Ülkeyi içine sokulan yağma düzeninde ne hale getirdiklerini bankacılar da gözler önüne serdi.
Seçilenler öncelikle kaynakları yağmalamak ve aslan payını alıktan sonra yeniden seçilmek için oy simsarlarını beslemekle ilgileniyorlar. Seçmen de simsarları kendilerine arka sağlayan ve bu devletten korunmak için gerekli olan arkalar olarak görüyorlar.
Arkasız yaşamak için devletten destek almaya mecbur olmayan bir kişi olmak gerekir ama öyle bir kişi olmak artık çok az kişiye nasip oluyor. Gerisi ister istemez yasal bir yerden ücret alıp kıt kanaat geçinen memur veya işçi gibi kişilerle kendini kurtarabilen esnaf ve zanaatkar kimseler. Ancak onlar da vergiden mahvolmamak, takibata uğramamak gibi amaçlarla ancak muhtaç duruma düşenlerdir.
Bu durumda bankalarda üç beş kuruş bulundurabilenlerle bankalarla ortak mülk demek olan krediyle araba gibi şeyleri aldığından bağlı olanlar yatıp kalkıp bankaların batmamasına dua eder oldular.
Ancak bankacıların açıklamaları bu güvencenin de tamam olmadığını gösteriyor.
Bankalar Birliği açıklamasında Süleyman Erol devletin bankaların ana ortağı gibi olduğunu ve mevduat sigorta primi olarak %1 ödediklerini belirtti. Aktif kârlılık oranını %1,5 olan bankaların %1 de devlete vermesi bankaların battığı zamanda kararlaştırılmıştı. Hala devam ediyor. Tabii bankalar bunu tüm müşterilerine dağıtmak durumunda kalıyor. Yani devlet insanlarımızı bu şekilde anayasanın ruhuna aykırı bir şekilde vergilendirmiş oluyor.
Bu durum bankalarımızı da yabancı bankalarla rekabette haksız rekabet yapar duruma düşürüyor.
Bankalarımızın haksız rekabete duçar olmaları bununla da kalmıyor. Açıklamaya göre Türkiye ve diğer yabancı bankalar bizimkileri muhabir banka olarak kabul etmiyorlar. Bizim merkez bankasının verdiği lisansla Türkiye bankaları burada muhabir bankalar olarak iş görebiliyor ama Bizim bankalar için lisans alınamıyor.
Açıklanmayan yani olasılıkla ganimet mallar nedeniyle bankalarımız Türkiye’de şube de açamıyor. Niye risk alsınlar ki…
Türkiye ve dünya ödemeler sistemine de entegrasyon olmadığı için sorunlar var ve sorun demek maliyet demek olduğu için rekabette geride kalıyorlar.
Sonunda bankalarımızın riski fazla ve bünyelerini güçlü tutmak gerekirken mantar gibi banka açmak olanağı da var. Yasal olarak güçlü olanaklarla denetlenebildiklerine göre haksız rekabete kurban etmeden bünyelerini güçlendirmelerine olanak sağlamak gerekirken yenilerine izin veriliyor ve alarm çalmaya gerek oluyor.
Dedi gücü seçmen tavlamak olan devlet ise bankalara en büyük desteği tahsili geciken alacaklar sorununu azaltmak için etkin bir hukuk desteği vermek olmalıdır ama o batakçıları savunuyor. Sürekli borçlular lehine diye yasalar geçiriyor ama gene de tahsili sağlamaya yardımcı olmuyor. Mağdurların korunmasını sağlamak için hukuk desteği yeter de artar da ama alacakların tahsili de sağlanmalıdır. Onun için yargının adil kararlarının etkili icrası sağlanmalıdır. Ama ne yazık ki yalnız alacaklar bakımından değil her konuda devlet insanını unutmuştur. İnsanımız devletten bir şey isterse arka bulmalıdır. Arka verebilecekler ise ya rüşvet isterler ya da seçimlerde simsarlarına oylarını satmalarını…
Akla hayale gelmedik konularda insanında para çıkartma yolu bulan saçma ve ahlaksızca bir yönetişim bilgeliliği karşımızdadır. 2001 banka yıkımı felaketinden bugün bile bizi soyma fırsatı kullanıyorlar.
Çernobil felaketinden sonra radyasyon oranı zararsız düzeye düşürülsün diye süte su katma kararı verdilerdi ama normalleşme bittikten sonra da katmayı sürdürdüler ya, ayni tutum banka yıkımından sonra da kendini tekrarlıyor. Yılan dişi geçirilince ilk harekette bir adım daha sonraya kilitlenir. Aynen öyle…
Bu adet o kadar yaygın ki devlet bir kere ısırdı mı artık bir daha sonraki adım gelir diye bankacılar da “hâlbuki devlet alacaklarımızı tahsile olanak versin ona vergilerimizle daha fazla kazanç sağlarız” demeyi tercih ediyor. Sen ne hizmet verdin ki insanımızda daha fazla vergi almak isteyesin diyen yok.
Bir devlet verdiği hizmetin karşılığını almaktan başka alacak sahibi değildir. Seçmen tavlamak bir hizmet değildir. Çağdaş devletlerde vergi oranları adillikle ele alınır ve hizmetle karşılaştırılır. Aradığında devleti bulamayan insanlardan kazançları oranında alınan vergiler devede kulak, harç ücret, bankacılık işlemlerinden harçlar ve saire … uzayıp giden bir liste… dış ticaretten alınan gümrük vergileri yanında peşin vergi olan stopaj yetmez, KDV ve içteki ticarette de KDV… bankada bir muamele yatın hesabın birinden alıp diğerine geçirdin ve kullandın muamele vergisi… hangi devlet hizmetinden yararlandın diye denetleten biri yok. Seçeriz seçiliriz mebus oluruz ama hangi yasanın niye hizmet ettiğini ve uygulanıp uygulanmadığını bile denetleyecek bir usul yok. Denetlemek isteyen de çıkıp çağdaş ülkelerde var bizde niye yok demiyor. Vergide adalet raporu bile yok.
Bankacılar da alarm veriyorlar ama bankaların denetlenmesi için ve haksız rekabetin giderilmesi için olanaklar yaratmak söz konusu edilmiyor. Dahası bankaların içinde gözlenen yolsuzlukları da dile getiren yok. Bankalar niye devletten korkuyorlar. Ama gizliliği de görülmedik boyutlarda koruyorlar. Gazetelerde gümbür, gümbür verilen haberler yanıtlanmadı. Bu soygun düzenini savunuyorlar gibi duruyorlar. Üç ayda 900 kişi çek yasağına gidi ise elbette alarm vardır. Par çok, nereden geldiği nasıl dağıldığı önemli… istisnalar kaideyi bozma ona göre durumu kaideye oturtmalıyız yoksa işimiz zor.