Türkiye’de rejimin hep eksik olduğu ilgilenenlerin her devirde yaptığı eleştirilerde dile getirilmiştir. Dün belki bir az daha iyi idi ama aslı aynen derin vicdanlarda bulunan değerlerle bağdaşmıyordu. Ne yazık ki insanların çoğu tek adam isteğinden vaz geçmiş değildi.
Şimdi tartışmalar AKP üzerinden yapılıyor ve onun gizlemeye elinden geldiğince uğraşsa da tek adamlığa dayalı bir rejim ve dinci bir rejim yaratmaya çalışmasından endişe ediyor. Çünkü kişisel özgürlük ve adalet kaygıları var.
Din dediğin mollalar etkinliğinde içki yasağı, insanın kendi seçimlerini umursamayan engellerle karşılaşması ve hurafe yüklü ibadet ve başka ritüelleri (ayinlerle ilgili şeyleri) yapmaya zorlanmayı temsil ediyor. Büyücülük, muskacılık ve evliya ziyaret ve zikir alemleri gibi şeyleri anımsatıyor.
Bunlara ne yazık ki eğitimde uyduruk bir tarih yaratmak ve uydurmalardan milliyetçiliği körüklemek ve ulusal birliği sağlamak amacıyla çelişkili bir kültür verildi. Osmanlının son döneminden başlayarak bu çelişki sürdürüldü ve çağdaşlaşma ve demokratikleşme ile çelişik bir durum genç kuşaklara aşılandı.
Devrim yapılıyor ya, devlet tüm gücü ile hem padişahlığı eleştiren hem de övgüler düzen kültür zorla dayatıldı. Hem laiklik desteklendi hem de din övüldü ve çelişki sürdürüldü.
Ayni anda okullarda laiklik övüldü ve teokrasi yerildi; ama büyük İslam uygarlığı diye övgülerle çok daha adil ve hak yolunda bir rejim fikri aşılandı. Ahilik ve vakıflar teokrasinin kaynağı oldu ve kullanıldı.
Bu çelişki çok ilginç durum yarattı. Milliyetçilik ve ulusçuluk farkı Moğol kökeni nedeniyle ulusçuluk yerildi ama milliyetçilik de azınlık milletler kavramıyla anımsatılarak ümmetçilik olarak değiştirildi. Tam bir kavram şaşırtmacasıyla ümmetçilik milliyetçilik olarak birleştirildi.
Bunları yapabilmeleri yakın tarihin dış saldırı altında olan Türkiye’yi kurtaranlara şükran ve savunanlara destek olmak anlayışıyla olası oldu. Dilin reforme edilmesi bile dincilerin Arapça hayranlığı nedeniyle hedef oldu. Türkçe’nin bozulduğu ve yabancı kelimelerden kurtarma amacıyla ulusçuluk aracı yapıldı, hâlbuki Arapça kelimelerle zenginleşmişti, yolu kesildi demeye başladılar.
Osmanlının son dönemi ve cumhuriyet dönemi İslam ve Türki birleşmesinin engellenmesi olarak gösterilerek yeni olan her şeye savaş açıldı.
Ortada gizlenen daha büyük bir gerçek vardır. Seçmenden vaz geçemediler. Ne elde ettilerse seçmene onaylatan meşrulaştırmaya dayadılar. Onun için seçmenin önünde yolsuzluklara battıklarını gösteremezler. Onun bakmayın yutuyorlar ama halka da kazanç sağlıyorlar diyenlere onlar çok küçük bir azınlıktır. Demokrasiyi umursamayanlar bile sırf kıskançlıkları nedeniyle yolsuzlukları ancak komisyonluk (pay) karşısında suskun kalırlar.
Onun için AKP’nin halka kazandırdıkları esasta maddi refahtır. O devam etmezse seçim falan kazanamaz meğerki dış tehdit, iç tehdit ve ne olursa olsun düşman kapıda Türkiye bölünecek diye bir korku yerleşmiş olsun. Bugün uğraştıkları onun için dünya düşman, müttefikler taşeronlarla Türkiye’yi bölmek ve mahvetmek ister düşüncelerini ilerletmektir. Ucuna İslam birliği, Türki birlik eklemeleri de ayni kaygıyladır.
Demokrasi şampiyonu iddialarına kulak asmayın. Kuvvetler ayrılığı olmadan ne kalkınma devam edebilir ne de etkin ve verimli bir yönetim. Hak ve adalet hiç olmaz. Olan adalet yukardakilerin çıkar kavgalarına dokunmayacak kadar olur.
Erdoğan’ın başkanlık rejimi için söylediklerine bakarsanız ki arkadaşlarının kafası da aynıdır, emir kumanda olmalıdır ki istikrar korunsun. Hâlbuki demokrasi ancak yetkililerin yasalarla düzenlenmiş hukuk çerçevesinde çok karar mercii ve denetleme kurumu demektir. Savcı ABD’de çağdaş devletlerin en güçlü başkanını mahkemeye çağırdı ve seks skandalından suçladı. Savcı yasayla yetki alır. Ona verilecek emir yalnız yasa ile olur yani olamaz. Onun içindir ki hukuk devletinde kim nereye seçilirse seçilsin yetkilerinin yasayla sınırlı olduğu rejimdir ve seçilen önce bunu hazmetmelidir denir.