Haftasonu değişken günle zamanımı doldurdum. Sabahleyin esen hafif rüzgar la sağnak yağmurun doğayla selamlaşmasını izledim. Çıkan güneş sonucu sanki kapalı hava olmamışcasına birden içim ısınmaya başladı. Sesizlikle doğa içseliğinden sıyrılıp, etrafa kolaçanlıkla dolaştım. Gelen gece ile içime çöken kendime has yabancılaşma yannlızlığı ile konuşacak sıcak bir dost ararcasına yalnızlık çöküşüne düştüm. Konuşarak rahatlayacak ve belki daha umutların ısıntısı ile kendime has dünya özlemi ile kalakaldım. Yabancılaşma ile yalnızlığı arada birileri ile sohbetleşme ile rasgele geçirirken, elim klavyeye ulaştı. Dünya veya banbaşka öğrenme ile yalnızlık içinden yırtılarak çıkma tutumuna girdim. Bildik sözler ve bunları geliştiren bilgiler le savruldum. Yine içimde bir boşluk. Madem düşünsel cendereden çıkamıyorum, ozaman yazmam gerektiği yazıya odaklanarak, boşluktan uğraşa geçişe yönelmeye karar verdim. Artık yazılacak nice konu arasından makale kadar dar alana gireceklerin de hesabını yapmadan, konulara daldım. Tam da çeşitlemenin özetini aktaracak başlığı hemen yakaladım. Doğrusu; yazı yazmak, ilgili hakim olduğum konularda konuşmak veya yaşadıkalrımı besteleyerek müzikleme hızıma diyecek yok. Yaşamdaki nedenli kopuş ile yakalama ikilemlerini adeta yaşayarak kendim öğrendim. Okumak, yazmak, esruman çalmak ve bunları yazıalrla makaleleştirme veya ezgielrle sorunları besteleyerek eser yaratmada artık kendim ce en tatmin arkadaşlık hayat olgularımı oluşturdum. Galiba boşluktan yazıya geçerken yaşanan uçurum gibi gerçeklik, bana değişken yazı girişini de sağladı. Herhal de artık yaşlanıp yeniden yaşanıp kaybedilenleri kazanamame ile içimdeki boşluğun burukluğu girişte iyice kendime dokundu. Neyse artık yazı yazıp kuşatılan yanlışlardan, alıştırılan yalanlardan sıyrılıp, gerçeklerin bilmecesini kısa köşem le yorumlamaya başlayım…..
Anlamsız çelişkilerin doğal acı sonuçlarını yeniden görüyorum. Şu paradoks politiği çok anlamlı! Bir başkan, bir başbakanı birden istifa etirip “istifa ettim le” açıklatıp adeta diktatörlük yolunda nasıl sıfırlanmanın örneklemini yaşadık. Hakan Aksaayın yorumu bu konuda olsa da bize de dokunacak keskin kama gibidir: “Kendini başbakan zanedip, başbakan olmama gerçeği* Ama başbakan olmayıp, başbakan gibi olmanın da kıyakları vardır: lüks mekanlar, bolca olanaklar, mersedes marka arabalar, herkesin önünüzde eyildiği durumlar,” bunlar başbakan olmasanız da başbakan gibiliğin önemli olanakları oluyor. Ama Başbakan gibi olmak da sizi olmak la getiren elin, birden oradan uzaklaştırma gerçeğini kısa zaman önce Davutoğlu olayı ile yaşadık. “Anayasa artık fiylen kalktı” denilerek, birinin işareti ile kongre içinden başbakan olunuyor! Böyle gelişin sonucu da yine bir elin sizi birden ordan alıp uzaklaştırılması sonucu da bitiriliş öyküsünü yaşadık.
Ne tuhaf buluşma ki Türkiyede Davutoğlu öyle Y.49 oyla gelişi değil de onu işaret edenin işaretiyle başbakanlığı noktalanırken; burada da işaret le gelen ayni makam “Yarının önünü açma adına” dilekleri sıralıyordu! Yarının önünün açılması ise paket imzalanıp teslimiyetin yeni sayfası yazlıp alınacak parayla yandaşa dağıtma söylemi içerikliği oluyordu! Ama toplam yanlış anlatı ile vurgulanan yalanlar, nedense gerçeklerin acı keskinlik acısını gizlemekten uzaktı. Ama devamlılık sürüyor! Olayın özü değil de Davutoğlunun istifasından sonra kimin başbakan olacağı tuhaf tartışması oluyordu. Tuhaf diyorum, çünkü sonucu beklenti değil yine bir elin işaretiyle olacağı malumken, yine de ısrarla kamuoyuna bu cenderede su içme dayatmalı yanlışlar algılatılıyordu! Zaten yanlışlar hep ayni rotada yürümeye devam ediyor.
Anayasaya bağlı olmamak veya onu ihlal etmekten onbinler tutuklanırken ve bu durum kanıtlanamazken, birielri direk olarak “fiylen tanımıyorum” derken,kimse kılını kıpırdamayan bir gerçeklikle yaşıyoruz. Hele de bu içeleşme gerçeğine karşın, burada Kıbrıs nameli “çözüm istiyoruz” türküsü da ne yanık nede eğlenceli anlamı içeriyor! Ama söyleniyor. Gariplik devam etsin: Çünkü bu yanlışların öylesi umutvarileşme dönemi oldu ki demeğin gitsin! El işaretiyle gelgitleri görmezden gelip buna ikili iktidar mücadele damıtısı yapma becerisi de oldu. Hala; AKP içi çatlaklıkalr veya teslimiyetcilerin direnerek Erdoğanı devirme yoluyla işlerin düzeltilme ponpalama “umutlar” hala uçuşuyor. Kolayca gelgit teslimiyetcilerin nasıl direnip değiştirecekleri ise sadece beklenti olup kendini kandırmanın da ötesine geçilmiyor. Türkiyede AKP içi iktidar mücadelesi veya batının müdahalesi ile ilgili olumsuzluktan çıkılma beklentisi neyazık ki onca yanlışlığına karşın, son CHP tutumuyla resmen kabul gören anlamsız gelecek haline sokuldu!
Unutanlara anımsatalım:Erdoğan yasaklıyken onu iktidara taşıyan önemli güç BUş oldu. Öyle sadece iktidarla değil siyasal İslam projeli, Ortadoğu model ülke ponpalaması, Neoliebral piyasalaşma ekonomik prokramlarla iktidarlaşan bir AKP gerçeği vardır. Ama bunları hep yanlışlarla donatılan taşlarla insanlara yuturuldu. Hat da; siyasal İslam veya “ılımlı İslam” yapılanması ile demokratikleşme özlü bir ortak idolojikleştirme yapıldı. İslam demokrasisi diye bir fetişist kavram kitlelere din inancıyla sunuldu.
Konu burada da kalmadı: AKp devlet içi çatışmalar dönemi insanlara hep “demokrasi ve antidemokrasi” diye yuturuldu. Yönetim içi itifaklar la yerleşen AKP İslam projesi ve İMF piyasa modelini banbaşka gözlükle kitleleştirildi.Hele de Ortadoğu yönelişindeki demokrasi rüzgar kelimesi çok yalan tatlısı sonuç oluyordu. Devlet içi hegemonya mücadelesini bilmeyen ve bundan yenen yenilen le itifaklar olayında tek taraf güçlendikçe sadece genel sistem ve egemen sermaye kazanacağını unutanlara, şimdielrde Türkiye AKP gerçeği suratlarına tokat gibi vurup anlatıyor. Ama, alışılan yanlışlarla kuşatılmış sistem yörüngesi nedeniyle bu grçek dahi hala kavranamadı. Oysa; yapılanma tek eksende güçlendikçe partiler takılıyor “CHP MHP” gibi, öteki kurumlar da şekileniyor “yargı, medya, militaris kesim gibi” örgütsel kurumlar da ortaklaşıyor! Ozaman da siyasal hedef netleşiyor. Şimdi daha otoriter başkanlık siyasal hamleler daha net yapılıyor. Karşıtlar anayasaya aykırı denip suçlanıp tavsiye edilirken, kendielri anayasanın fiylen kalktığını da ilan etme ikilemi de normaleşiyor.
Bu genel gözlükle konuyu okumaz, sunulan yanlışları görmezden gelirseniz,ozaman batının Erdoğana darbe yaparak kurtulma beklentisi, AKP içi direniş bekleyerek sorunlardan ayrışma umutları beslenmektedir. Buluşmalar ise net oluyor. Davutoğlu itirazsız kurşun atmadan teslim olup istifa ederken, birgün önce ondan direnerek umut ponpalayanlar da bellek kaybına güvenip başka senaryoları yazıyorlardı. Oysa ayni anda Can Dündara mahkeme önünde kurşun sıkılıyor, sonra mahkeme de ona ceza yağdırıyor. MİT tırları bilgisini haber yapıp kamuoyuna aktardığı için! Hani gazetecilikte meşur şu benzetme var: “Yazılamayacak gerçekleri yazınca bu haber niteliği olarak oluşuyor” deniliyor. Bilineni değil, bilinmeyerek, bilinmesi gerekeni sakıncalı olsa da haberleştirme olunca konu haber nitelikli gazetecilik haline geliyor! Bunu bizat gazetecilik mesleği kurarlı olarak ilkeseleştiriliyor!
Tabi katliyam ve yasakları yanına koymak gerekmez. Ölümlerin doğalaştığı, yanlışların doğrular haline sokulduğu günlerden geçiyoruz. İdolojik kısgaç sa şu: “Siz Türk değimlisiniz* ilslama karşımızsınız” gibi ince tabusal kelimeler le saldırılar da yapılıyor. Doğrusu doğru zemin le yapılıyor. Nitekim bizim ekranlarda demokratmış diyenler dahi hemen olayın anlamsızlığı yerine “Ben elimde piyadeyle savaştım* Nasıl milliyetçi değilim! Veya; biz de islamız, ama böyle değil” savunma refleksleri resmen resmi idolojinin kısgacında çaresizliğin işaretidir. Baştan sizi düşünsel olarak teslim aldılar. Direk faşist veya yobazlar ölçekleri ile konuşmak zorunda brakılıyorsunuz. Nitekim salt tek konuda değil; örnek: İngiltere Lonra belediye başkanlık seçimini işçi partisi kazandı. Ama kazanan Pakistan kökenli İslamcı birisi olunca, yerel seçim özünü ve işçi parti gerçeğini biryana itip sadece Lonra seçimindeki İslamcı kazanımla sınırlayıp brakıtırılıyor. Buda içimizdeki farkında olmayan tek tip algının gerici tutsaklığını gösteriyor. Tüm İngiltere yerel seçimlerini konuşarak, geneldeki kaybetme kazanma sürecinde eyer Lonra da eklenir se doğru olurdu. Tıpkı Obamanın sülalesindeki ilsamcılıkla genel dinsel politika yapıldığı dönem gibi… Tabi konu böyle olunca da İslam veya etnik kimlikle faşist karşı duruşlar da oluşması kadar normal neolabilir.
Konuşulmayan veya tabu olarak tersi söylenen Kıbrıs düzeyinde bunun anlamını soracak olursanız! İşbirlikcilik için gereken kurallar, doğruların ödetiği bedel ikileminde hala onca yanlışı çıkar adına kabulenen önemli toplumsal gerçek vardır. Bunlar aslında genel sınıfsal gerçekliğin birer sonucudur. Hep şu yanılgıya düşeriz: Sermaye gelişimi ile demokrasi özdeşleştirilir! Öyle olsa Ortadoğu en demokrartikleşmeye açık yer olurdu. Untulur sınıfsal bakış olayı! Sermaye demokrasi falan aramaz. Kar amaçlı çıkarlar ilişkisi oluşturur. Girdiği yerde rahatlık ve kar arar. Sudiler en otoriter şeryat devlati olmasına karşın, hiçbir baskılanmaya maruz kalmaz. Hat da ortaklaşılır! Siz hala neden risk kuruluşlarının sermayeye Türkiyeden artık dikat edrek gidin dediğini duymuyorsunuz? Onca otoriter AKP gerçeğine rağmen neden sıcak para hala ürkmüyor? Bunları sınıfsal gözle de ele alırsak,sorun kalmaz. Kuzey Kıbrısı da işbirlikcilik gerçeği ile ilhaklaşan sömürge gerçeği ile yorumlarsak, tüm yapısal kültür etmenler le gerçeklri yakalarız. Yakalarız da nemi olur sorunuzu da sorunca, kitlesel memnun olma veya bu dinamikleri kulanma dışına çıkılmadıkça kandırılıp Hakan Aksayın dediği ile yaşarız. Ozaman da Davutoğlu veya Mehmedali Talatı yeniden kurgulayın.