatan aşkı maya gibidir, sütü bozuklarda tutmaz!
Vɑtɑn, toprɑk ve bayrak sevgisi ɑnne, bɑbɑ sevgisi kɑdɑr kutsaldır.
Ben Türküm. Türk Bayraksız olmaz. NOKTA NOKTA NOKTA…”
Sonuna da eklemiş…
“Bütün oyunların farkındayız. Hedef Güçlü Türkiye, herşeyin farkındayız ! Teröristleri de çok iyi biliyoruz, onları besleyenleri de…”
Elbette kişisel olan genelleştirilmemeli. Ancak bazen bir böyle bir yazı, bir deyiş, acele bir siyasi yorum ya da kendiliğinden peş-peşe dökülen nefret ve sövgü dolu sözcükler pek çok şeyi ele verir. Bilinçaltımıza nakşettiğimiz siyasi önyargılarımızı, bizden olmayan “öteki”ne güvensizliklerimizi, patlamaya hazır nefretlerimizi ele verir…
Çünkü insanın kendi olması, bir süreç, bir eğitim, bir yaşam biçimidir ve değişim için her durumda, az-ya da çok bir zamana ihtiyaç vardır.
AGİOS SOZOMENOS (Aysozomeno)
Bodamya’yı, Hz. Google’dan arama nedenime gelince…
Bu hafta Türkiye’den yeğenimle eşi geldi. Her geldiğinde Güney Kıbrıs’ın bir değişik köşesine uzanırız. Daha önce görmediğimiz köyleri, akarsuları, köprüleri, ormanları, şelaleleri, manastırları, deniz kıyılarını keşfetmeye, bilgi dağarcığımızı zenginleştirmeye çalışırız.
Nasıl odu da bunca zamandır annemin, nenemin, nenemin de annesinin köyüne gidemedim… Anne tarafından yedi göbek sülalemizin doğup büyüdüğü Nisu (Dizdarköy) için geçtiğimiz gün hep birlikte yola çıktık.
Ama yolu şaşırınca bir de baktık ki; 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduğu Rumca ismi “Αγιος Σωζόμενος”; okunuşu Ayios Sozomenos, Türklerin de Aysozomeno ya da Arpalık köyü olarak da adlandırdıkları köye varmışız..
6 Şubat 1964 tarihinde silahlı çatışmanın arkasından birisi 15 yaşında beş Türk öldürülmüş ve Kıbrıslıtürklerin hafızasına köyün sonradan Türkçeleştirilmiş ismiyle “Arpalık katliamı” ile nakşolunmuş.
Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetinin Rum üyeleri, olayda, oradan geçen Rum devriyelerine ateş açan TMT’nin köydeki silahlı adamlarını sorumlu göstererek, çarpışmanın bu nedenle çıktığını öne sürmüşler. Uygulanan orantısız güç, beş Kıbrıslıtürkün ölümüne neden olan bu cinayet ise, Kıbrıs Cumhuriyetinde polisinden mahkemesine hiçbir ciddi soruşturmaya gerek görülmeden kapatılmıştı.
Bu olay bir yandan Kıbrıs Cumhuriyeti devletini yönetenlerin inandırıcılığını zedelerken, Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçı ve fanatik milliyetçi kesiminin de düzenli olarak her yıl; Kıbrıslırumlarla yaşanamayacağının bir delili olarak sunulmasına olanak verdi.
BODAMYA
Oradan da en yakındaki köy Bodamya’ya sürdük. Hafta arası ve öğlen vakti olduğu için köy meydanındaki kahveler de, tavernalar da, boştu. Güneş tepemizde, bir süre inin cinin top oynadığı Bodamya sokaklarında dolaştık.
Köyün Meydanında iki büyük RMMO askerlerinin heykelleri dikilmişti. Birisi 1944 diğeri 1948 doğumlu. İkisi de Bodamya köyünden. 1974 yılında Türkiye askeri harekatında savaşın kayıpları arasına karıştıklarında, 26 ve 30 yaşında hayatlarının baharında birer gençtiler. Köyde heykellerin açılışı AKEL öncülüğünde yapılmış. Zaten köyün muhtarı da AKEL taraftarı.
Sanırım sonradan bir tanesinin kemikleri bir mezar kazısı sırasında bulunmuş.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmazdan önce de, kurulduktan sonra da Bodamya köyü karma bir köydü. Türkler ve Rumlar köyün futbol takımında birlikte oynarlardı. Hala köyde yaşayan 20-30 Türkün olduğu söylenir. 1964 yılında iki cemaatin çatışmasında Rumlar tarafından öldürülen Bodamyalı bir Türk daha olmalı. Neden onun heykeli dikilmemişti köyde?
Kıbrıs Cumhuriyeti “ortak vatan” için “ortak yönetimin” bir aracıysaydı eğer, neden 1964 yılında Rumlar tarafından öldürülen Kıbrıslı Türk’ün de heykeli kondurulmamıştı köyün meydanına?
MİLLİYETÇİLİK BU ADAYA ÇÖZÜM VE BARIŞ GETİRMEZ, AMA…
Rumlar kayıplarını kendi hanelerine, Türkler de kendi sayfalarına, “kahraman” ve “mazlum” diye yazadursunlar…
Her iki cemaatin yöneticileri de büyük bir milliyetçi iştahla, kendi kayıplarının heykellerini dikmeye ve “ötekini” katilleştirmeye devam ededursun…
Bu şekilde Kıbrıslıları, çözüm isteğinden de, barış iştahından da, birbirine güven duygusu geliştirmekten de, her gün daha bir uzaklaşıyorlar…
Milliyetçiliğin bu adada her iki cemaate de çözüm ve barış getirmediği bir gerçek ama;
Hani Güneydekiler Kıbrıs kimliğini “idare eder”, ekonomilerindeki krize rağmen kendi ayakları üzerinde durmayı becerir ve AB üyeliğiyle dünya ile bütünleşmeyi başarabilirken;
buna karşın,
Kuzeydekilerin de büyük bir hoyratlıkla, kendine kalan yarımada coğrafyasının doğasını hoyratça mahvedip, büyük bir aç gözlülükle rant, peşkeş, rüşvet ve kumar uğruna pek çok insani değerden uzaklaşan düşük kaliteli bir yaşam biçimine savruldukları da bir vakıadır.
Kuzeyin bu kötü gidişatının farkına varmadığı ya da zerre kadar da umursamadığı için de Güney ile arasında oluşturduğu bir de “gelişmişlik açığı” var.
Bu da çözüme yardımcı değil aksine çözümsüzlüğe genel geçer bir gerekçe oluşturuyor.
Demek istediğim şu ki; Güney yarımız, Elen de olsa Kıbrıslı kalırken, Kuzey yarımız Türkiyelileşmeyi bile beceremediği bir hilkat garibesine dönüşüyor…
Öyleyse “fanatik milliyetçilerimize” göre eksik kalan Türkiyelileşememek mi?
Zaten sonradan vatandaş yaptıklarının, “kendi kaderini tayin edecek” denli güçlendirildiği bir ülkede, artık “bayrak teslim töreni” zamanı da gelmiştir.
Ne demişti iki önceki Türkiye Cumhurbaşkanı bile bir konuşmasına başlarken…
Kuzey Kıbrıs Türkiye Cumhuriyeti…