İngiltere’deki Polonya Hükümeti, Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin safında döğüşür, fakat 1944 Ekiminde Churchill, kendisine çok güvenen Polonya burjuvazisini ortada bırakır. Romanya ve Yugoslavya için de aynı şeyler söylenebilir. 1939 yılında böyle çok güvenilir bir amperyalist devletle askeri ittifak yaparak, hazım bloklar içine sürüklenmekle Türkiye’nin ne ölçüde güvenlik sağladığı ortadadır.
HİTLER’E KARŞI ZORAKİ İTTİFAKIN SONU
Churchill ve Stalin nüfus bölgesi paylaşmasına rağmen, İngiltere ve Rusya arasında karşılıklı güvensizlik devam eder. Nükleer dengeden önceki komünist öğretiye göre, kapitalist ve emperyalist, devletlerle savaş kaçınılmazdır. Alman kapitalistleri ile Angloamerikan kapitalistleri arasında sıkı bağlar vardır. Stalin, savaş biter bitmez Angloamerikanların Rusya’ya döneceği inancındadır. Hatta “kayıtsız-şartsız teslim” kararına rağmen, 1945 yılında dahi Churchill’in Almanya ile ve Hitler’le bile uzlaşıp, onu Rusya’ya yönelteceği korkusundadır. Nitekim Berlin’in alınması Sovyet Ordularına bırakıldığı halde, Churchill, 1 Nisan 1945’te Roosvelt’e olağanüstü hızla ilerleyip Berlin’i almayı önerir. Daha önce ise, Batı Cephesi’nde ilerleme yavaş olmuştur. Jukov’un anıları, 1945 yılında Stalin’in Müttefikler’den ve özellikle Churchill’den kuşkusunu belirtir. Jukov’a göre, Sovyetler Birliği savaşta,20 milyondan fazla ölü vermiştir. 70 bin şehir ve köy, yerle bir edilmiştir. Yalnız Berlin çarpışmalarında, Rus Ordusunun yitikleri 300 bindir. Buna karşılık 3 milyonluk Amerikan Ordusu Ren nehrinden Doğu, Güneydoğu ve Kuzeydoğu yönlerine ilerlerken, ancak 8351 kişi yitik vermiştir. Alman askerleri, savaşın yitirildiği anlaşılınca, İngiliz ve Amerikan Orduları karşısında direniş göstermemişler, kolayca teslim olmuşlardır. Hatta Doğu Cephesi’nden Alman askerleri, Amerikalılara teslim olmak için hızla Batının yolunu tutmuşlardır. Mareşal Jukov’a göre, İttifak antlaşmasına aykırı olarak, Amerikan Komutanlığı bunların yolunu tutmuşlardır. Mareşal Jukov’a göre, İttifak antlaşmasına aykırı olarak, Amerikan Komutanlığı bunların yolunu kesmekten kaçınmış, hatta onlara yardım etmiştir. Bu tutum, Alman askerinin Rusya’ya karşı kullanılacağı kuşkusunu körüklemiştir.Nitekim 29 Mart günü, Stalin, Jukov’a şöyle konuşur:
“-Batıda Alman cephesi çoktan çökmüş bulunuyor. Faşistlerin, Müttefik Ordularının ilerlemelerini durdurmak için tedbir almak isteğinde olmadıkları yönlerde, Sovyet Ordularına karşı çıkacak gruplarını güçlendiriyorlar.”
Stalin, sonra bir istihbarat raporunu Jukov’a sunar. Rapor, Hitler ajanlarının Müttefik resmi temsilcileriyle yaptıkları perde arkası görüşmeleri bildirmektedir. Rapora göre, Almanlar, Müttefikler’e savaşı bırakmalarını ve tek yanlı barışa yanaşmalarını önermişlerdir. Müttefik Ordularına Berlin kapılarını açmaya hazırdırlar. Stalin, raporu şöyle yorumlar:
“-Churchill’den her şey beklenebilir…”
20 Mayıs 1945 günü de Stalin şöyle konuşur:
“- Biz Alman Ordularından bütün er ve subayları silahsızlandırıp askeri tutsaklar kampına gönderdiğimiz bir sırada, İngilizler tutsak aldıkları Alman birliklerini bütünüyle savaşa hazır durumda tutuyor ve onlarla işbirliği yapmayı kuruyorlar. Şu anda eski komutanlarının hepsi serbest olup, Montgomery’nin direktifi üzerine bir araya gelmekte, Alman Ordularının silahlarını ve savaş tekniğini düzene koymaktadırlar.
Buna göre, İngilizler, ileride kendi çıkarlarının hizmetine koşmak için Alman Ordularını korumaya yelteniyorlar…Başkan Roosvelt’in ölümünden sonra Churchill, Truman ile çabucak anlaşmaya başladı…
Dışişleri Bakanlarının 25 Nisan 1946 tarihli Paris Konferansı’nda Molotof, ABD’nin emperyalist bir genişleme politikasına yöneldiğini ileri sürer. İzlanda’da Amerikan kuvvetlerinin varlığını eleştirir ve ABD’nin Orta Doğu’da üs elde etme yolunda ne bir planı, ne de isteği olduğunu açıklar. “Bevin, “XIX. Yüzyıl emperyalizmi öldü” der. Molotof, “Bevin, XIX. Yüzyıl emperyalizmi öldü diyor, ama XX. Yüzyıl emperyalizmi, Yunanistan, Endonezya, Irak, Mısır ve başka yerlerdeki İngiliz üslerinin ve birliklerinin varlığının kanıtladığı gibi dipdiri” sözleriyle Bevin’i karşılar.
O sıralarda ABD, “Orta Doğu’da üs elde etmekten söz etmeye koyulur. General Reinhardt şöyle konuşur: “Vurucu güçlerin yoğun biçimde yığınak yapmaları gereken en elverişli bölge, Orta Doğu’dur. Orta Doğu, Sovyetler Birliği için en hassas ve alerjik bölgedir. Burada bulundurulacak kara, hava ve deniz kuvvetlerinin kısa bir süre sonra, Rusya’nın içerilerine, stratejik yerlerine ulaşması ve buralarını tahrip etmesi mümkündür. Yakın ve Orta Doğu’nun böyle bir savaş harekatı için sağladığı stratejik durumdan yararlanmak amacıyla, ABD Hükümeti, bu bölgedeki devletlerden, özellikle Türkiye ve İran Hükümetlerinden askeri üsler sağlama yollarını aramalıdır.”
Bu gibi davranışlar, Sovyetlerin kuşkusunu daha da artırır. Kısaca, 1917’den beri emperyalist, savaş ve kuşatma kabusu içinde yaşayan Stalin’de müttefiklerine karşı sınırsız bir kuşku vardır. Üstelik, Rusya, savaştan yıkılıp yakılarak çıktığı halde, ABD devleşerek çıkmıştır. Atom bombası tekeline sahiptir. Bu nedenle, Stalin kapitalist ülkelerle kaçınılmaz çatışmayı beklerken, Churchill pazarlığından ve savaş fırsatından yararlanıp Avrupa içinde mümkün olduğu kadar ilerlemeye ve kuşatılmaktan kurtulmak için öteki yerlerde de güvenlik kuşakları kurmaya önem verir gözükmektedir. Nitekim İran’a karşı davranış, bu bakımdan çarpıcıdır. Ve 1921 örneğini hatırlatmaktadır. 1921’de İran’ın Kuzeyinde bolşeviklik iddiasındaki Gilan Cumhuriyeti kurulmuştur. Fakat Rusya, bu cumhuriyeti yaşatıp İran’a yerleşmek yerine, Rıza Pehlevi ile uyuşmuş ve Gilan Cumhuriyeti’nin Pehlevi tarafından yıkılışına seyirci kalmıştır. Buna karşılık İran’dan, imzalanan antlaşmanın 6. maddesine göre, arazisini Rusya’ya karşı saldırı için üs olarak kullandırmaktan kaçınmasını istemiştir. Bu koşulla, iki ülke arasında dostça ilişkiler kurulmuştur.
İkinci Dünya Savaşı sırasında, İngiltere ve Rusya bir Nazi darbesini engellemek ve askeri yardımı düzenlemek üzere İran’ı işgal ederler. ABD birlikleri de işgale katılır. 12 Aralık 1945’te aralarında komünistlerin de bulunduğu demokratlar Tebriz’de Sovyet eğilimli Azerbeycan Özerk Cumhuriyeti’ni ilan ederler. Biraz sonra Mahabat’ta bağımsız Kürt Cumhuriyeti kurulur. Bunlar Tebriz Cumhuriyeti ile ittifak yaparlar. Bölge zaten Rus işgali altındadır. Bu iki cumhuriyet aracılığıyla İran’ın Kuzey bölgesini ele geçirmek mümkündür. Fakat Ruslar, askerlerini çekmeyi yeğ tutarlar. Buna karşılık, İran’dan istedikleri, 1921 Sovyet-İran antlaşmasına uyulması ve İran arazisinin saldırı üssü olarak kullanılmasından kaçınılmasıdır. Ruslar çekilince, İran Hükümeti, Kuzey’deki cumhuriyetlerin varlığına son verir. Ruslar, seyirci kalırlar. Afganistan ise, Ruslarla 1921’de kurulan işbirliğini ve tarafsızlık politikasını sürdürür. Pakistan-ABD anlaşması üzerine, Rusya’dan silah ve teknisyen alır. J.C. Hurewitz’in yazdığına göre, Batılılar, feodal yapılı Afganistan’da bunun üzerine “komünistlerin yönetime ek koyacağını” ileri sürerler. Bir şey olmaz. Tarafsız Afganistan, ABD ile de iyi ilişkiler kurar.
Savaş sonrasının başka bir çarpıcı örneği, İskandinav ülkeleri ve Finlandiya’dır. Çarlık döneminde, Rusya’nın bir eyaleti olan Finlandiya, İhtilal’den sonra bağımsızlık kazanır. Şiddetli bir antikomünist politika izler. Topraklarındaki Alman birlikleriyle, Bolşeviklerle savaşır ve Birinci Dünya Savaşı’ndan sonraki dönemde bu tutumunu sürdürür. Oysa Fin arazisi, Leningrad’a 20-30 kilometreden az mesafededir. Leningrad, ancak Fin arazisinden savunulabilir. Bu durum, Alman saldırısının beklendiği günlerde iki ülke arasında çatışmaya ve savaşa yol açar. Finliler, birkaç ay süren yiğitçe bir savaş verirler. Almanya, Rusya’ya saldırınca, bu savaşın da etkisiyle, topraklarını Alman birliklerine açarlar. Alman Orduları, Fin Ordusuyla birlikte, Fin arazisinden Rusya’ya saldırır. Fakat savaştan sonra, Finlandiya, jeopolitik durumunun gerekli kıldığı bir tarafsızlık politikasına yönelir. The World Today dergisinin Mart 1966 sayısında yazdığına göre, “Finlandiya’nın coğrafi mevkii, Moskova için bu ülkenin, Sovyetler Birliği ile dostça ilişkiler sürdürmesini zorunlu kılar. Zira Finlandiya’dan saldırı gelirse, Leningrad’ı savunma olanağı yoktur.”
Bu coğrafi gerçeğe dayanarak, savaş sonrası dönemde, Finlandiya, Sovyetler Birliği ile bir dostluk, işbirliği ve yardım antlaşması imzalar. Buna göre, Finlandiya tarafsızlık politikası izlemeyi, askeri saldırı tehlikesi karşısında, Sovyetlerle danışmayı ve işbirliği yapmayı kabul eder.
-DEVAM EDECEK-