Geçen hafta Arif Hoca adına iki toplumlu barış için verilen ödül- plaketlerini ben ve Kıbrıslırum bilimadamı arkadaşımız Pavlos Pavlou aldı.Beni bu ödüle layık görenlere tekrar teşekkür ederim. Tören sırasında bir an Arif Hoca ile gerek sendika içinde gerekse birçok siyasal aktivite ve eylemlerde anılarım geldi aklıma. Öğretmenlik hayatıma ilk başladığımda (1981) gerek Arif Hoca ve gerekse 1968 yılında sendikayı kuran üyelerden birçoğu hala sendikada görev yapmaktaydı. KTÖS’ün kurulması aslında dünyada 68 hareketinin başlangıcıydı ; ilk defa olarak geniş kesimler bir aydınlanma ve devrim hareketi olarak uluslararası düzeyde, sosyalizmi ve çalışan kesimlerin örgütlenmesinden tutun, kapitalizmin tasfiyesini tartışmaya başladı. Fransa ve Almanya gibi ülkelerdeki gençlik kesimleri ilk bayrak kaldıran kesimler olmasına rağmen, bu hareket tüm dünyayı ta ABD’ye kadar etkiledi , o sıralarda Vietnam’ı işgal eden ABD devletini elbette sıkıştırdı, zor durumlarda bıraktı. SSCB de hem Doğu Bloku’nda, hem de dışta tartışılmaya, hatta sosyalizmin niteliği tartışma konusu olmaya başladı. O dönemlerde gerek devrimci Batı gençliği, gerekse Türkiye devrimci gençliği, Çekoslovakya’nın işgalini tartışmaya başladılar. Sosyalist kesimler bunun, yani bir Sosyalist ülkenin başka bir sosyalist ülkeyi işgal etmesinin ne kadar doğru olduğunu tartışmaya açtılar. Lenin’in “Devrimler ihraç edilmez” sözü akla geldi ve daha sonra Afganistan’ın Rusya tarafından işgali (1980) sırasında Lenin’in,işgal edilen ülkenin feodal bilinen gruplarının, bu tip geri kalmış ülkeleri, Sosyalist ülkeler tarafından işgallerinin, anti-emperyalist bir savaşa dönebileceği uyarısı anımsandı. Mehmetali Aybar, o dönemlerde (1968) SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgalini eleştirdiği için, TİP başkanlığından atıldı. Aybar’ın SSCB’nin Çekoslovakya’yı işgalini eleştirmesi sosyalist bir tavırdı ve SSCB’nin de soruşturulmasını gündeme getirmişti. Bugün, 1968 Hareketinin, bir çalışan sınıf hareketi olmayıp sadece gençlik hareketi olması nedeniyle başarısız olduğu konusunda tartışmalar var. Tartışmalarda gençliğin sadece işçi sınıfı bilincini işçi sınıfına taşıyabileceği görüşleri ağır basıyor. Önemli olan çalışanların işçi sınıfı olarak kendi lider partileriyle birlikte hareket etmeleridir deniyor.
KTÖS kurulduğu zaman, Kıbrıs, 1963-64 olaylarını geride bırakmıştı ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ayrı düşen Kıbrıslıtürklerin getto yaşamındaki KTÖS , devrimci temelde kurulduğundan ve 68 hareketinin de etkileri altında olduğu için, bayağı etkili oldu. İlk defa baskıcı BEY Yönetiminin bulunduğu gettolar içinde devrimci ses verdi. AKEL’e, ilk genel kurullarında, sosyalizmi Kıbrıs’ta birlikte kurma teklifinde bulundu ve talebi yanıtsız kaldı. İlk defa sosyalizm sendika içinde tartışılmaya başlandı. İlk defa olarak önü alınmaz bir şekilde sendika, adanın tüm getto ve köylerinde örgütlendi, Kıbrıslıtürk liderliği silahlarla ve silahlı güçle bile bu birliği dağıtamadı. Sonuçta Arif Hasan Tahsin ve arkadaşları bugün bile alınan kararlar ve öğretmenin artık vazgeçilemez haklarında büyük başarılar elde ettiler. Daha sonra, kurulan örgüt veya partiler, aslında KTÖS’ün düşünce zenginliğini ve örgütlenme modelindeki çoğulculuk konseptini anlayamadılar. Çünkü SSCB modelini örnek almışlardı; çoğulculuk nasıl ki o modelde reddedilmiş ve sol mücadelenin sonunu getirmişse, 1968 sonrası kurulan parti veya örgütler belli bir süre çalışanların desteğinde kalmalarına rağmen, o ideolojik paralelde kaldıklarından ve de aynen bugün Rus-SSCB modelinde bürokratizm engellenemediği için, KTÖS gibi yönetim kurullarında her türlü eleştirel düşünceyi barındıramadıkları için, dinamizmlerini kaybettiler ve bugünkü gibi parti kadroları içinde liberalizmi savunan kendi neo-burjuvalarını oluşturdular, bürokratik elitler partilerin devrimci damarını kesip, partileri sadece seçim hesapları yapan partiler durumuna düşürdüler.
Aslında Güney’deki AKEL modeli de böyledir ve Kuzey’deki Sovyet modelini örnek almış partiler gibi, o da dejenere olmuş SSCB örneğini hala daha yaşatmaktadır. KTÖS ise elbette yanlışlar yapmıştır. İnsanoğlu yaşamına yanlışlar yaparak da devam eder ama Arif Hasan Tahsin Desem, yanlışlarına sol düşünce perspektifi içinde özeleştiri getirebilen ve rasyonel aklı çalıştırabilen bir sendikacıydı aynı zamanda. Arif Hasan Tahsin’in en önemli özeliği, KTÖS Yönetim kurulları içine her türlü sol devrimci fraksiyonu kabul etmesi, çoğulculuğa önem vermesi ve demokratik merkeziyetçiliği devam ettirmesi olmuştur. Düşünce zenginlğinin emek mücadelesinin esası olduğuna ta başından inanmaktaydı. Ve bu gerçek bir devrimci-demokrat düşünceydi. Arif Hasan tahsin gene rasyonel aklı çalıştırarak ve de bir dinamik devrimcinin en önemli özelliği olan okuyup yenilenme , bunu fikirlerle, yaptığı konuşmalarla tekrar Genel Kurullarda kitlesine sunma becerisini de göstermiştir. Genel Kurullarda sert muhalefete rağmen rahmetli hocamız, okuduğu kitaplardan örnekler ve alıntılar yaparak bu dinamizmi öğretmenlere taşımayı , genel kurullarda yeni yeni yasa tasarılarını kabul ettirerek, bunları grev ve eylemlerde öne çıkararak, resmi yoldan yasalaştırmada da başarılı olmuştur. Hiç unutmam, konuşmalarında, hamile kadınların haklarından, bunların daha da geliştirilmesinden sık sık sözetmiş, öğretmenlerin izinleri ve izin kullanmaları konularında bile yasalar önererek ,bunların gerçekleştirilmesi için haklar elde etmiştir. Meşhur Batılı sosyalistlerin bilhassa Bernard Russel’in “Çalışmama Hakkı” fikrini bile sendikaların ve de çalışanların haklarını savunurken dile getirmiştir. Çalışan kadınların evde çalıştıkları zaman emekliye ayrılmaları, emeklilik kazanmalarına da çalışmış ,çalışanlar için de genelde öneriler getirerek onların da haklar elde etmesini sağlamıştır. Zaten sendika mücadelesinden de görüleceği gibi, hiçbir zaman çalışanlar için de haklar talep etmeyi elden bırakmamış ve hak elde ederken çalışanlara da haklar aldırmıştır.
Arif Hoca’yla gerçi sendika yönetim Kurulları’nda çalışamadım ama hoca ile yönetim kurulu toplantılarına geldiğinde birlikte olmuş , bize yaptığı öneriler doğrultusunda hareket ederek mesela 1986-87 grevlerinde, onun önerileri ve düşünceleri doğrultusunda hareket ederek, o sene eylemlerimizin sonunda tüm çalışanlara tarihte ilk kez olarak %30 hak elde etme noktasına geldik. Arif Hoca’nın o mitinglerde meydanlarda “Mücadelemiz elbette ideolojikltir” deyişini ve bundan da bazı CTP’li öğretmenlerin ne kadar tepki koyduklarını da hatırlamaktayım.
Arif Hoca’yla 1989 Berlin Yeşiller-Kıbrıs Konferansında birlikte olmuş, arkasından onun da olduğu Bağımsız ve Birleşik Kıbrıs için federasyon hareketi’ni başlattığımızı hatırlamaktayım. Bu hareket daha sonra egemen kesimleri korkutarak bize kapıların kapanmasını ve o hareketin sorumlularından olan Ahmet Cavit’e karşı önlemler alınıp, Cavit’in de AİHM’ye başvurusunu getirdi. Cavit daha sonraları bu davayı kazanacaktı. Bu olay da aynen Loizidou davası gibi barikatların açılmasını etkileyecek olan olaylardan biri olacaktı. Pek tabi ki bizim de devamlı taciz edilmemiz,buna rağmen bıkmadan usanmadan sınırları kullanmamız da barikatların açılmasına bir neden olmuştu. Hoca ile ilgili bir anım da Pile’de gene bir konferans için onu davet ettiğimizi, fakat çok hasta olduğu için gelemeyerek yerine CD içinde konuşmasını görüntülü olarak bize göndermesiydi. Hasta olmasına rağmen gene de bir şekilde bizimle olmuştu ve o konferansta hazır bulunan Kıbrıslırum katılımcılara Rumca hitap etmişti çünkü Rumcası da oldukça iyiydi.
Kıbrıs sorununda ve yaptığı konuşmalarda bulduğu rasyonel çözümler ve önerileriyle, her zaman hem eleştiri hem de çözüm getiren bir akıl geliştiren Hocamız, Kıbrıs tarihinde elbette yerini makale ve düşünceleri hatta deyişleri ile yer almıştır ve unutulmayacaktır.
Anısı önünde saygıyla eğiliyorum…