Düşünürken bir de etrafa, araziye bakmayı unutmamak gerek. Sürekli tarih nutukları atılan bir bölgede yaşıyoruz. Ama tarihi gerçek sanmak doğru değil. Tüm iddiaları bir sınamadan geçirmek gerek.
Türkiye’de hızla güçlü bir adama yönetimi teslim etme çalışması sürüyor. Adamı beğenen yandaş oluyor, beğenmeyen karşıt… Bu alışkanlık iyi bir şey değil ama kültür bölünme ve çatışma kültürü olduğu için böyle oluyor.
Aydınlanma dönemi denilen değişikliklerle insan özgürlüğünün artması araştırma ve geliştirme çalışmalarını ilerletmiş bilim insan yaşamını değiştirmiştir. Ancak bu gelişme bazı bölgelerde izlenememiş ve geri bölgeler oluşmuştur. Bunun içinde İslam dünyası denilen geniş bir bölge var ama o kadarla kalmaz. Çin ve Hint gibi büyük ve yüksek yoğunluklu bölgeler de var.
Bunları dikkate alarak gelişen bölgelerle gelişmeyen ülkelere bakarsak arada özgürlüğünün daha doğrusu olanaklara sahip özgür insanların sayısının gelişen ülkelerde çok daha fazla olduğunu görürüz. Bu gerçek antropologlar tarafından da ilerlemeye olanak tanıma niteliğini hesaba katarak ilerlemenin en önemli faktörü olarak belirtilir.
Dinci ülkelerde güçlü iktidarların olması yalnızca dinin gelişmeyi engellemeye yettiği anlamında düşünülmemelidir. Hristiyan ülkelerin gelişmenin şampiyonu olmalarına engel olmaması ve reform ile dinle devletin ayrılmasıyla gelişmenin devam etmiş olması da olguyu açıklamaya yetmez. Çünkü ilerlemenin görüldüğü yerlerde din büyük kurumları ile ayakta iken de ilerleme başlamış ve laiklik ve Rönesans onu izlemiştir.
Kısacası etkili özgür insan sayısı ne kadar çoksa ilerleme kapısı da o kadar açık olmuştur.
Güçlü bir iktidar halkı denetleme olanakları olan iktidar olduğu için her konuya müdahale eder. Dinci ise günün her dakikası için müdahale eder. İnsan davranışlarını de yönetmeye kalkar. Dinden satranç oyunun şeytan işi olduğunu ve cehennemde yanma cezasına çarpılacağını ileri süren ulemanın vaazları bunun bir örneğidir. Evinden çıkarken sağ ayağını önce dışarı çıkarmasını isteyen molla da bunu işaret eder.
İnternette birbirlerini tekfir eden yani kâfir ilan eden mollalar gülüp geçenler var ama birbirleriyle kavgayı bıraksalar herkesin yaşamına müdahale eden dinci yönetimlerin yeniden insanlarımızın başına çökmesine neden olacaklar. Piyasada misbak denilen odun parçasıyla diş fırçalamaya başlayanların sayısına bakarsanız peygamber zamanında yaşamış olanların yaptıklarının ettiklerinin aynisini yapmağa, onlar gibi yaşamaya dini gereklilik olarak bakılmaya başlanıldığı görürsünüz.
İnsan resmi yapmak yaratıcı gibi görünmek yani kendini onun yerine koymak olarak nitelendirilmişti. Onun saraylarda padişahın yaşamını anlatan minyatür türü resimlerinin kimin tarafından yapıldığının anlaşılmaması için her eserde çok kişi resmetmiş, altına da bir müstear isim yazılmak emredilmişti. Bu yasak o kadar ciddiyetle uygulanmıştı ki o devirden günümüze Kara el ismi ile anılan ve hala kimliği tartışılan çok az sayıda minyatür gelebilmiştir.
El sanatları da ayni biçimde denetlenmekteydi. Her sanat için bir lonca düzeni kurulmuş başına da ahi denilen şeyh konulmuştu. Ahi kuralları günümüzde de olduğu gibi aklın ürünüdür ve iyi görünür ama her diktatör gibi ahi şeyhleri de loncaları bildikleri gibi yani dedelerimizden böyle gördük yenilik gerekmez deyip kendilerinden daha iyi iş çıkaracaklara kapamış, yeni teknoloji aranmasına izin vermemişti.
Avrupa’da da benzer direniş görülmüş ama orada loncalar kapatılarak sanatkarlar ellerinden kurtarılınca sanayi devrimi başlayabilmişti.
Bu taraflarda da Ahilik örgütlenmelerinin denetimi dışında sanatkarlığa izin çıkmıştı. Ancak o zamana kadar saatçılıkta ileri olan Doğu artık saat üretebilen bir bölge olmaktan çıkmıştı. Oraların bilimsel tüm gelişmeleri yaratanları bunları unutmuş ve sanki hiç yaratmamış gibi silinip gitmelerini seyretmişlerdi. O kadar ki onların varlığını bile yabancı kaynaklardan öğrenmek için günümüz dünyasına ulaşanları beklemeleri gerekmiştir. Hatta o yaratanların peşine düşüp cezalandıranların etkileri sürerken bazıları onlarla öğünmekte ve onları cezalandırıp canlarını alan veya sürgün edenlerin dinciliğini kurtarıcı gibi görmeye başlamışlardır.
Kim ne derse desin demokrasi veya demokrasiye yakınlaşmış ve özgür insanların sayısını artırmış olanlar sonunda demokrasiye de yaklaşmışlar ve laikliği benimsemişler ve bilimsel gelişmeleri yarattıkları gibi güçlü ve dünyanın motoru olmuşlardır. Ortada sorunların kaynağı olan sefalet ve refah arasındaki uçurumu yaratanlar da onların ülkeleri olmuştur ve refahlarını korumak için attığı adımlarla sorumluluk taşımaktadırlar.
Çare dünya barışını savunmak ve demokratik laik hukuk devletini desteklemek yanında dünyaya genel olarak bakıp sorumluluk almaktır. Hâlbuki tersi akımlar görülmektedir. Aralarındaki ufak farkları bile hoş görmeyip etmeyip didişirler ve geri ülkelerin makus talihini değiştirmek için yardımı artıracaklarına kısmayı milli politika olarak lanse eden popülizme seçimlerle destek yaratmaktadırlar.
Dünya küçülmüştür. Dediler. Bu küçük dünyada bir tarafta dehşet ağları örülürken gerisinde refah mı kalır!