Ünlü hikâyedir. Eşeğin kaç dişi olduğunu kitaplardan arayacağına avluda dolaşan eşeğin ağzına bak diyen gence uyun. Kitap çok değerlidir ve kitap insana asıl ve nereye bakacağını anlatır ve daha önce bakanların yazdıklarını öğretir ama işin sonu eşeğin ağzındadır.
Dünyada her ülke 20 000 dolayında anlaşma ile bağlıdır. Büyük bir hukuk birikimi vardır. Ülkelerin insanları o hukuk birikiminin yaratılmasında katkıda bulunmuş ve yöneticileri tarafından bağlanmıştır. Gene de bir kaçamak tarafı vardır çünkü yöneticileri sözlerini tutmakta ve yükümlülüklerini yerine getirmekte üstlerine düşeni tam olarak yapmazlar. Ancak bu en iyi durumun sorumluluklarını yerine getirmek olduğunu görürüz. Nitekim yerine getirmeyenler bile hep başkalarının yerine getirmediğinden şikâyet eder ve kendi cırlaklığının mazereti yapar.
Anlaşmalarını iyileştirmek istemek herkesin hakkıdır ama iyileşinceye kadar uymak da temel davranış olmalıdır. İstisna insanın kendisi için bile nefsi müdafaadır. Yani ölüm riskidir. Ama ölüm riski var diyenlerde bile haklılık payının olması olasılığı da belirsizliktir. Uluslararası mahkemeler de bunun için var.
Bunun anlaşılmasıyla görüşmelerin kesilmesi olayı da anlaşılabilir. BM kararları doğrultusunda hareket etmeyen ülkeler asla rahat olmazlar. Üstlerine baskının kaldırılmaması için örnek olarak arazide ABD kongre kararını anımsayalım. Türkiye’ye silah ambargosunun kaldırılması kararından sonra (o zaman KTFD sonra KKTC) ayrı devletin tanınmamasının devamının siyasi izolasyon olacağını ve bunun sıkıntısının çözüm istekliliğini koruyacağı belirtilmiş ve siyasi yollarda çözüme yardımcı olmasını Başkan’dan istemişti. Sürekli Kongre’ye bilgi vermesini de programa bağlamıştı. Karar yürürlüktedir. BM de her altı ayda bir genel sekreterden BMBG etkinliğinden rapor alır.
Bu koşullarla çalışmayı kabul eden taraflar Kıbrıs’ta görüşmeler kesilse de BM kararlarına uyacaklarını tekrarlarlar ve BMBG raporlarına onay verirler. Ancak içlerinde gene de ters tutumları sürdürürler. BM kararlarına aykırı ne yapıyorlarsa devam ederler ve raporlara da itirazlarıyla onay verirler.
Bunlara göre görürüz ki yazılı kararlara bile akla hayal sığmaz yorumlar getirirler uymazlar ama gene de BM’den yardım almaya muhtaç olduklarını gösteren tutumları ortada durur. Hem BM’den yardım beklerler hem de onayladıkları kararlarına bile uymazlar. Başka konulardaki BM kararlarına da yardımcı olmak için parmaklarını oynatmazlar.
Hal böyleyken Rum tarafında ENOSİS rüyası devam ettirilirmiş diye tepkiler koymak ve görüşmeleri kesmek açıkça görüşmelere son vermek için bahane aramakta olunduğunun kanıtıdır veya vahim bir hatadır.
ENOSİS kararının reddedilmesini istemek, onaylanmasına izin vermeyi kınamak ve görüşmeleri baltalamak için tuzak kuranlara ders vermek istendiğinde elbette haklılık vardır. Ancak bunu görüşmeleri kesmek için ültimatoma çevirmek ve masada henüz dile getirilmeyen ekler yaparak onların peşinen kabulünü talep etmek kabul edilecek bir şey değildir.
BM bunu anlamamış ve desteklememiştir. Onun için Türk tarafının bu tutumu masadan kaçan Rum tarafı oldu anlayışı yaratmaya aday değildir.
Bizim bunlar atmaya hazır oldukları adımları attılar, görüşmeleri sonuna getirdiler artık masadan diğerini kaçırmak için fırsat arayacaklar dediğimizi anımsayanlar ikisinin de çözüm karşıtlarını karşılarına alamadıklarını görerek galip gelenin olmadığını değerlendireceklerdir. O zaman da hem Türk veya Yunan milliyetçisi hem de dünya barışını saygıyla karşılayıp yeniden birleşmeyi benimseyecek çağdaş insan olma yolunun zorluğunu görecektir. Bir milletten olmak ve onun iyiliğini istemek çağdaş insan olmaya engel olmamalıdır. Ama bu ancak milliyetçiliğin başka milletlere her yolla zarar verecek politikaları desteklemek anlamında kullanılmasına onay demek olmadığını kabul koşuldur.
Kıbrıs’ta yakın tarih önüne ardına bakmadan Kıbrıs bizimdir deyip birbirinin aleyhine her tür maceraya atılmaya razı milliyetçilik anlayışının izlerini taşır. Bu uğurda can verenler iki kanatta da anılır. İngiltere tarihi okullarımızda okutulur. Kitaplarda görürüz ki İngiltere tarihi kazancına değmeyen ve haksız fedakarlıklar aynı zamanda halka verdikleri zararla beraber anlatılır. Örneğin Arslan Yürekli Riçard halkın parasını Haçlı seferleri uğruna bol harcadı ve halk zarar gördü diye anlatılır. Haçlı seferlerine katkısını övmez, İngiltere’ye verdiği zararı öne çıkarır. Bunu okuyanlar bizdeki ile İngiltere’deki farkı ölçmezler.
Hele Türk tarihi çok garip anlatılır. Nasıl Müslüman olmuşuz diye okutulurken bir haber ulaşmış, hemen ne güzel demişler ve atalarımız Müslümanlığı seçmişlermiş. Halbuki devlet müfredatı dışında yazılan tarihlerde yüzyıllar süren baskılar, kırımlar, esir almalar ve genç erkek ve kadınları toplayıp satmalar ile olmuş olanlar.
Rum Kıbrıslılar ENOSİS mücadelesinin kendilerini perişan ettiğini görerek yaşadılar ama bunu Yunanistan’ın kendilerine ihanet ettiğini iddia ederek kendi sorumluluklarını ele almadılar. Makarios zamanında kendi temsilcisinin 1969 sonrasında uzlaşmayı reddetmesini okullarında irdelemezler. Bazılarının öğretici eleştirileri okullara girmez. Arazide olanları değerlendirenlerin derslere girmemesi çoğunluğun gerçeklerle tanışmasına yetmez. İki tarafta da hamasi övünme konusu olarak ele alındığı için yeni çağ tarihimiz hala kültür oluşturmaz. Kişiler kendi başlarınadır ve kendilerinin parasıyla ödenen devlet görevlileri maceralara atılmaya hazır kuşaklar yetiştirmeye çalışır.
Şu soru hiç sorulmaz. Uluslararası hukuk ve ilişkiler neden bize hep ters ve biz hepsine düşman gözüyle bakmaya çağrılıyoruz. Bizim neyimiz eksik! Hata bizde mi dünyada mı?