Türkiye’de çoğunlukla elde ettiği milletvekili sayısıyla anayasayı değiştirip başkanlık getirmek için kolları sıvayan Recep Tayyip Erdoğan ve partisi AKP, aslında bu durumda bile demokrasinin dışına çıkmakta. Neden mi? Türkiye’deki Referandumda özellikle sonucun ne olacağını bilemeyiz. Diyelim ki sonuç, gene 14 yıldır olduğu gibi, AKP ve RTE’nin çoğunluk oylarını almalarıyla sonuçlansın. Azınlıkta kalanların da en az çoğunluk kadar hakları korunmalıdır.Çünkü demokrasi aslında azınlığın da haklarını korumaktır da onun için. Referandumla %60 veya %70 oy yüzdesi aslında çoğunluk olmasına rağmen geriye kalan %30 veya %40’ın da hakları olmalı, gerçek bir demokraside onların da hakları en az çoğunluk kadar korunmalı. Yani “Ben çoğunluğu elde ettim, ben herşeyi yaparım” demek değildir demokrasi. Demokraside azınlığın da haklarının korunduğu çoğulculuk ilkesi değiştirilmeyecek bir önşart olarak durmalıdır.Oysa dikkat edilirse Tayyip Erdoğan’ın yönetiminde veya kendisi ve partisinin iktidarda olduğu şu anlarda, çoğu muhalif gazete, dergi ve matbaa kapatılmış. Televizyon istasyonları hakeza kapatılırken, Halkın Demokrasi Partisinin milletvekilleri ve belediye başkanları da tutuklanmış durumda. Partinin yarısından fazla milletvekili tutuklanıp hapislere atılırken, Türkiye bu şartlarda referanduma gidiyor. Bırakın onu OHAL şartları da kalkmamış ve bu şartlarda, askerin ve polisin baskı kurduğu bu baskıcı rejimle referanduma gidilmekte. Bu şartlarda referanduma gidilse bile, uluslararası hukukta bu referandumun veya sonuçlarının bile haklı bir durumu olamayacak, her zaman için bunlar tartışma konusu olacak. Nasıl çıktığı belli olmayan ve görünürde kendi iktidarı içinde ayrışmalara sebep olan ve daha fazlası AKP içinden kaynaklandığı belli olan darbe olayında bile, hala daha bilinmezler bulunmakta. İşin ilginci darbe sonrası darbeye karşı olduklarını açıkça söyleyen sol ve sol Kemalist kesimler hemen baskı altına alınıp sırf düşüncelerini açıkladılar veya yazdılar diye işkence ve tutuklanmaya tabi tutulmaya başladılar.Onu da bırakın “Hayır”propagandası yapanlar da terörist veya FETÖ’cü suçlamalarıyla karşı karşıya kaldılar. Belli ki FETÖ’cülerle ta başından işbirliği yapan Erdoğan ve partisi, şu anda o darbe girişimi kimin başının altından çıkmışsa çıkmış ama darbeyi muhaliflerini ezmek ve susturmak için bir araç olarak kullanmakta ve OHAL’in de sebeplerini buna bağlamaktadır ama tutuklanıp yargılananların, HDP’liler de dahil, tutuklanma sebepleri darbe’ye ve FETÖ’cülüğe dayanmamaktadır.
Bir kere OHAL şartlarında referanduma gidilirken, Başkanlığa karşı olan kesimler zaten güçsüz ve demokrasi bu şartlarda bile ayaklar altına alınmış. HDP ‘ye mecliste ses tıkarken, bu parti adeta baskı altında ve nefes alacak durumları bile yok. Cumhurbaşkanı olan zatın gün be gün kavga etmediği, takışmadığı devlet adamı ve ülke kalmadı. Buna rağmen televizyonlara çıkan bu parti destekçileri, şimdiye kadar yapılanların çok normal olduğunu , başkanlık referandumunun demokratik olduğunu söylemeleri, gerçekten oldukça tuhaf ve adeta anormal şartların kabul ettirilmesi anlamına gelmektedir. Türkiye’de akıl dışılık adeta rutin bir durum haline getirilmiş. Daha geçen aylarda Lozan’ın yanlış imzalandığını ve Ege Denizi’nin içindeki Yunan adalarının Yunanistan’a verilmesini tartışmaya açan Cumhurbaşkanı, bu tartışmalardan sonra geçen günlerde, güya sekiz askerin iade edilmemesi üzerine nerdeyse Yunanistan’a savaş açacaktı. Gene Irak’la da bir sorun varken kalkıp Halep veya Musul sorunlarını gündeme getirmesi ve Irak’ta bunun üzerine Başika sorununun açılması da benzer yayılmacı güdülerden meydana gelmedi mi?
Gene bu arada Merkel’in ziyareti sırasında oradaki siyasi sığınma hakkı talep eden 40 askerin Türkiye’ye verimesi sorunu ve Merkel’in İslamist terörizmin üzerinde durmasıyla RTE’nin buna tepki duyarak, Merkel’i azarlaması da aslında bir başka fire oldu. Merkel’i gazeteciler önünde fırçalayan çok bilmiş Cumhurbaşkanı, aslında ülkesini getirdiği durumdan kendisinin ruh halinin de sorumlu olduğunu bir kez daha isbat etti. Uluslararası hukuka göre bir ülkede işkence ve idam cezaları varsa, o ülkeye sığınan suçlular eğer kendi ülkelerinde anti-demokratik şartlar,işkence ve idam varsa, ülkelerine geri verilmez çünkü bu suçluların da uluslararası hukuka göre insan hakları vardır ve işkenceyle idam kattiyetle kabul edilemez. Ağzını her açtığında “alçaklar” ve “hainler” küfürleri ile açan, halka da miting alanlarında idam cezası propagandası yapan bir liderin, ülkesine idam ve işkence için siyasi sığınma hakkını kullanan insanlar niye verilsin ki? Yunanistan’dan ve Almanya’dan hatta ABD’den Fethullah ve Fetö’cülerin geriye verilmesi de bu şekilde reddedilmektedir. Kaldı ki Türkiye içindeki bazı kesimler bile AKP ve lideri olan Cumhurbaşkanı’nın bu şekilde bir çatışmacı dil kullanmalarının da esas amacının, aslında bu suçlu sayılan darbeci diye suçlanan insanların geriye verilmesini önlemek olduğunu da iddia etmektedirler. Buna rağmen AKP ve RTE ,bunları bile soruşturmadan hemen haklıymış pozisyonunda kendi icraatlarını savunmaya ve kendi tribünlerine oynamaya başlamaktadırlar.
Anayasası meclisin vereceği kararlara bağlı olan Türkiye’nin yapısında da Başkanlıkla büyük bir değişim olacak. Gerçekten Meclis yapısı önemsizleştiriliyor. Tüm yasama, yargı ve yürütme yetkilerini başkan üzerinde topluyor. Bunlar kamusal alanda bile ayrı ayrı organlardayken sorunlar olurken, tüm bu yetkiler bir kişi üzerinde toplanırken, Türkiye nasıl bir ülke olacak varın siz bunu bir hayal edin. Türkiye bir kaoslar ülkesi olacak.
Yapılması gereken tüm yetkilerin halka verilmesi, meclisin öneminin ve yetkilerinin artırılması, Türkiye’nin insan merkezli bir demokratik hukuk devleti olması gerekmektedir.
Aksi olur da tüm yetkiler padişahlık veya firavunluk şeklinde bir adam üzerine toplanırsa, Türkiye acı sonuna doğru daha da hızlanarak gidecek. Bu zamanında uyarıldığı ve esas çözümün demokratikleşmek olduğu önemsenmediği için, bu defa Türkiye çok daha zor ve belki de geri dönülmez yaralar alacak. Üniter olsun veya federasyon olsun, Türkiye demokratikleşmeli. Üniter devlette sosyal, hukuk ve adaletli bir sistem kurulabilir. Özyönetim ve federasyon sistemleri de gelebilir. Federasyon reddedilirse, üniter sistemler de demokratikleşebilir. Her halukarda Türkiye’nin başkanlık değil daha da özgürlükçü, vatadaşının daha da mutlu olacağı bir sisteme gitmesi şarttır.
Tabi Türkiye’nin demokratikleşmesi elbette komşularını da rahatlatacak ve oralarda da bu etkiyle ihtilaflar bitecektir.
AKP ve Başkanlık sistemini getirmeye çalışan lideri RTE artık başarısız olduklarını kabul etmeli ve Türkiye insanlarının kanlı geleceğini değil, mutlulukların geleceğini açmak için istifa etmelidirler. İlkin yüzlerine gülen barışçı Türkiye vizyonu veya görüntüsü artık büyük bir başarısızlık olarak sırıtmakta.
Türkiye ve çevre insanları hatta Kıbrıs dahil, demokratikleşecek bir Türkiye’nin de etkisiyle mutlu olmalıdırlar…