Basının yorumları güncel konularda olur ve değerlendirme gerçeklere kısmen işaret eder. Kıbrıs sorununda dünya politikalarına ilişki üzerinde durulması çok olmaz. Ne zaman ki durumda açıklanamayacak hususlar önem kazanır o zaman dokunulur. Bu doğaldır çünkü konular çok boyutludur ve Suriye’deki durum gibi çok karmaşıktır ki müttefiklerin birbirlerinin yaptığı destek değil köstek olmaktadır.
Konu gündem Kıbrıs sorunu idi. İçteki ilgililer kendi kişisel düşünceleri doğrultusunda ve konu edenlere göre kişisel çıkarları için konuşmakta ve halkın genel çıkarlarını savunmamakta veya umursamamaktadırlar. Değerlendirmenin doğruluğu kuşkulu ama arada Kıbrıs’taki sorunun kaynağını işaret ettiklerinde bazıları her konuya yabancı parmağı ile açıklık getirmeye çalışmaktadır.
Yalnız yabancı kaynağı işaret edenlerin bir kısmı her taşın altında yabancı parmağı ararlar. Onlara görüş anlatmak olanaksızdır ve her işe karışan devlet ve bazı kuruluşların etkinliğini neden saptamakla çare üretmek ve özellikle içerde yapılan hataları saptamak olanaksızlaşmaktadır.
Örnek olsun diye Venedik Komisyonu diye bilinen hukuk yoluyla demokrasi için Avrupa(lı) Komisyonu’nun Türkiye’deki darbenin sonunda yasa gücündeki kararnamelerle yolundan sapan demokrasi hukuk devletinin aldığı yeni şekli değerlendirmesini alalım. Türkiye ve Kıbrıs’ın iki kanadı da AB üyesi olduğuna göre demokratik hukuk devleti olmak iddiasındadır. Kıbrıs’ın bir kanadı olan Kuzey parçası çalışmalara fazla katılamaz ve kararları kabul edermiş gibi davranır ama kararlara katılmadığı için sorumluluğu yoktur sayarsak da kendisi uymakla yükümlüğü dolaysıyla o derecede sorumludur.
Yani o dünyanın parçası olanlar Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da ve Pakistan’da olanlarla ilgilidir ve sorumluluk taşır. Buna bakmadan anti emperyalist cephede imiş gibi konuşmaya hiçbirinin hakkı yoktur. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin İsrail Filistin savaşından sorumluluk almaması nasıl kabul edilmezse kendi ayrı varlığımız varmış gibi davrandığımız ayrı devletimizde AB üyesinin parçası olmayı onayladığımız kadar sorumluluk almalıyız. Çünkü o dünyadan kopmayı değil daha çok ilişki kurmayı istediğimiz apaçıktır.
Bunu anlamadan bir bağı olmayan ülkenin bir yurttaşı veya yönetime muhalif bir partinin veya gurubun ilgilisi gibi konuşmak yanlıştır. Çelişki içine gireriz.
Çelişik tutum asla olmaz değildir ama çelişmeyi açıklayan bir düşünce alt yapısına sahip olmak gerekir. Amacı dünyayı değiştirmek olan ve daha iyi bir dış ilişkiler kurmayı savunanlar çelişkiyi belli bir durumda daha iyi bir duruma geçmek için atılacak adımlar olarak açıklayabilirler. Ancak bazıları anti emperyalizmle kendilerini tanıtırlarsa da iddiaları milli devletler ve dini düşüncelerle hareket ederler. Onları seçtikleri karanlıklar olmaktan öteye geçemez. Kendi özgürlüklerine her kişi gibi sahip olmalarına diyecek olamaz ama fütuhat yani fetih hakkı ve istirdat hayali peşinde koşanların ve gönül dünyası diye başka ülkelerde nüfuz bölgesi düşüncesi gibi düşüncelerinin yaratacağı durumu emperyalistlerden daha büyük tehlike olarak varsaymak gerekir. Nitekim emperyalizmle kurdukları ittifakları desteklemeleri gözler önündedir.
Her zaman en büyük bilgi doğanın kendisindedir. Bakın kanıtları görürsünüz.
Türkiye şu anda büyük bir iddia ile dünyadaki hegemonyalara başkaldırı propagandasına maruzdur. Bu propaganda bazen kendi silahımızı kendimiz yapalım, bazen AB’den çıkalım, bazen Şangay işbirliği örgütüne geçelim, bazen NATO’dan ayrılalım ve hatta Dolar kullanmayalım biçiminde yapılmaktadır. Yapanların çoğu dinci olduğu için onları bırakalım Kuran’da çağırıldığı gibi Allah’ın etrafında birleşip halife seçelim demektedirler.
Bunları yaparken kendilerinden başkasını düşman ve ülkelerinin güçlenmesini engellemeye çalışan devletler olarak tanımlamaktadırlar. Suni Şii karşıtlığını da körüklediklerine göre Türkiye’yi tek başına kalmaya ikna etmeye çalışmaktadırlar.
Dünya özellikle ikinci dünya savaşından sonra ortaya çıkan yıkıcı nükleer silahlar ve birinci dünya örgütlenmesi olan Cemiyeti Akvamın başarısızlığının sonucu dikkate alınarak Birleşmiş Milletleri kurmuştur. Çok başarılı olduğu söylenemez ama milyonlarca canı kurtaran, yüzlerce olayda arabuluculuğuyla uzlaşmalara sağlayan, açlık çeken yerlere yardım için sürekli hazır kuvvetler oluşturan ve dünya çapında hukuk insan hak ve özgürlüklerini geliştiren BM’dir.
Suudi krallıkta kadınların haklarını geliştirmek için devrede olan da odur, Ege denizindeki hakları düzenleyerek savaş çıkmaması için mahkeme ve arabuluculuk kurumlarını oluşturan odur.
Şu anda Türkiye’de hakları elinden alınan kişilerin hakları için hukuk hazırlamış ve Türkiye’ye onaylatmış olan da odur. Türkiye bunlardan yararlandı ve yararlanmaya çalışmaktadır. Ama BM’nin dediğinin gerçekleşmesi için üye ülkelerin yardımına gerek vardır. Barış gücü kurduğunda bile sözünü Kıbrıs’ta bile uygulatmak için yardım alamazsa, bir kısmına Türk tarafı, diğer kısmına Rum tarafı uymayı kabul etmezse BM ne yapsın!
Devletler hem BM’ye gerek olduğunu kabul edip kurdular hem de kararlarını uygulamazlar. Diyelim ki kararları adil değildir. Diyenler var da bazıları bazı kararlara adil değildir der bazıları da öbürlerine… bir de dünya beşten büyüktür deyip işin içinden çıkmaya çalışır. Ancak iş o kadar değil. Bu konu da çok boyutludur. Diğer boyut da BM’nin kolları ve yarattığı hukuk (yasalar) vardır. Sözleşmeler denir bazılarına… Altına imza atanlar da uymazsa beş değil de on beş üyesi olsa ne yazar. Bakarsanız imza attıkları sözleşmelere itiraz edenlerin çoğu da BM’nin yapısına itirazı olanların arasındandır.
BM’nin yapısı için eleştiri olamaz mı? Olur tabii ama eleştiri hakkı başkadır imza attığı kararlara uymamak başkadır. Uymayan zaten hukuka saygısızdır.
Türkiye Avrupalı Birliğinin üyesi olmak için birçok belgeye imza bastı. Başta Avrupa Konseyine üye olduğu için AİHM’de bağlıdır. AGİT’de bağlıdır. Uluslararası ceza mahkemesi, savaş suçları için Cenevre konvansiyonlarına da katılmıştır. Avrupa şartlarına da imza atmıştır.
Venedik komisyonunun denetlemesine de bağlıdır.
Daha sayamadığım çok bağlantıları vardır. Yetmez, ikili ve çoklu başka sözleşmeleri kendini bağlar. Demokrasisi için NATO’ya bile taahhütleri vardır.
Bunları yok sayıp yalnız ve güçlü iddialarıyla dünyaya meydan okumak ve diğer hemen hemen her devleti kedisini zayıflatacak diye düşman ilan etmek inanılacak gibi değildir. Ancak halkı ulusalcılık diye milliyetçilik diye veya Allah yoluna diye istim üstünde tutup başka amaçlara sevk etmek istenildiği değerlendirilirse pekâlâ anlaşılır.
Zaten işin başında milli devlet olmayanı aşağılayıp ancak milli devletlerin çağdaş olduğu anlatılamaya başlanmış ve ülke içi kimlik tekdüzeliği için çabalarla da ipin ucu kaçırılmıştı.
Şimdi dehşete düşen ulusalcılar bile halkı istim üstünde tutup siyasi gücünü korumak isteyen ve din devleti yaratma yoluna giren iktidarın yanında yabancı düşmanlığını körüklemektedir. Tam bağımsızlık senin karakterinse idi ve bu kadar sözleşme ve hukuksal bağlantılarla bağlanır ve AB üyeliğinin yolunda yürürken aklın nerede idi? Demek ki senin kaynağın bağımsızlığı iradenle girdiğin antlaşmalara değildi. Açıp ağzını konuşsana.
Bugün sana mecliste bir konuyu ele alınca komite önce anayasaya uygunluk denetimi yapılır diyen kural anımsatılıyor. Bizim meclisin de görevi önce anayasaya uygunluk denetimidir. Anayasaya uygunluk denetimi yapacaksan en başta anayasa mahkemesinin kararlarını da dikkate alacaksız, kaçarı yok. Meclise girdin hepsini bilemezsin ama meclis bilir çünkü sürekli personeli vardır. Bu yeter mi yetmez. Anayasa ve anayasa mahkemesi uluslararası sözleşmeleri ve antlaşmaları anayasanın yerine göre üstünde ve yerine göre aynı değerde dediğini anımsayacaksın. Su konusundaki tartışmalara göre bunları bilirler ama denetleme yaparken unuturlar. Unutmayın.
Venedik komisyonu aldığı kararda Türkiye’ye yasa gücünde kararnamelerle nasıl kendi anayasasından alıntılar yaparak da dedi ki hukuku çiğniyorsun, sözleşmelerle bağlı olduğun Avrupa Konseyi, Avrupa Birliği ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatına verdiğin sözlere uymadın, kendi anayasanı bile çiğniyorsun. Kimin denetimini istedi bilir misiniz; TBMM’nin. Meclisin büyük çoğunluğu ne denirse yapmayı seçti! Ama Venedik komisyonu hataların da hukuk yoluyla çözülmesini ister.
Meclisin yetkilerinin elinden alınmasını kınayan Venedik komisyonuna meclisten çoğunluk eksik olsun öyle yetki diye yanıt verir. O dışlanan ve düşman edilmeye çalışılan dünya Türkiye’de halkın insan hak ve özgürlüklerine getirilen kısıtlamaların hesabını sorar ama o hesabı sormaya çalışır gibi görünen parti ve çevreler bile Venedik komisyonunu kuranlara yardım etmez.