Lefkoş’A’, Lefkoş’E’ yolunda epey yol almış – Halil Paşa

3933

Gönyeli ile Lefkoşa Belediyesi Farkı:

İsmi marka olmuş bir restoran zincirinin sahibi dükkan açmak için Gönyeli Belediyesine müracaat eder. Araç Park yeri olmadığı için Belediye izin vermez.

Gönyeli Belediyesi, dükkan sahibiyle, işletmesi kaldırıma “taştıydı taşmadıydı” diye önce bir tartışmaya, sonra da kamuoyu önünde bir “kavgaya” girişir. Sonunda dükkan sahibi pes eder ve Belediye reisinin dediği olur. Önce işletme sınırını kaldırımdan çeker. Sonra da işletmesini kapatıp çekip gider. Bu arada Belediye Başkanı bu konuda bazı basın organları ile sanal ortamlarda en çok kardeşlerine torpil geçmekle suçlanır ve Gönyelide hayat devam eder.

Lefkoşa’nın, değil park yeri sorunu, en işlek ve ölümlü trafik kazaları da dahil trafiğinin çok sorunlu olduğu ve dört siyasal partiden (DP-UBP-CTP-TDP) seçilmiş son üç belediye başkanı döneminde bahse konu sorunun çözülemediği bir mekanında, restoran açılacağı ilan olunur. Birkaç hafta sonra da restoran açılır, adanın “yeni müşterileri” restoranı doldurur ve hayat devam eder.

Lefkoşa’nın “kirlenen’ yaşamından manzaraları:

Lefkoşa’da olumsuzluğa dair yok, yok…

Dişinden tırnağından artırarak üç katlı apartman inşa eder vatandaş. Bir daire kendisi, diğer ikisi çocukları için. Ancak evdeki hesap çarşıya uymaz ve çocuklar dairelerde kalmaz. Kendisi de başka yere taşınır. Üç evde pek çok kiracı aileler ve öğrenciler. Çöp bidonu yok, arabalara park yeri yok. “Nereye park edeceğiz amca” diye sorar kiracılar? Koy sokakta bir yere deyiverir ev sahibi. Çöpler de naylon poşetlere bağlanır ve bırakılır. Ve Lefkoşa’da hayat devam eder.

Çöp bidonu yok. Araçlara park yeri yok.

İlave oda için dairelerin balkonlarını da kapattı. Bahçesindeki ağaçları kesti, kiralık odaları çoğaltmak için. Ne ağaç, ne de yeşil namına bir ot bıraktı ortalıkta!.

Lefkoşa artık bu insan yükünü kaldıramıyor…

Daha başka? Lefkoşa’nın trafiğinin en işlek ve en göze batan yerinde lamarinadan bir inşaatta yangın çıkar. İtfaiye gelir söndürür. Aradan daha bir hafta geçmeden aynısının iki katı büyüklüğünde lamarinadan başka bir inşaat peyda olur. Ve hayat devam eder.

Dükkanımı kapatmazdan önce üniversitelere de belediyeye de epeyce şikayet ettim Yazılı da sözlü de. Bizzat belediye başkanları ile de görüştüm üniversiteden yetkilerle de. Otobüs bekleyen öğrencilere bir otobüs durağı yamaları için. Kimse tınmadı. Yağmur yağdığında öğrenciler bazen binanın içine doluşurlardı.

Orada hala bir otobüs durağı yok!. İşin tehlikesi tali yol ile ana yol birleşti ve çok sık trafik kazaları oluyor. Bir keresinde bir polise çarptıklarını bile hatırlarım. Ancak orada saat başı yılan gibi upuzun üniversite otobüsleri gelip dururken adeta tehlike saçıyorlar etrafa. Ölüm kaza olmadığı için de bir şekilde, el atan da olmuyor ve hayat devam ediyor.

Lefkoşa ile Gönyeli arasındaki farkı anlatmakla Gönyelinin daha iyi yönetildiğinden çok, Lefkoşa’nın sorunlarıyla baş edemeyerek bu şehri ne kadar içinden çıkılmaz hale ge(tiri)lmiş olduğunu, yaşam kalitesinin ne denli gerile(til)diğini anlatmaktır niyetim…

Bu nedenledir ki bugünkü Lefkoşa, onu yönetenler tarafından öyle bir hale getirilmiştir ki; şehrin yaşam kalitesinden düştüğünü şikayet edenler, son üç seçimde sürekli başkanını değiştiriyor.

Ancak Lefkoşa’da yaşam kalitesi hız kesmeden gerilemeye de devam ediyor.

Böylece de bildik geleneksel şeherlilere yabancılaştırılmakla kalmayan Lefkoşa, onları; “artık bu şehrin size ihtiyacı yok” babında sınırları dışına öteliyor…

Son on yılda, konutunu Lefkoşa sınırları dışına taşıyan eski Lefkoşalı o kadar çok ki…

Lefkoşaya yabancılaşmak

İngiliz Sömürge döneminde içine doğduğum ve yaşamım boyunca hiç kopamayacağımı düşündüğüm, gittiğim ülke ve şehirlerde hep peşimden gelen ve fakat önceleri istenmediğimi kulağıma fısıldayan, şimdi artık giderek çok daha keskin ve daha sert, “ya sev ya terk et” modunda bağır-bağır beni dışarısına iteleyen bu şehre…

Lefkoşa’ma hiç bu kadar yabancılaşabileceğimi düşünmemiştim…

Şehirde sanki  “gizli bir el”, eski sahiplerinden kurtulmak için, her gün onların gözüne batacak kötü bir şey yapıyor.

Yediğini, çerini çöpünü arabanın penceresinden yolun ortasına savurarak, yere tükürerek, içtiği sigaranın izmaritini savurarak, ağacı keserek, park yeri düşünmeden apartman dikerek, dükkanını kaldırıma taşıyarak, yılan gibi uzun otobüsleri günün her saatinde artık tıkanması kanıksanmış şehrin trafiğine sokarak…

İçine doğdukları şehirlerinden, cunta tarafından zorla başka şehirlere sürülen kuşağımdan Türkiyeli devrimci arkadaşlarımın, bu gibi durumlarda nasıl bir duygu ve düşünceye kapılmış olabileceklerini düşünür dururdum hep.

Elbette beni cunta yıllarının “zalim TC devleti” gibi şeherimden “zorla” atan bir siyasal güç yok.

Ancak “Şeherimizi” o hale getirdik ki. Bu şehir, Lefkoşa, kendi insanını bizzat kendisi öteliyor…

Toz toprak içindeki trafik karmaşasına batmış yolları, kirli refüjleri, eksoz ve kanalizasyon kokulu gürültülü caddeleriyle, yeşili gitmiş betonu kalmış, hafta sonlarında bile bitmeyen insan kalabalıklarıyla…

Gürültüsü, çöp ve kanalizasyon kokulu yeşilden azade kılınmış sokaklarıyla adeta buralardan çekip gitmemize davetiye çıkarıyor Lefkoşa.

Lefkoşa cebinden park durağı parası bile çıkarmayan özel üniversitelerimizin, ama “kendilerine karlı” olsun diye içerisine “öğrenci-müşterilerini” balık istifi doluşturduğu “zaten sıkışık olan trafiğine soktuğu yılan gibi uzayıp giden otobüslere teslim olalı” epeyce zaman geçmiş.

Artık “karlı üniversitelerin”, “genç müşterilerine” teslim Lefkoşa’sı bizi istemiyor!.

Lefkoşa bize küseli çok olmuş. “Gidecekseniz gidin” der gibi.

Hani şiirin mısraından fırlamış sözlerinin müzikteki “beni siz delirttiniz” tınların mırıldanır gibi…

Demek ki insanlar bazen, kendi yaşadıkları şehirleri de delirtirler. Sonra da beklenen olur. Deliye dönen şehir onları önüne katıp kovalar.

Biz en sonundaki ‘a’sında ısrar edip duralım. Lefkoşa, Lefkoşe olalı epey zaman geçmiş…

Hatırlatayım dedim. Değil mi ki; Kermiya’nın kapılar açıldığında “Metehan” olduğunu bile fark edememişiz de “kurtarıcımız” her tarafa “Metehan” yazıları asarak, haberlerde okutarak ezberime kazınmasına yardımcı olmuş.

Başta Lefkoşa ile Gönyeli arasındaki farkı konuşmuştuk.
Nereden nereye geldik…
Gönyeli direniyor mu yani?
O da başka bir yazıya kalsın.
BİR FIKRA
Osmanlının hiciv ustası Eşref’e, arkadaşları;

“Haberin var mı üstat Abdülhamit’in bir oğlu olmuş” derler.

Eşref sorar: “Peki adını ne koymuş?”
arkadaşları “Osman” deyince;

Eşref: “Eyvah” demiş. “Biz sonuna geldik sanıyorduk, demek ki şimdi yeniden başa dönüyoruz!.”

Demem o ki; “Eyvah, da ne eyvah… Osmanlıya dönüş yolunda, kentlisine küsmüş, eskisinden çok daha kirli, çok daha kalabalık, çok daha Türk ve Müslüman ve fakat artık Lefkoşalıların olmayan bir Lefkoşe yolunda hızla ilerliyoruz…”