Yaşlılıktan mı bilmem; hala belleğimin canlı olmasının katgısı mı yoksa kendimi hala sosyalist görmekten mi anlayamadığım bir duyarlılıkla duygusal anımsama ikilemine kolayca düşüyorum. Ne zaman tanıdık bir isim duysam, kendimi yakın tarihe taşırken, günümüz tuhaf arayışlarda da hep emperyalizmi kafamda canlandırıyorum. Bunun yanında, kendimce kendimin başarısızlıklarını da sık sık hatırlayıp, geldiğim yaşlı çağımda, “galiba” kelimesine de baş vuruyorum. Özellikle kişisel başarısızlıklar veya en doğal insani yaşamı yaşamadığım alanlarda, “nerde hata” sorgusunu da sık sık yapıyorum. Bu ruh hali ile memleket gerçekleri arasında savrulup duruyorum. Belki de en acı yüzleşme, sosyalist hareketlerin siyasal yenilgi sonrası yaşadıkalrının önemli kısmını da istemesem de benim de yaşamam günceliği oldu. Bireyseleşip bencileşen insan yaklaşım ile sosyal dayanışma kırılmaları sonucu, yeni insan tipi ile tamamlanınca, artık birçok konuda “acaba yalnız mı kaldık” diyecek dereceğe geldik. Burada, yaşanmış geçmişin de belleklerden sildirtilip, yeniden günün çıkarına göre sistemleşmesinin de katgısı çoktur. Bundandır ki zamanında bolca adını duyup hat ta etkilenme derecesine gelinen devrimcileri dahi yok sayma aşamasına gelindi. Halbuki, onalrla yaşayarak, çelişip veya yakınlaşarak epey fartalardan geçerek yazılan yakın tarihin gerçeği enazından ölümler anında şöylesine olsa da anımsanmalıdır. Bülent Uluer bu simgelerden birisidir…..
Bülent Uluer yetmişler döneminin önemli simgesel devrimcilerden birisidir. Dev Genç başkanlığı dahi yapan önemli bir devrimcidir. Kürsülerden yaptığı konuşmalarla, kitleleri etkileyen önemli kişilerden biridir. Sol içi kırılmalarda Uluerin hangi tarafta duracağı merakı da oldukça yaygındı! Nitekim, Özellikle Mahir Çayan endeksli siyasal ayrışmalarda Bülentin hangi yerde duracağı oldukça konuşulurdu. Hele de Devrimci Yol ile Devrimci Sol ayrışmasında epey gelgitler de yaşandı. Sonradan tam 12 Eylül cuntası öncesi Kurtuluş siaysetine katıldı. Uluerin böylesi dalgalanmalara karşın, herkes onun konuşmalarını dinlediği, mücadelesini de önemsediği kesindi. Yetmişler döneminin önemli liderlik karizmasıyla anılan kişiliği ile sosyalist konuşmacılığı, onu hep önde tuttu!
Uluer sosyalistliği hiçbir zaman ret etmedi. Bedelini de ödedi. Türkiyeden Filistine, Filistinden Batı Avrupaya epey yıllar içinde sürgün ve mücadelerle geçti. Türkiyede Birleşik Sosyalist parti ile ÖDP kuruluşunda rol aldı. Fakat, Türkiye ve genel sosyalist hastlıklarla da savruldu. Ancak, Bülent Uluer hiçbir zaman ne teslim oldu,nede mücadeleden kaçtı. Fakat acıdır ki Türkiye yakın tarihin önemli devrimcilerinden birisi olması, birçok sol örgütle olan yönetici bağlarına karşın, hayata gözlerini kapamasında dahi gereken yeri bulmadı. Enazından onun bazı geçmiş yorumları ve günümüze bakış alanında bazı görüşleri yazılabilinirdi! Bunal makalemi yazarken ki zamana dek pek raslamadım. Buda, soldaki hem unutkanlık, hem dağınıklık ve hem de geçmişe yaklaşım bakımından halen bulunan yerini acı şekilde göstermesi bakımından çok acıtıcı örnektir. Görüşleri biraz ters olsa veya yakın olmanın anısıyla birkaç cümle yazılması, bence önemliydi! Buda bazı “neden” sorulara değişik bir bakış getirmeğe yetiyor…..
Bülent Uluer olayı ile öteki Türkiye gerçeği acı şekilde de çakışıyor. Nitekim, CHP ve HDP muhalif bağları veya solun hala Kürt sorunundaki uzak kalma ikilemi adeta Bülent Uluer ölümüyle de geçmişe hala nedenli uzak ve kopuk kalıp derslerin alındmadığı öteki tamamlayıcı bilgi olarak tamamlanıyor. Tıpkı Sedat Demirtaşın tutukluyken ses çıkarılmaması, Cizredeki botrum yangınında ses çıkartılamaması ve onca yapılanmaya rağmen saldırı korkusuyla muhalefetin bir araya gelmeme inadı hepsi bize bazı acı sonuçlar haykırmaktadır!******
Kıbrıs, Türkiye veya Ortadoğu fark etmez; böylesi dağınıklıklarla ve buna karşın resmen gericiliğin din etnik bağnazlıkla bölgeye has faşist devlet şeklerini güçlendirirken, bölgesel nifus alanı mücadelesinde de yeni çelişkili mayın alanları oluşmaktadır. Başlangıçta Ortadoğu ayrışmasını mezhepsel üzerine koyan ABD ve sistem, Şii hilalinin yok edilme temelini oluşturdu. İranın gidrek ırak Suriye Lübnan üzerinden Akdenize ulaşma hilali olarak simgeleştirildi. Bu strateji çökünce, aBD bölgede hegemonya gerileme sürecine girince de bölgesel güçler arası nifus alanı mücadele olguları da sırıtmaya başladı.
Bunun son örneği, Türkiyenin Anti Kürt politikasına bağlı olanı oldu. Türkiye, genel BOP olayında temel Şer eksen görülen iran tasfiyesi varken, Kürt karşıtı politik konumla iranla Kürtler üzerinden ortaklaşma arayışı da yaşanıyor. Hegemonya gerilemesi ve bölgesel güçler öne çıkma hamlleri zaman zaman ABD ile yandaşları arasında çelişki gibi hamleler de oluyor. Bunu direk Türkiye üzerinden yaşıyoruz. ABD irana yönelme düşüncesindeyken, Türkiye, iranla ortaklaşıp, bölgede Kürdistan üzerinden hamleler düşünülüyor. Çünkü, Hem Türkiye, Hem iran kadar, Suriye de Kürt bölgesine federal yapı verilmesine direk karşıdır. Halbuki, iran sistem için şer, Türkiye mütefik ve Suriye de parçalanması gereken ülkedir!
Bu çelişkili durum yanına ABD bölgesel tam hakim olamama ile bölgesel güçlerin hem devletlerini koruma hem de yayılma hesapları olunca, son Türkiye iran arayışı gibi garip spontanel sonuçlar da ürer! Üstelik, batı için ve hat ta İsrail için de geçerli olan Kürdistan, özellikle içinde olduğu ülkeler için de odenli imkansız görülmektedir. Oysa, başka gerçek de parçalanan Ortadoğu coğrafyasında Kürt olayı bir dinamik olarak bölgeseleşti. Bunu Türkiyede zaten tüm baskılar karşın yaşarken; Suriye ve ırakta coğrafi anlamda yöresel konuma dek gelindi.
Şimdi sorun şu: Türkiye ve iran hem bölgesel hegemonya mezhepsel karşıtlı, hem sistemsel olarak yandaş şer ayrımlı gerçeklikleri ile Kürt ortak korkularının paydaları arasında, bu konuda kendilerine ne denli müsaade edilecek? Daha doğrusu, ABD ve İsrail, oluşan Kürt coğrafi dinamik ile siyasal ilişki gerçeği ile biri itifakcısı, ötekisi tsfiye listesinde olan birlikteliğe nasıl bir yaklaşım getirecek?
Bunlar hep bize Ortadoğuda oldukça yeni kaygan koşullar olduğunu göstermektedir. ABD ve Rus ekseni, bölgesel Türkiye, iran, arap devletleri ve İsrail karmaşası merkezleri ve bu dağınıklıkla oluşan Kürt veya başka dinamiklerle karışan bölgemiz, yarınlarında ayni idolojilerlemi yol alacak, yoksa yeni bir sınıfsal sol dalga oluşturacak mı? Çünkü, bu karışıklıkla, sömürgeleşme,nifus mücadelesi ve kimliklerle dinin damıtıldığı alandan ne demokrasi, nede barış çıkar.