Türkiye’ye bağımlılık bazılarına cazip geldi ama toplumumuz eriyip giderken onlara bakmamalıyız. Bir toplumu düşünen toplumun esas temelinin gemisini karada bile yürütebilenler değil lüks uğruna kör olanlardan olmayan üretici kesimler olduğunu unutmamalıyız. O açıdan bakmalıyız. Yoksa hepimiz acılı bir sona doğru gideriz.
Uyarılarımı yıllar önce yaptım ve yapmaktayız.
Önce nüfusumuz yetmiyor deyip nüfus aktarımı için tarımsal işgücü ithali sözü icat edilince bu işgücünün ücretlerinin yerli işgücünün altında kalmaması için önlemleri almalarını istedik. Çünkü ucuz işgücü yerli işgücünün ücretini düşürmeye çalışacak ve yerli işçi işsizliği görülecek dedik ve öyle oldu. Sonra turist diye gelip zanaatkar olan yerlilere rakip oldu ve Avustralya zanaatkar kabul etmeye başladı ve yerliler oraya göç etmeye başladı. Şiddetle eleştirdik ve önlemleri sıralamaya başladık.
Türkiye’de askeri rejim sola saldırmaya hız vermiş ve halkı sola karşı tahrik ve itibarsızlaştırmaya çalışıyordu. Sesimizi duyuramadık.
Nüfus yapısının değişmemesi için çalışınca Türkiyeliye karşı çıkan ırkçılar diye damgalandık. Halbuki yerleşen Türkiyelilerin de sonradan gelemeye devam edenler tarafından işsiz bırakılmasıyla savunulması da bize kalmıştı ve onların hakları için yürüyüşler düzenledik.
Durum değişmedi Türkiyeliden daha ucuza çalışmaya hazır işçilerin rekabetine izin veren yabancı işgücü girişinin sorunlarını yaşadık.
Önerilerimizden biri yabancı işçi çalıştıracak olanların sendikalı ve ücret denetim komisyonun denetimi altında olması için yasa yapılması idi. Diğeri belediyelerin işçi çalıştırmak için işyeri bulundurma izinlerini verirken ve her yıl yenilerken bordrolarının denetlenmesi ve işçilere ücretlerini yazılı olarak banka deko0ntuyla yapmalarını denetlemesini zorunlu kılan yasal yetki idi. Bu da bir icat değil Almanya’nın ve diğer Avrupa devletlerinin bazılarındaki uygulama idi.
Asgari ücret vardı ama denetleyen olmadığı için uygulamada aksaklık vardı. Sendikaya girenin işten atıldığı gerçeği biliniyordu ama denetleme yapılamıyordu çünkü işçi nerede çalışır bilinemezdi. Yasal yetkilerle işçinin nerde çalıştığının izlenmesine olanak sağlanmalıydı. Onun bordro denetimi sağlanmalıydı. Bunu işçilere anlatmaya çalıştık ama onlar bize destek olacaklarına Türkiye’nin izinden gitmeye yani solu dinlememeye ve Kıbrıs sorununda gereklidir deyip nüfus artırma kararına karşı çıkmamaya devam ettiler. Anımsayanlar bilir mahkeme bile nüfus artırma kararına dayanarak kararlar alabilmekte idi.
Nüfus artışını sağlamam çabası göçler yüzünden ve gelenlerin de gelir dağılımındaki bozukluk yüzünden geri gitmesiyle veya Kıbrıslıyım diye İngiltere ve Almanya’ya kaçma nedeniyle bekledikleri gibi artmadı. Hala uğraşıyorlar.
Ulusal gelir arttı amma gelir adaleti o kadar bozuldu ki göç durmadı. Gelen Türkiyeli ve diğerleri bile göç etmeye devam etti. Yabancı göçü olmayacak sananlar aldandılar, onların da gelir adaletsizliğinden göç edeceklerini hesap etmediler.
Şimdi de ekilecek tarlaların hızla azalıp her taraf binalarla doldurulurken ve yerlilerin de lüksten yararlanıp birden çok ev sahibi olmalarına rağmen gelir adaletsizliği ve düşük kazanç ve düşük ücretle çiftçi ve hayvancı tutmak da zorlaştı. Kâr getiren sektörler bellidir. Üniversitelerin kâr alanı olduğu bilinir ama kalite için personel olarak tutulması gerekenler asgari ücrete talim ettirilemezler. Onun için kalite belası başlarındadır ve varlıkları tehlikededir.
Çiftçi ve hayvancılar yollara çıktılar. Tarımın ulusal gelir içindeki payı önemi kaybettiğine göre fazla direnç gösteremezler. Zaman aleyhlerine çalışıyordu, tarımı desteklemeye zaman dilimi koyun, sonra desteği kesin ve yaşayabilecek olan yaşasın diye TC protokollerine imza atan ve atacak olanlara oylarını vermektense geri kalmadılar. Şimdi “Emil Gustav Friedrich Martin Niemöller bir Alman ilahiyatçısı idi. Önceleri Nazi yanlısı idi. Sonraları gerçeği gördü ve şöyle konuştu:
“Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler, sesimi çıkarmadım, çünkü Yahudi değildim.Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı!” sözünü anımsama zamanıdır
Halkımıza popülizmin ve nepotizmin tehlikesini anlattım. Sessiz çoğunluk meşgulmüş ki dinlemiş gibi görünmedi. Devlet desteğini seçim şantajlarıyla yener sandı. Kuraklık tazminatlarına güvenerek düzeni destekledi.
Toplumun temeli olan üretici güçlerin budanmasına ve ekonomiyi taşıma su ve uyduruk sektörlere dayama kolaycılığına bağlama politikalarına ses çıkarmadı. Ana yönlendirme aracı olan para politikalarını ele almaya çalışanlara destek vermedi ve şimdi köksüz bir toplumun ezilmesini seyrediyor.
Demokrasiyi seçime indirgeyen yozlaşmış biz dürenin ıslahını talep etmedi. Düzeni sürdürmeye razı muhaliflerle yaşamayı, seçilme şansı var diye destekledi.
Sonunda bu yıkıcı düzeni değiştirecek çareleri savunanların olmadığı kanısına vardı ve sokaklarda araç sürerek destek koparmaktan başka şansının olmadığına inandı.
Halk etrafına bakmaz ve çare için çalışmazsa gidiş iyi değil. Kırıntılarla yetinmek zorundadır.
Bekleyin paketleri çare gelecek! Paketlerde çare olsaydı bu kaçıncı paket? Çare çoktan ortaya çıkardı. Ne yani Mesarya suya kavuşunca mı çare gelecek!