17-24 Haziran,2017, tarihleri arasında Viyana, Prag ve Budapeşte şehirlerini kapsayıp gene bu turlar içinde Almanya ve Slovakya gibi ülkelerin de içinde olduğu yaklaşık en az altı ülkeyi de gezip öğrenme olanağı yakaladım. Hanım ve kız illa ki sene sonunda (Yaz dönemi sınavlarından sonra) kızın da isteği ile, bir de bu ülkelerdeki eğitim olanaklarını da araştırıp, gelecek sene üniversiteyi bitirecek olan kızın da bir deneyim ve etüd olanağı kazanması için, zaten Kış mevsiminden bu olayı konuşmaya başlamışlardı. Genelde söyleyeceklerim aslında bu şehir ve ülkelerin oldukça güzel doğa ve yeşilliklerle içiçe geçmiş, manzaralı, nehirli, göllü,ormanlı-ağaçlıklı, sulak bölgeler olmalarıydı. Bu arada pek tabi ki AB’den dolayı da bu ülkeler arasında pek de sınır kalmamış. Sınırlar kalkmış hatta aralarında sadece polis kontrolleri var. Fakat gene de bilhassa eskiden Doğu Bloku ülkeleri olan Macaristan, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelere, insan faktörü olarak pek güvenleri olmadığı için, Almanya ve Avusturya, hatta bu arada ayrılan iki küçük ülke Slovakya ve Çekya, kontroller getirip sınırda bu ülkeleri yoklamaz değiller. Bu ülkelerde büyük şehir meydanlarında dilenen bazı insanların Romen çingeneleri olduğunun da farkına vardım ama gene bu ülkelerin çok genç insanlarının da, hem uyuşturucu bağımlısı olmaları, hem de dilencilik yaparak uyuşturucu paralarını çıkarmaya çalışmaları da dikkatimi çekmedi değil. Bu arada aynen ABD’de veya İngiltere’de olduğu gibi, gene sokaklarda bir müzik aleti çalıp para kazanan insanlar da bana göre maalesef bir nevi modern dilencilik yapmaktaydılar. Gene bir meşhur kişinin kıyafetine bürünüp veya makyajını yapıp, ona benzeyen, tarihi giysiler içinde para dilenen ve isteyenle parayı verdikten sonra poz veren dilenciler de yok değildi. Eğer çok az bahşiş vermişseniz, bazı dilencilerin, o parayı alarak arkanızdan atmaları da oldukça görülmeye değerdi. Avusturya ve Çekya gibi, hatta diğer AB ülkelerinin En büyük korkuları bu ülkelerden gelecek olan işsizlerin kendi ülkelerini tehdit eder duruma gelmesiydi. Nitekim Suriyeli göçmenler konusunda bu ülkelerin ne kadar zorlukla karşılaştıkları hatta bu konunun “Brexit” konusunu hızlandırdığı da bir gerçekti. Pek tabi ki yaklaşık bir on sene önce Paris’e yaptığım bir gezide, yanımdaki, aynı turda olan bir milletvekili arkadaşın, sırtında taşıdığı çanta ile birlikte üç bin Avrosunu da yitirmesi daha belleklerdeyken (Disneyland’da), bu defa da grubumuzda bulunan bir Türkiyeli hanımın son model telefonunun çalınması , Avrupa’da artık hırsızlığın alışılagelen doğal bir olay olduğu da benim tarafımdan artık kanıtlanmıştır. Bu ülkelere yapacağınız turlarda muhakkak kendi güvenliğinizi kendiniz sağlamanız gerekecek. Avrupa’da hırsızlık olmaz umarsızlığına yatarsanız maalesef kaybedersiniz. O meşhur Avrupa medeniyeti kültürü de çoktan ayaklar altında ezilmiş olmalı. Evet ne demiştim, gerçekten doğal güzellikler bakımından bu şehirler ve ülkeler insanın göz zenginliğine, çok güzel ve çok değerli resimler veya fotoğraflar sunmaktadırlar ama işin başka bir tarafına da gelelim; Viyana ve Prag’ta gerçekten temiz ve mimari olarak düzenli bir estetik vardı. Hele hele nehirler içerisinde yapılan turlarda hem Viyana hem de Prag’ta gerçekten yemekli ve zevkle anlatacağım güzellikler mevcuttu. Nehirlerin her iki tarafındaki kıyılar üzerindeki tarihi binalar görülmeye değerdi. Budapeşte’de de aynı manzaraları gördüm. Budapeşte’de nehir kenarındaki tarihi binalar daha da güzel düzenlemişti. Işıklandırılmaları gece de parıldamalarına neden olmaktaydı. Dini ve tarihi binalar bayağı güzel bir şekilde parlamakta ve ışıklar gece de bu binaları öne çıkarmaktaydı.
Bir konuyu daha dile getirmeyi bir görev saymaktayım. Maalesef gördüğüm kadarıyla otellerde verilen hizmetler de pek yeterli değil. Viyana’daki otelde sadece bir sabun koymuşlardı odamıza. Şimdiye kadar başka ülkelerde, bilhassa ABD’de gördüğüm en az on çeşit sabun, diş macunu, şampuan ve losyon olayları yok. Prag’ta sabunu bile çok bencilce koydular. Son gün bitmişti çünkü hiç tazelenmedi. Prag’ta ve Budapeşte’de odaya saç kurutma makinesi konmadı. Gene sabun çok kıt ve saç kurutma makinesi gene yoktu. Üstelik doğal olan bu hizmeti “Önce on Avro verin, saç kurutma makinesini alın” dediler. Tabi tur sonunda on avroyu eğer saç kurutma makinesini verirsek geri vereceklerini de söylediler. Budapeşte’deki oda ve lavabolar maalesef eski dönemden kalan kaba-saba şeyler olduklarından bir kullanmada saf dışı oldular. Yattığımız yatağın bir kısmı da bir gece kırılıverdi. Bir bakıma Doğu blokunun Batı karşısında bu teknolojik yetersizliklerden iflas ettiğini de anlıyorsunuz. Che Guevara Almanya ve Çekoslovakya teknolojilerine güvenmediğini söylediğinde ne kadar haklı olduğunu orada anladım. Bu geziler sırasında en az beş yüz avromuz su ve tuvalet ihtiyaçlarına gitti çünkü dediğim gibi resturanta dahi otursanız bu şehirlerde o resturantın tuvaletine girme parayla ve belli bir sabit ücret yok. Bana göre bu ülkelerde dilenciliğin bir başka şekliydi bunlar. Bir de Türkiye’nin “Karizmatik lideri”nin Türkiye’deki kendi turizm sektörünü nefret ve savaş diliyle, öfke söylemiyle zayıflatması, Türkiye’ye gidecek olan büyük orandaki turisti hiç hak etmedikleri halde bu ülkelere yönlendirmiş ve ne yazık ki bu ülkeler de insan faktörü olarak bu sahayı dolduramamış. Bayağı gaflar da yapmaktadırlar.
Viyana’nın kapitalist şartları ve kapitalizmin turizme yansıması gerçekten insanı tepkiye boğuyor. İlk defa olarak Avrupa’da yemek yediğiniz resturantlarda (olmayanlar da var ama olanlar da çok) tuvalete girdiğiniz anda size para alıyorlar. Viyana ve Prag’ta bu işler biraz nadir olmasına rağmen bilhassa Budapeşte’de bu iş bayağı seviyesini kaçırdı. Resmen insanı tuvaletler yoluyla soymaktadırlar (Almanya Dresten’de de aynı durumu Mac Donalds’da yaşadım, bize iki Avro aldılar tuvaletlerde). Su otobüslerde bir avro iken çeşitli yerlerde dört avroya kadar çıkıyor. Bu arada gene Budapeşte’de son gecemiz olan Çigan gecesinde bizlere orada zorla Çingene topluluğunun CD’lerini satmaya çalışmaları, daha sonra oraya gelen bir fotoğrafçının, herkesin fotoğrafını aldıktan sonra resimleri şarap şişelerinin üzerine koyarak Şarap şişesiyle birlikte satmaya çalışması ve şarapların da onbir avro olması bayağı tepki topladı ve almayanlar da oldukça çoktu. Topluluğa bahşiş verdiğinizde yüzlerinin gülmesi de bayağı ilginçti ve bu şekilde zorla bahşiş toplamanın doğal görüldüğünü de görmekteydiniz. Bana göre ileride bu tip davranışlar bu ülkelere bayağı müşteri kaybettirecek. Türkiye’nin yarattığı altenatifsizlik bu ülkeleri yapay bir turizm patlamasına kavuşturmuş. Viyana ve Prag’ta evler ve binalar çok iyi restore edilmesine rağmen Budapeşte’de eski Sovyet binalarında, ihtiyar kadına vurulan makyajlar gibi eskinin üzerine yarım yamalak vurulan boyalar adeta sırıtmakta. Binaların şekillerinden bunların Sovyet döneminden mi, yeni mi yapıldığını anlayabiliyorsunuz. Bu arada köprüler de artık paslanmaya başlamış ve kimbilir 70-80 senelik son dönemlerini yaşıyorlar.
Benim değerlendirmem, bu ülkelerde ne Sovyetlerin sosyalist olarak sunduğu sahte sistem (Stalinizm) ne de kapitalizmin acımasız ve insana sömürülecek değersiz bir mahluk olarak bakan değerler sistemi şu anda gerek Slovakya, gerek Çek Cumhuriyeti ve gerekse Macaristan’ın umarsız ve insana değer vermeyen insan modelini ortaya çıkardı. Macaristan’daki dükkanlardaki fiyatlarla halkın kazandığı maaşlar elbette uyuşmuyor ve bu ülkelerde bir de büyük bir fiyat acımasızlığı var. En ucuz mal maalesef on Avro, bu parayı hangi Macar veya Çek vatandaşı verebilir bilmiyorum. Zaten öğrendiğime göre Macar vatandaşları da alışveriş yapmak için daha fazla Venedik ve Viyana’ya gitmekteymişler.Çekya ve Slovakya’da gözle görülür ve AB’nin de finanse ettiği yol yapımları ve Avrupa araba fabrika ihraçları düzenli bayındır ülkeler yaratmıştır. Fakat otel çalışanlarına ve dükkan sahiplerine baktığınızda adeta “İster beğen ister beğenme” hali, veya ”Beğenmezsen çek git” tavırları bayağı etken. Bu arada şunu da ekleyeyim Tayyip Erdoğan faktöründen dolayı, Türkiye’deki bilhassa Sabiha Gökçen Havaalanı tamamıyla boştu. Pek az yabancı turist vardı. Konuştuğum turistlerin çoğu Işid bağlantılarından ötürü Türkiye’den transit bile geçmeyi artık korkmaktadırlar. Bu imaj bozukluğu aslında Türkiye’ye çok pahalıya patlayacak. Ve belli ki Türkiye’den elini ayağını çeken turistler şu anda artık Avrupa ve Orta Avrupa’yı mesken tutmuşlar. Recep Tayyip Erdoğan nefret dilini kullanmaya devam ederse Türkiye maalesef dünya turizm payından gelirini daha çok azaltacak. Turumuzda da başka turlarda da bayağı fazla Türkiyeli turist vardı ve en fazla ilgilendikleri konu nasıl bu gibi ülkelerde AB pasaportu veya vatandaşlığı alabiliriz konularıydı. AKP’nin Türkiye’de son zamanlardaki savaş politikaları ve de bilhassa 15 Temmuz Darbesiyle diktatörlüğe gitmesi, belli ki Türkiyeli vatandaşları başka ülke arayışları içine itmiş durumda. Hele bu Türkiyeli vatandaşların çoğunun Macaristan’ın 286 bin Avro’ya AB vatandaşlığı satmasıyla ilgilenmeleri de bayağı dikkatimi çekti.
Bu turda Liberal-Kapitalist ekonomi ile Sovyet uydusu olmanın etkisi altında kalıp bir kültür ve davranış bozukluğu kazanan ve içlerinde insani değer duygularını kaybeden kapitalist ve Bonapartist rejim buhranları yaşayan insanlarını da gözlemledim. Ne kapitalist liberal ekonominin, ne de Stalinizmin demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik ve sömürüsüz bir başka yapıya alternatif olamayacağını gördüm. Bu turda gözlemlediğim olumsuzluklar aslında o gerçek insancıl ve eşitlikçi yapının şu anda çok daha acil olduğunu vurguladı bana.Orta Avrupa turuyla olumsuzlukları ve olumlulukları ile Orta Avrupa’yı tanıma olanağı elde ederken, insana değer verecek, gerçekten eşit paylaşımı ve insan sevgisini geliştirecek başka bir sol yapının da mümkün olabileceğini düşündüm. Bir daha aynı fırsatı ne zaman yakalarım onu bilemem…