Küresel bir dönüşümün ortasındayız. Bu dönüşüm ile beraber küresel piyasa ekonomisinin sancılı inşa sürecini yaşıyoruz. Bu sürecin, finansçılar ve rantiyeciler tarafından hükmedilen başlangıç evresi, yeni bir küresel sınıfın meydana çıkışına şahit oldu: prekarya.
Dönüşüm 1980’lerde açık liberal piyasalar kurma vizyonu ile başladı. Bu süreçte daha az dikkat çeken strateji ise, piyasaya karşıt olan toplumsal dayanışma kurumlarının dağıtılmasıydı. Bu strateji ile beraber işçi sınıfının pazarlık etme gücü zayıfladı.
Çin ve diğer yükselen ekonomilerin dünya işçi piyasasına katılımıyla, emek arzına 2 milyar yeni işçi eklenmesi önemli bir gelişmeydi. Bu işçiler, evvelinde OECD ülkelerindeki işçilerin beşte biri oranında kazanmaya alışıktılar. Yükselen ekonomilerde verimlilik daha hızlı bir şekilde arttırılabilir olduğundan, o zamandan beri tüm OECD ülkelerindeki işçi ücretlerinde aşağı yönlü bir baskı oluştu.
Emek esnekliği siyaseti, bu süreci daha da yoğunlaştırdı. Üretimi ve iş sahipliğini dünyanın ücretlerin az olduğu başka coğrafyalarına taşıyan silikon devrimi de süreci hızlandıran bir başka etmen oldu. Böylelikle eski ulusal sınıf yapıları üzerine, yeni bir küresel sınıf yapısı yerleşti.
Yeni Sınıf Sistemi
En tepede, rant gelirlerine ve büyük bir siyasal güce sahip olan plütokrasi ve seçkinler var. Gelir bakımından onların epey altında, iş güvencesine sahip, emeklilik, ücretli izinler ve sağlık izni gibi maaş dışı imtiyazları olan, sayıları giderek azalan ücretliler var. Bu grubun hemen yanında, büyüyen bir grup olan uzmanlar var. Uzmanlar iş güvencesi değil para kazanma hedefi güdüyor. Tükenmişlik sendromundan dolayı ise nesilleri tehlikede.
Bunları takiben işçi sınıfının eski omurgası olan proletarya gelmekte. Proletarya sendikaların işe yaradığı döneme ait olan ve sosyal devletin onun için kurulduğu sınıf. Onlar için normal olan tam zamanlı çalışma ve işe bağlı olarak gelen haklardı. Her yerde azalmakta olan bu hayat tarzının yeniden hüküm sürdüğü bir toplumu geri getirmeyi istemenin ise bir gereği yok.
Gelir bakımından bu grubun altında büyümekte olan prekarya var. Prekarya eski tabirle sınıf-altı dediklerimiz değil. Küresel kapitalizm tam da bu kendine has koşullarda çalışacak kendine has bir küresel iş gücü talep ediyor. Bu sınıfı üç boyutuyla tanımlayabiliriz. İlk olarak, bu sınıfın kendine has üretim ilişkileri var. Daha önce yorumcular bu ilk boyutu vurguladılar. Bazıları, her dönemde güvencesiz iş gücünün olduğunu söyleyerek, prekaryanın yeni bir sınıf olmadığını iddia etti. Her ne kadar prekaryanın güvencesiz çalışmayı kabul etmesi konusunda baskılandığı gerçek olsa da, bu durum prekaryanın özellikleri arasında en az ilginç olanı.
Zamanın Kontrolünü Kaybetme
Artık daha fazla zorunlu yarı-zamanlı çalışma, kısa süreli sözleşmeler, sıfır- saatli sözleşmeler, stajyerlik ve UBER, Deliveroo gibi muhtelif platformları çağrıştıran yığın işgücü katılımı var. Fakat her şeyden önemli olarak, prekarya bir mesleki kimliğe veya hayatını anlamlandıracak bir anlatıya sahip olmayanlardır. Bunun sonucu varoluşsal bir güvensizliktir. İlk defa tarihin bir döneminde bir yığın insan, sahip olmayı bekledikleri mesleklerin gerektirdiklerinden çok yukarıda eğitim düzeyine sahip.
Prekaryaya dair bir başka özgün özellik ise, prekaryanın fark edilmeyen ve ödüllendirilmeyen bir biçimde işi için daha fazla emek harcamak zorunda olmasıdır. Prekarya, hem iş yerinde ve çalışma saatlerinde hem de iş yeri ve çalışma saatleri dışında sömürülmekte. Prekarya kitabımın yayınlanmasından beri dünyanın farklı yerlerindeki insanlardan her şeyden çok bu yönü vurgulayan sayısız elektronik posta aldım. Bu unsur vaktinin kontrolünü kaybetmiş olma hissini yaratan, prekaryalaşma adını verdiğim durumu yaratmaktadır.
Prekaryanın ikinci boyutu, kendine has yeniden dağıtım ilişkileri, yani sosyal gelir yapısıdır. Bunlar, maaş dışı imtiyazları olmayan maaş ücretleri, hak temelli devlet yardımları veya enformel topluluk imtiyazlarını kapsar. Ortalama gerçek ücretlerin son otuz yılda Birleşik Devletler, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve diğer OECD ülkelerinde durgunlaştığı bir dönemde, prekaryanın gerçek ücreti de düşmektedir. Ve bu ücretler de, daha iyi duruma gelme beklentilerinin giderek azaldığı ve durumun kötüleşmesi beklentilerinin giderek arttığı bir bağlamda giderek oynak hale gelmektedir.
İlaveten prekarya, rantsal sömürünün sistemik bir formu olan borç içinde yaşar. Oynak ve belirsiz gelirleri ile her an sürdürülemez borç tehlikesi altındadır. Bu, net gelirin, her zaman toplam gelirden daha az olması anlamına gelir. Geleneksel gelir istatistikleri, bu eşitsizliği olduğundan daha az gösterir.
Ayrıca prekarya, hükümetlerin gelir testi, şartlı sosyal yardım ve istihdam gibi uygulamalara geçmesi ile yoğunlaşan yoksulluk tuzakları ile karşı karşıya gelir. Prekaryadan olup işinizi kaybettiğinizde eğer sosyal yardım alma imkanına kavuşursanız, size önerilmesi muhtemel düşük gelirli işi kabul ettiğinizde ilave yüzde 80 – bazen de yüzde 100’den fazla – vergi ile karşılaşırsınız. İşi kabul etmezseniz ise her türlü aşağılama sizi beklemektedir. Ücretli sınıfına dahil kimseler, bu vergi oranlarında çalışmak için değil ancak protesto etmek için dışarı çıkarlar. Prekarya ise siyasetçiler tarafından buna mecbur bırakılır.
Prekarya ayriyeten güvencesizlik tuzakları ile karşı karşıyadır. Örneğin çoğu zaman bir kişinin sosyal yardım kazanmaya hak kazanması ile gerçekte bu yardımları almaya başlaması arasında uzun süren gecikmeler olur. Yardım almaya hak kazanmış birinin bu gecikme süresince kısa zamanlı bir işe girmesi aptalca olacaktır. Hem ilave vergi yükü hem de yeniden başvuru ve bekleme süreçleri, işe girmeyi anlamsız kılar. Birkaç aylık süre için bir hesap yapıldığında, kısa süreli işlere girme onların zararına olur. Nasıl bir adaletsizlik! Başka bir güvencesizlik tuzağı, kişinin kendi yetenekleri ve uzmanlığının altında bir işe girerek uzun dönemde gelirlerini arttıracağı gerçeğidir. Yine de hükümetler işşizleri bunu yapmaya zorlar.
Özetle prekarya, bir şokun, yanlış bir kararın veya hastalığın onları sınıf-altına iteceği, toplumdan koparacağı, sosyal uyumsuzluğa veya erken ölüme iteceği finansal belirsizlik ve kronik sürdürülemez borç içinde yaşar.
Kayan Kumda Yürüme
Üçüncü boyut ise prekarya ile devlet arasındaki kendine özgü ilişkidir. Prekarya, tarihte kazanılmış kültürel, sivil, toplumsal, ekonomik ve siyasal hakları kaybeden ilk sınıftır. Bunu A Precariat Charter (Bir Prekarya Bildirgesi) kitabımda anlattım. Bu ilişki, sonucu en önemli boyuta bizi götürür. Bu boyut prekaryanın yalvaranlar(supplicants) olmasıdır. Prekarya tabirinin Latinçe köklerinde “dua ederek elde etme” vardır. Prekarya iyilik ve yardım için rica etmek, yağcılık yapmak, güç sahiplerinden minnet beklemek zorundadır. Bu durum aşağılayıcı ve lekeleyicidir.
Tanımlayıcı özellikler bunlardan ibarettir. Bunlara ilave olarak, prekaryanın her yerde birbirlerine ve zaman göre göreli yoksunluk içinde bulunan üç kesime ayrıldığını söyleyebiliriz.
- İlk kesim eski işçi sınıfı topluluklarından ve ailelerinden, prekaryaya düşmüş kesimi kapsar. Ebeveynlerinin ve arkadaşlarının sahip olduklarına sahip olmadıklarını hissederler. Gerçek veya hayal edilen bir geçmiş için hep geriye baktıklarından, atacı olarak adlandırılabilirler. Pek eğitimli olmadıklarından, göçmenler, mülteciler, yabancılar veya kolayca şeytanlaştırılabile-cek bir başka toplumsal grubu suçlayan popülist çağrılara açıktırlar. Atacılar, Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkışını destekleyenler ve dünyanın her yerinde aşırı sağa meyledenlerdir. İlerici bir siyasi hareket onlara ulaşıncaya kadar bu yönde gitmeye devam edecekler.
- İkinci grup nostaljiklerdir. Bunlar, şimdiki zamandan, bir yuvadan, bir aidiyetten yoksun kaldığını hisseden göçmenler ve kuşatılmış azınlıklardır. Yalvarıcı olmak zorunda kalmalarının farkında olarak, çoğu zaman siyasi açıdan sessiz kalmayı tercih ederler. Fakat bazen baskı dayanılmaz hale geldiğinde, günlerce süren öfke gösterileri ile patlarlar. Onları suçlamak saçma olur.
- Üçüncü kesim kaybedilmiş bir gelecekten yoksun kaldıklarını düşündüklerinden, ilerici olarak adlandırdıklarımdır. Bu kesimin içinde ebeveynleri, hocaları ve siyasetçiler tarafından kendilerine bir kariyer sağlayacağı sözü verilen üniversite eğitim almış olanlar vardır. Kısa sürede bir kumar oynadıklarını ve gelecek umudu olmayan bir yığın borç ile kaldıklarını fark edeceklerdir. Bu kesim olumlu anlamda tehlikelidir. Popülistlere destek vermeleri daha az olasıdır. Aynı zamanda muhafazakar ve sosyal demokrat partileri de reddederler. Sezgisel olarak, yeni bir cennet vadeden siyasetleri ararlar. Eski siyasi yapılar veya sendikalar gibi birliklerde bu vaadi görmezler.
Bir süre boyunca ilericiler, seçim katılım oranları ve diğer göstergelerin vurguladığı şekilde ana akım siyasetten uzak durdular. Her ne kadar Birleşik Krallığın, Avrupa Birliği’nden çıkmasına veya Birleşik Devletlerin Donald Trump’ı başkan seçmesine engel olamasa da, bu durum 2011’den beri değişmektedir. İlericiler, Aydınlanma’nın büyük üçlüsü liberte, egalite ve fraternite’den güç alarak geleceği yeniden tanımlamaya başladılar.
Dışarıda ortalık karışık olabilir. Fakat ortada büyük bir enerji var. Şimdi siyasetçiler ve uluslararası topluluğun karşılık verme veya karşılık vereceklerin önünü açma zamanı.