Kıssadan hisseler Akıllı telefonu bırak, sabah namazına bak – Halil Paşa

3602

Diyanet İşleri Bakanı Prof. Mehmet Görmez, Konya’daki vaazında; “Sevgili gençler 140 karakterli lüzumsuz ifadelerden uzak durun. İnternette sosyal medyada beyninizi teslim alan yüreğinizi işgal eden her türlü görüntüden, lüzumsuz sözden ve yazıdan uzak durun. Kimse gelip kalbinizi cep telefonuyla işgal etmeye ve cep telefonuyla aklınızı ve ruhunuzu teslim almaya kalkmasın”” uyarısında bulundu.

Bunun yerine ne tavsiye etmiş gençlere?

Peygamberin çok sevdiği sabah namazı kılmalarını.

“140 karakterli lüzumsuz ifade” olarak kastettiği elbette “Tweet. ”

Cep telefonu ise “ruhu teslim almaya yarayan araç”.

Bu haber yalnızca Hürriyet gazetesinden değil aynı zamanda Tweet hesabından da yayınlanmış.

Diyanet İşleri Başkanı kendisini o göreve getiren her gün övgü düzdüğü Erdoğan ile AKP kurmaylarının tümünün tweet, face hesapları olduğunu bilmiyor mu?

Profesör Görmez, Türkiye gençliğinin tümünün de; bu gerçeği göremeyecek “görmez”, görüp de düşünemeyecek “akılsız”, düşünüp de yorumlamayacak kadar “kuş beyinli” olduğunu mu sanıyor?

Öte yandan bir din ama aynı zamanda bir devlet görevlisi de olan Diyanet Başkanın bu sözleri elbette politiktir ve Türkiye’de din ile siyaset işlerinin iç içeliğinin giderek kanıksandığının da bir açıklamasıdır.

Peki diyanetin de içerisinde yer aldığı siyasal iktidar erki, en son teknoloji ürünü akıllı telefonlara sahip olurken, enformatik teknolojinin bütün bu olanaklarından gençlerin uzak durması için çağrıda bulunmasını nasıl açıklamalı?

Yani Diyanet Başkanının bu açıklamasının, AKP sansürünün gazete, televizyon ve radyodan sonra, bu üç medya aracının tüm özelliklerini taşıyan ve her iktidar eleştirildiğinde sansürün sanal medyada da devreye girmesinin normal olacağını vaaz eden Görmez için, HDP İzmir Milletvekili ve 68 Kuşağı devrimcilerinden Ertuğrul Kürkçü dayanamamış ve tweet hesabından şöyle bir mesaj atmış: “Aleme verir talkını, kendi yutar salkımı…”

ZİYA PAŞA YAŞASAYDI NE DERDİ?

İki yüzyıl önce yaşamış Ziya Paşa, Terkib-i Bend şiirinde, kendini mühimseyen ve bulunmaz sanan pek çok adem için şöyle yazmıştı…

Hâlî ne zaman kaldı cihân ehl-i tama’dan,  …          “ne zamandandır dünyada bu hırs”

Sen zâtını bu âleme elzem mi sanırsın?        …         ”sen kendini bu dünyaya gerekli mi sayarsın”

En ummadığın keşf eder esrâr-ı derûnun,    …         ” en sanılmayan sırları keşfedersin”

Sen herkesi kör, âlemi sersem mi sanırsın? …         “sen herkesi görmez, dünyayı sersem mi sanırsın?”

GÜNEY’E DÜŞEN: “BETONLA GELİŞİP NÜFUSÇA ARTAN YENİ BİR KOMŞU…”

Son bir aydır yaşadığımız adayarımızın kuzeyindeki siyasal parti ve liderlerin yorumlarında, Kıbrıs Sorununun çözümünden giderek uzaklaşıldığı ortada

Peki ya Güney’de?

Her şeyden önce AKEL ve DİSİ aynı anda “evet” demediği bir çözüm modelinin, Güney’de karşılık bulmayacağını yazmak için kahin olmak gerekmez.

Politis gazetesine konuşan AKEL Genel Sekreteri Andros Kiprianu özetle; Anastasiadis’in geçmiş dönemde desteklediği tezlerini terk ettiğini ve şimdi Nikolas Papadopulos (Annan’a “oxi” çağrısı yapan geçmiş Cumhurbaşkanı  Tassos’un oğlu ve DİKO Başkanı), Marinos Sizopulos (EDEK Başkanı) ve diğer merkez sağ kişilerin ifade biçimiyle konuştuğunu saptadıklarını söyledi.

“Kıbrıs sorununun çözümü için hala zaman var mı?” sorusuna karşılık ise Kiprianu; “Zaman var, sanırım irade yok” demiştir.

AKEL Genel Sekreteri devamla: “Yanlış anlaşılmalar olmaması için şuna da netlik kazandırmak istiyorum: Kıbrıs sorununun çözümünde en büyük engel uzlaşmaz Türk tezleridir!..”

DİSİ’ye çözüm konusunda en yakın duran AKEL’in bir numaralı ismi bile böyle konuştuktan sonra, Kıbrıs Sorununun çözümünü ummak, bir sabah kalktığımızda Girne ve Lefkoşa sokaklarının tertemiz ve kanalizasyon kokusuz olacağını ummak kadar, araç trafiklerinin de 10 yıl öncesininki kadar akışkan olabileceğini düşünmek gibi bir şey sanırım.

Demek istediğim şu ki;

Uzun lafın kısası:

Kıbrıs Sorunu uzadıkça kuzey de planlı bir biçimde çoğalıp, rastgele betonlaşarak, hızlıca kirleniyor. Vatandaşlıklarla gelen hızlı nüfus artışı ve artan Sünni yapısıyla, demografik yapısı da değişiyor Kuzeyin.

Böylece Güney’in payına, betonla “gelişip”, nüfusça “büyüyen” ve kendisinden misliyle güçlü militer bir güce sahip Türkiye’nin müstakbel komşusu olmak düşüyor.

Bu nedenle Kıbrıs Sorunu sürdükçe Güney ve Kuzey fark etmiyor, Kıbrıslılar yaşamlarında bunun faydasını görmenin yerine, aksine zararını çekiyorlar.  Ama sorunu çözmek için de, çözüm üretmek konusunda oldukça beceriksiz ve korkakça davranıyorlar.