BUGÜNKÜ GİRNE; BECERİKSİZLİĞİMİZİN ESERİDİR
Gözleri “azami kar” dışında görmeyen “yeni yetme açgözlü yatırımcılar” bir yandaydı…
Onların kafa kola aldıkları çevre bilincinden ve duyarlılığından yoksun,” azami oy” dışında başka bir şeye kafasını çalıştırmakta isteksiz hükümetteki siyasal parti, bakanlar ve belediye reisleri de diğer yanda.
Sonunda da “tencere kapağını ve tabağını buldukça” Girne’yi alt yapısız beton yığını hilkat garibesi bir hale getirdik.
Ve nihayet hükümetlerin bilinçsiz ve yanlış kararlarını, müdürlükleri bakanların iki dudağı arasına sıkıştırılan bürokrat ve teknokratların makamlarını koruyabilmek için, diplomalarını çiğneme pahasına “kitabına uydurdukları” usulsüzlükler sayesinde, doğal güzelliği yok edilmiş karmaşık beton yığınına dönüşmüş Girne manzarası ile sokaklarında dolaşırken nefes almakta zorlanılan çöp kokulu sokakları çıktı ortaya.
Tarihi ve doğal hali ve temizliği önemsenmedi. Denizi her gün daha çok kirlenen, yolları yetersiz, trafiği kilitlenmiş hale gelmesine, en önemli tarihi ve turistik noktası Girne Limanının zaman zaman çirkef kokan hal-i perişanına yıllarca seyirci kalındı.
Elbette Girne’nin yaşam kalitesinin fakirleştiren, adeta bir Ortadoğu kasabasına dönüştüren bu hal-i harabından sorumlu olan, inler-cinler, Kıbrıslırumlar, Türkiyeliler ve yöneticileri değildi.
Ya kimlerdi?
Girne’de bunca zamandır kötü yöndeki bu gidişatı önleyecek kadar örgütlenip sesini yükseltemeyen bizler, bu şehrin sakinleri, seçmenler ve nihayet bu adayarısını yönetsin diye seçtiğimiz hükümetlerdi.
Uzun lafın ı kısası biz Kıbrıslıtürkler, Girne konusunda sınıfta kaldık. Çünkü eğitimli insan gücümüze rağmen, ismi belli pek çok bakan, müsteşar, bürokrat ve belediye başkanının yönetimi ve denetiminde, imar planına göre değil ama “rant ile azami kar ve azami oy” uğruna Girne’yi, dağ, deniz ve yeşil ile çevrelenmiş tarihi bir coğrafyanın yaşam kalitesini düşürme becerisini, yani beceriksizliğimizi gösterdik.
Denizlerimiz “dev beton bloklar halindeki yatırımlardan” akan atıklarla kirlenmeye, sokaklarımız da yetersiz kanalizasyonlar sayesinde kokmaya, trafiğimiz ise yetersiz yollardan dolayı tıkanmaya, insanlar yürüyecek kaldırım bulamamaya başladığında bile kör gözlerimiz göremedi şehrin can çekişen bu halini. Hala çöpler vadilere saçılıyor, dereler inşaat artıkları-molozlarla dolduruluyor, gazetelerin en ön sayfalarında fotoğrafları yayınlanıyor devlet denen şey acil önlem alacağına hala hantal hantal tüm kurumlarıyla kirlenmeyi seyrediyor.
Girne’ye ve köylerindeki kirlenmeye karşı İnsiyatiflerde örgütlenerek fedakarca mücadele eden bu insanlara karşı “yatırımcı düşmanı” deniyor. Ancak “yatırımcı” olmak bile bir hazım işidir. Genellikle “yeni yetmeler” bunun hazımsızlığını çeker ve önce kullanmak için yanaştıkları ve maddi çıkar gözetmeyen bu kişi ve örgütleri istismar edemeyeceklerini anlayınca hemen “maskaralık” demek bahtsızlığını ve cehaletini göstermekte bir sakınca bile görmezler.
“Yeni yetme” bizde çok ya. Bu sözüm de onlara. Belki bir gün zaman olursa bu gözü ve kulağı “hep bana rap bana mottosu ile malul yatırımcılar” için de yazarım.
TEMPLOS ZEYTİNLİK İNSİYATİFİ
“Rant ve azami kar” peşinde koşan kişilere göre emirnameler icat edilen, böylece imar plansız rastgele dikilen çok katlı binaların başını alıp gittiği Girne’de, “dükkan açar gibi üniversitelerin açılması” da kaçınılmazdı. Nitekim üniversite furyası sonunda artan öğrencilere ve Türkiye’den adaya göç eden nüfusla önü açılan inşaat sektörü devletin kalkınmasının kaynağı ilan edildi. Bunun için plansız programsız yurt ve apartman inşasına girişildi.
Girne tüketilince, bu şehrin akciğeri olduğu kadar tarihi bir mekanı da olan Zeytinlik/Templos köyüne göz dikildi. Yurt ve otel inşaatları için uzun vadeli düşük faizli kredilerle teşvik edilen olası bir betonlaşma karşısında demografik yapısı, doğası, tarihi ve kültürel mirası ve adını aldığı asırlık zeytin ağaçları yok edilecek olan köyün sakinleri ayağa kalktı.
İlk defa köyde yaşayanların duyarlılığı sayesinde bir emirname değiştirildi ve Girne’deki plansız yapılaşmanın Zeytinliğe sıçramasının önüne geçildi. Elbette süreç burada anlatıldığı gibi kolay olmadı. Templos’ta yaşayanlar, yalnızca eleştirmekle kalmayıp, bu uğurda günler, haftalar ve aylar süren mücadeleler verdiler. Milletvekillerinin desteğini aldılar. Bakanların bürokratların ve belediyenin kapılarını aşındırdılar. Hükümete ve siyasilere sorumluluk yükleyip oturup beklemek yerine, emek harcadılar. Nasıl mı?
Taleplerini açıkça özetleyen sloganlar icat ettiler, T-Shirtlerini bastılar, pankartlarını hazırladılar. Köy meydanında başlattıkları gösterilerini Girne kavşağına taşıdılar. Gazete, radyo, televizyon programlarına katılarak sorunlarını anlattılar. Sonunda kendi sorunlarına sahip çıkmak için bir araya gelince, örgütlenince, bilinçli olarak çalışınca, fedakarlık edince, başarıya ulaşılabileceğini de gördüler ve gösterdiler.
Neden yazdım bunları?
Bakanların “eşitlik ve adalet” sağlamak için kumar izni dağıtımını üstlenmeyi ulvi ve kutsi bir vazife addettiği yarım adamızda, yeşil alanları ve yürüyüş yollarını özelleştirip kendine yarar sağlamaya çalışan, yasa dışı kat çıkan, denizleri atık sularıyla kirleten, dere yataklarını, denizleri molozlarla dolduran yatırımcılığın arkasına saklanan “açgözlü yağmacıların” peydahlanması dibe vurduğumuzun resmiyse eğer.
Bu Templos İnisiyatifi, Kıbrıslıtürklerin yanı sıra, türlü milliyet ve farklı inançlardan insanların omuz verdiği, kişisel çıkar gözetmeksizin kendi sorunlarını salt köylerindeki yaşam kalitesini korumak amacıyla çırpınan böyle fedakar insanların varlığı da diğer bir gerçeğimizdir.
Kıbrıs’ın Kuzeyinde son günlerde hükümet edenlerden kaynaklı büyük bir ahlak erozyonu arşa çıkarken, Templos İnisyatifi gibi, belediye yetmeyince kendi köylerinin sokaklarındaki otları temizleyen, ihtiyaç fazlalarını toplayıp yardım kuruluşlarına ulaştıran, Girne’deki çevre felaketlerine elden geldiğince destek olan, komşuluk, arkadaşlık, köylülük ilişkilerini yeniden yeşerten, kimseden icazet almadan fedakarca çalışan böyle insanların varlığı da beni ümitlendiriyor.
ÇIKMAYAN CANDA HER ZAMAN ÜMİT VAR
Nasıl insan için çıkmayan canda her zaman için umudun olduğu söylenir, yok edilmeyen coğrafyada da umudun var olacağını söylemek mümkündür.
Çünkü yeşili yok eden, denizleri çevreyi kirleten, kanalizasyonsuz, kaldırımsız alt yapısız binalar dikerek kentleri kokutan, inşaat artıklarıyla dere yataklarını dolduran da insanlardır.
Girne’de bu kirlenmenin aslı nedeni, elbette insani değerlere galebe çalmış kar’dan öte, varsıllığı bile hazmetmemiş, “azami karı” tüm insanlık değerlerinin üzerinde gören ”yeni yetme yatırımcılar” olabilir mi? Onları kollayan hükümetler? Mevki hırsı aklını başından alıp gözünü karatan bürokratlar? Servetin insanların yaşam kalitesinin değil, paranın, dikilen betonun olduğunu düşünen ve bunların peşinden koşan belediye başkanlarının?
Girne’ye gidişatına, yöneticilere, yatırımcılara özetle bu tabloya bakınca morali bozluyor insanın.
Bir ülkede fedakar insanlar, örgütleri, mücadeleleri olduğu sürece, coğrafyanın, doğanın ve hayvanların da gelecekleri için ümitlenmeleri ancak o zaman söz konusudur.
Doğayı, ormanı ve insan dışında yaşayan canlılara dar ettiğimiz sürece coğrafyamızı, bilelim ki insana, kendimize de büyük kötülükler yapıyoruz demektir.
Kıbrıs genelinde “Yeşil Barış”, Mağusa’da “Her Daim Dostlar”, “Girne İnisiyatifi”, “Vasilyalıların Gorno’da “Teleferik” bahanesiyle dağın taşın özele peşkeş çekilmesine karşı mücadeleleri…
Siyaset ve çevre konularında hukukun yanı sıra etik değerlerin de dibe vurduğu bugünlerde, bu ülkede diğer yanda “iyi şeylerin” de olduğunu gösteriyor.
Bu nedenle salt, “öldük-bittik-mahvolduk” diye eleştirmek kadar, “ölüp bitip mahvolmamak” için, böyle sivil toplum örgütlerine omuz vermek, zaman ayırmak, fedakarlık etmek bizi gelecek için ümitlendirir.
İnsanlık değerleri, kendini yok etmek için didinip duran açgözlülere karşı, “ölürken teslim olmadık, hiç olmazsa mücadele verdik” diye fedakarca mücadele eden insanlar olduğu için bugünlere kadar gelebilmiştir. Bu nedenle her zaman olduğundan daha çok çevre bilincine, doğa ve de hayvan sevgisine ihtiyacı vardır Kıbrıslıların ve bu adanın Kuzeyinde yaşayanların. Ve yine sanırım bugün köyünü, ağaçlarını, hayvanlarını en çok seven ve zamanının bir kısmını onları korumaya ayıran bu insiyatif ve dayanışma örgütlerinde bir araya gelmiş kişilerdir.
Toplumdaki ahlaksızlığın”, “rüşvetçliğin” “peşkeşin” ve nihayet ”mafya” ilişkilerin panzehiridirler de…
Bu nedenle daha umut var.
Çünkü katlamaya çalıştığı parasıyla doğayı ve toplumu kirleten “açgözlü yeni yetmelere” ve onların dümen suyunda giden yöneticilere karşı sivil toplum da direniyor ve ağır aksak da olsa örgütleniyor…