Biraz empati be dost – Halil Paşa

3790

“Güzelyurtu da vermem”, “garantörlükten de asla vazgeçmem” ve “askerimi de çekmem” diye ikide birde gürleyecek tek sesli yönetilen anavatandaki beybaba…

Sonra bakanlarıyla ve dahi siyasi muhalefetin başıyla birlikte koro halinde “aldık, bizimdir, vermeyiz”!. Diye böbürlenecekler ve sen ses etmeyeceksin…

Dahası dönüp bir de kırk bin askerini neredeyse “adadaki yaşamın teminatı ve garantisi” sayacaksın!

Masada çözümden sonra da ileride belirsiz bir tarihe kadar “adanın Garantörü” olarak kalmasını “kırmızı çizgi” ve “olmazsa olmazın” diye öne süreceksin!

Müzakerelere ara verildiğinde, sağcısından “solumcu”suna basının ağız birliği ederek; “Kiliseye verdiği söz nedeniyle böyle bir talepte bulunduğunu ifade eden Rum Lider, rasyonellikten çok uzak bu yaklaşımı nedeniyle Daha müzakerelere ara verildiği ilk günlerde Kıbrıslı Türk sayısını çoğalttığını göz ardı eden bir yaklaşım sergiliyor” diye ortamı gerecekler.

Görüşmeler tıkanır tıkanmaz;

“Rum Lider Anastasiades masaya 100,000 rakamını koyunca ortam gerildi.”

Kendilerinin Annan Planı’ndaki geri dönecek Rum sayısını kabul etmeyeceklerini söyleyen Rum Lider Anastasiades, çoğu bugün hayatta olmayan Rumlar için geri dönüş hakkı talep etti” diye yazacaklar…

Görüşmeler çöker çökmez sen de basının karşısına geçecek ve döktüreceksin Burcu kardeşim:

Rum göçmen sayısı hakkında son derece maksimalist taleplerle geldiler ve neredeyse milim kımıldamadan orada durdular, tabii ki bu bizim için kabul edilemez bir şeydi. 90 bin rakamları içerisinde talep koşmak, Annan Planından 12 sene sonra bu talebi koşmak, hangi vicdana sığar…”

“Vicdan” mı dedin Barış kardeşim…
Bak orada dur işte Barışım…

1974’ten bu yana sürekli olarak ve son Annan Planı’ndan sonra ve hatta Monte Perle’de görüşürken bile “vatandaş” yapmaya ara vermeden devam edecek, Türkiye’nin adanın Kuzeyindeki nüfusunu artırmasına aracılık eden hükümetine (UBP-DP) tek ses etmeyeceksin.

Bunun adına da, “hayat devam ediyor, ne yapalım, 1974’ten beridir çözümü geciktirdiniz (hiç Denktaş değil, hep Rumlar suçluydu ya-hp) böylece Türkiye’den göç edenler de Kıbrıslı oldu” diye karşı tarafa “yeni nüfus” dayatılırken ketumiyetini koruyacaksın.

Masada görüşürken üzerinde konduğun ve senin olmayan toprağın maximumunu almakta direteceksin. Bunun yanında da vatandaş yaptıklarını da işin içine katarak mümkün olan en az sayıda “Kıbrıslı Türk”ün  yerlerinden edilemeyeceğini öne sürerek, fethedilen topraklara mümkün olduğu kadar az sayıda mal sahibi “Kıbrıslı Rum”un dönmesi için pazarlığa girişeceksin.

Neymiş efendim Ansatasiades Annan Planının da ilerisine taşmış. İyi de “sen değil 1974 yılından, Annan Planından bu yana vatandaş yaptığın nüfusu mevcut alt yapının taşıyamadığını söylemiyor musun?

Lefkoşanın Girnenin içler acısı halini görmüyor musun? Nereye yerleştireceksin sen plansız programsız dayatmayla vatandaş yaptığın bunca nüfusu? Hükümetlerin “Ekonomik Kalkınma Planları” falan mı yaparak mı vatandaşlık verdi de haberimiz olmadı Barışım?

Bunları bilmeyecek ve düşünmeyecek kadar aptal mıdır sanıyorsun Kıbrıslırumlar ve dünya?

Doğru ya biz açıkgöz milliyetçiler ve vatanseverler. Bunu içte pek çok Kıbrıslıtürke, “haklarının korunması” (ganimet olarak da çıkarlarının korunması-hp) diye yutturabilirsin. Karşı taraf aynı şekilde maximum sayıdaki mal sahibini Kuzeye kaydırmaya çalıştığında ise bunu “maximalist” davrandılar “kriz çıkardılar” diye çığlık atabilirsin.

Ama Devr-i Küçük ve Denktaş’tan beridir süren bu karşın tarafı suçlamanın, ada tarihinde sonunda milliyetçilikle buluştuğu bu açıklamalarını da, Kıbrıs’ta çözüm ve barış için çalışan Kıbrıslırumlar ne Kıbrıslıtürkler ve ne de dünya yutmaz bilesin.

“Garantiler kalksın” diye itiraz ettiklerinde ise senin hiçbir pazarlık marjı bırakmadan kalas gibi orada durmanı hiç düşünmedin mi Kıbrıslırum barış yanlılarının nasıl karşıladığını?

Senden ve komşundan, askeri-ekonomik-nüfus bakımdan misliyle güçlü, kendi komşularıyla bile kavgalı, kendi hukukunu dahi ayaklar altına alan, İslami bir yönetime yelken açmış, kendine muhalif Kürtlere, kendi vatandaşlarına zulmeden, otokratikleşmiş bir devletin alt yönetimi olarak kalmaya da ses çıkarmayacaksın.

Öyle ya. O iş başka bu iş başka.

O iş belli. Ganimetin üzerinde oturacak, adaya nüfus taşıyacak sonra da karşı taraf buna rıza göstermeyince suçlayacaksın. Rumcada böyle durumlarda bir deyiş vardır. “E siyobi re filo mu”. Yani ayıptır be arkadaşım!.

Vicdan mı demiştin Barış…

Vicdan 1974 yılında büyük yara aldı. Hal da yaralı. Müzakerelerin başarısızlıkla bitmesinin hemen ertesinde verdiğin demecinden sonra bir daha anladım ki; bu yaranın iyileştirilmesi için, galiba hem daha çok zamana, hem de daha cesur Kıbrıslılara ihtiyacımız var.

Hem bu ülkede “vicdan” denen şey; milliyetçilerin mesleği olan “karşılıklı suçlama” oyunlarının arasına sıkıştırılamayacak kadar insani bir olaydır. Savaşın yaralarını sarmak, ne yazık ki Rumlar ve Türklerin bu milliyetçi ve popülist kafalarıyla, böyle liderliklerle, böyle demeçlerle çözül(e)mez.

Ansatasiadesi de savunacak değilim.

Ama “vicdan” denen şeyin de, hem milliyetçi hem de bir futbol maçı fanatiği derekesine indirilerek gözden düşürülmesine de karşıyım.

Bilmem anlatabildim mi?
Başka ne deyim.
Biraz empati be dost!