1974 yılından beri bu ülkede aslında statüko dediğimiz ve başka bir ülkeye bağlılığın en büyük etkileri hep yıkımla sonuçlandı. Oysa 1974 milad olarak kabul edilirse büyük kazançla çıkılmıştı yola. Şöyle bir eskileri gözden geçirirsek elimize geçen serveti ve bununla istenseydi neler olunabileceğini bir araştıralım isterseniz. 22 Temmuz 1993 tarihinde (Perşembe), Yenidüzen Gazetesi muhabir ve yazarlarından Oya Gürel (sf.9) Ekonomik ve Sosyal Gerileme başlıklı yazısında, Kuzey Kıbrıs ekonomisi hakkında 19 yıl sonra şu aynayı tutuyordu:
“1974 yılında yapılan harekatın ardından, elimize geçen onca toprak, turistik tesis, narenciye bahçesi, tarla, fabrika ve konuta rağmen, bugün toplumumuzun hala Rum tarafındaki Kıbrıs’lıların refah düzeyinin 3’te birine bile yaklaşamamasının nedeni ne olabilir?
Bunun yanıtını almak için, günlerce istatistik raporlarından oluşan bir dağla uğraşmak zorunda kaldım. Ancak, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde hazırlanan raporlar, nedense , bazı soruların yanıtını içermiyordu. Bu sorular için ise Güney’de hazırlanan kaynaklar yardımcı oldu. “Adı yazılmamak kaydıyla” bazı yetkili ağızların da verdiği bilgilerle, “19 yılda nereye geldik?” sorusunun rakamlardan oluşan yanıtı toparlandı.
GERİLEMEYEN TEK UNSUR NÜFUS
KKTC toplumunun nüfusunun hala bir sır gibi saklanmasına rağmen, Kuzey Kıbrıs’ta 170 bin kişi olduğumuz tahmin ediliyor. 1960 yılında Kıbrıs Cumhuriyeti döneminde yapılan ve adadaki Türk nüfusunu 104 bin 942 olarak saptayan sayımdan sonra bölünen Kıbrıs’ın Türk tarafında, bugüne kadar doğru dürüst bir seçim yapılmamış olması, “ciddi devlet” iddiaları ile halkın karşısına çıkanlar için ne kadar olumlu bir görünüm yaratır bilinmez ancak, Devlet Planlama Örgütü istatistikleri bile, 1975 yılında bir sayım yapıldığını, ancak sayım sırasında Türk bölgesine henüz geçmemiş Türk nüfusunun kapsam dışında kalması nedeniyle geçersiz sayıldığını; daha sonra 1978 yılında yapılan ve nüfusumuzu 146 bin 740 olarak belirleyen sayımın ise “tarım sayımı” olduğunu gösteriyor.
Bu tarihten sonra ise bu iki sayımdan yararlanılarak ve bazı programlar kullanılarak, sadece tahminlerde bulunuldu. Devletimizin en ciddi istatistik örgütünün bile nüfus konusunu tahminlere dayandırmasından cesaret alarak, bizler de yeni bir rapor hazırlayabiliriz. Adanın 1975 yılındaki Türk nüfusunun, gerek Türk gerekse Rum tarafındaki verilere göre 115 bin civarında olduğu olduğu tahmin ediliyor. O tarihten günümüze kadar en az 34 bin Kıbrıslı Türk’ün de adadan göç ettiğini gözönünde bulunduracak olursak, binde 6’lık bir büyüme hızıyla Kıbrıs Türk nüfusunun bugün 92 bin civarında olması gerekiyor. Yani, 170 bin civarında olduğu tahmin edilen nüfusumuzun 78 binini ise Türkiye’den gelen göçmenler oluşturuyor.
NEYİMİZ VARDI, NE ALDIK NE KALDI?
Bu sorunun yanıtını bulmak için, Kıbrıs Türk toplumunun 1974’ten önceki, hemen sonraki ve şimdiki durumunu incelemek gerekiyor.
1974 yılının 20 Temmuzu’nda gerçekleşen harekatın önce adada yaşayan Türkler ve Rumlar arasında her açıdan büyük uçurumlar bulunuyordu. Adadaki toplam brüt üretimin yüzde 90’ı Rumlar, yüzde 10’u ise Türkler tarafından gerçekleştiriliyordu. Türklerin çalıştırdığı turistik yatak kapasitesinin sayısı 200’ü bile bulmazken, Rumlar, 22 binin üzerindeki turistik yatak kapasitesiyle, adanın bir yıllık bütçesini, neredeyse, turizm gelirlerinden elde edebiliyorlardı. Bu durum, bütün sektörlerde aynıydı.
Toplam brüt üretimin %70’i; turistik konaklama kapasitesinin %65’i; inşaat halindeki otel ve yatak kapasitesinin %86’sı; genel kargo taşımacılığının (Mağusa Limanı) %86.5’i; madencilik ve taş ocakçılığının %56’sı; canlı hayvan üretiminin %41’i; tarımsal ihraç ürünlerinin %48’i; ve bitkisel üretimin %46’sı kuzeyde kalmıştı.
Bu, adanın gelir kaynaklarının büyük bir bölümünün Türk kontrolüne geçmesi demekti.
74 harekatından önce 22 binden fazla turistik yatak kapasitesine sahip olan Rumların elinde, harekattan sonra sadece 8 bin yatak kalmıştı. Türklerin eline geçen turistik yatak kapasitesi ise, 15 bine yaklaşıyordu. Ancak bunun 10 binden fazlası “ileride yapılacak bir anlaşmada geri verilecek” olan Maraş’ta bulunduğu için, 3 bine yakını hizmete sokulabildi. Hizmete sokulan yataklardan 1265’ini 4 yıldız ve üzerindeki oteller oluşturuyordu. Rumların aradan geçen 19 yıl içerisinde yatak kapasitelerini, savaş öncesindeki rakamı da aşmasına karşın Kuzey Kıbrıs’taki yatak kapasitesi 19 yıl içinde ancak 6 bine ulaşabildi. 4 yıldız ve üzerindeki yatak sayısındaki artış ise sadece 1240 olabildi.
NARENCİYEYE NE OLDU
KKTC’nin en önemli ihraç ürünü olduğu söylenen ancak her geçen gün eriyen narenciyeye gelince…
Kuzey’den güneye göç eden Rumların geride bıraktığı 1 milyon 463 bin 377 dönüm araziyle Türklerin toplam 2 milyon 465 bin 552 dönüm arazisi olmuştu. Bu arazilerin, 100 bin dönümü Rumların geride bıraktıkları olmak üzere, 106 bin dönümlük alanı, narenciye bahçesiydi.
1974 öncesinde Türklerin elinde bulunan narenciye arazileri, sadece 6 bin dönüm kadardı. 74 harekatından sonra, büyük narenciye bahçelerine sahip Güzelyurt’un da Türkler’in eline geçmesiyle, bu miktar, 100 bin dönümün üzerine fırladı.
Ancak, bu konudaki gerçek istatistiki bilgilere ulaşmak, resmi istatistiklerde, 1974 öncesinde Türklerin elinde bulunan ve 74 harekatıyla birlikte Türklerin eline geçen narenciye bahçeleriyle ilgili bilgiye rastlamak pek olası değil. Sadece, KKTC Hükümetini pohpohlamak için övgü dolu kitaplar yazan “vatansever” kişilerin kitaplarında bu konuda istemeden açık verdiklerini görüyoruz. Bunlardan birinde, KKTC’nin geçen yıllar içinde ne kadar büyük ilerleme katettiğini göstermek için, şöyle bir ifade yer alıyor: “1968 yılında, elimizde sadece 6 bin dönüm narenciye arazisi varken, büyük gelişme atılımlarımız ve çabalarımız sonucu, bahçelerimizi 54 bin 393 dönüme çıkardık.”
Rum tarafının hazırladığı istatistiklere baktığımız zaman, savaştan sonra 100 bin dönüm narenciye bahçesinin Türklerin eline geçtiğini görüyoruz. Bu da ilerleme gibi gösterilmek istenen şeyin, aslında, tam bir gerileme olduğunu ortaya çıkarıyor. Düzensiz ve adaletsiz eşdeğer dağıtımı, yakınlara yaranmak için narenciyeden anlamayan insanlara ulufe gibi verilen araziler ve pazarlamada ortaya çıkan zorluklar nedeniyle toplam 106 bin dönüm narenciyeden geriye kalan sadece 54 bin 393 dönüm. Rekolte ve dış pazarlama da buna paralel olarak her geçenm yıl daha da azalıyor.
Ancak gene de bu ürünün piyasasını ellerinde tutan şirketler var.
1983 yılının istatistiklerine bir göz attığımızda, narenciye üreticisinin ürününü, en fazla, bir devlet kuruluşu olan Cypruvex’e verdiğini görürüz. Bu yılda, Cypruvex’in yaptığı ihracatın oranı, yüzde, yüzde 46.2 dir. Pazara yeni yeni girmeye başlayan Asil Nadir’e ait Sunzest’in pazardaki payı ise yüzde 17.8. Bunun yanında ürünün pazarlamasını yapan, irili ufaklı 4 şirket daha vardır. İlerleyen yıllara ait istatistiklere bakınca, Asil Nadir’e ait Sunzest’in piyasayı büyük bir süratle ele geçirdiğini açıkça görürüz. 1986 yılına girerken artık Sunzest’in piyasadaki payı, yüzde 43.1’e fırlamış, Cypruvex, yüzde 36.1’e düşmüş, küçük şirketlerden biri ise tamamen ortadan silinmiştir. 1991-92 yılında Sunzest, yüzde 44.8’le birinci sıraya yerleşirken, Cypruvex yüzde 31’de kalmış, ürününü kendi pazarlayan birkaç üretici dışında, diğer şirketler de piyasadan silinmiştir…”
Yukarıdaki bir bölümünü 1993 yılından aktardığım yazı 19 yıl sonraki durumumuzdu. 42 yıl sonraki durumumuza baktığımızda ise bugün durumlar daha da hazindir. Şu anda maaşlarının bile Türkiye’nin insafına bırakıldığı, suyunun ve bir kısım elektriğinin özel şirketlere devredilerek, sonuçta ne olacağı muamma, bağımlı bir toplum yapısı, hazin bir ekonomik tablo ve gerçekleri görmeyerek seçimlerle, koltuklarla bakanlık ve milletvekillikleri ile gün geçirtilen intihara son adımını atmaya çalışan bir toplum tablosu. Titanik batarken geminin batmakta olduğundan bile habersiz insanlar topluluğu. İntihara az kaldı. Hadi hep birlikte bu vurdumduymazlıkla devam bakalım…