Mahir Çayan ve arkadaşlarıyla THKP-C saflarında mücadele eden, Devrimci Yol liderlerinden Oğuzhan Müftüoğlu, Kızıldere katliamının yaşandığını günleri ve geçmişin günümüz üzerindeki etkilerini Yenidüzen’e anlattı.
Müftüoğlu, hayatını ve Kızıldere katliamı sırasında yaşadığı tutukluluk günlerini Bitmeyen Yolculuk-Oğuzhan Müftüoğlu Kitabı’ nda anlatarak bir döneme ışık tutarken, halen Birgün gazetesindeki yazılarıyla da Türkiye’de muhalefetin en güçlü seslerinden biri olmaya ediyor.
“Ölümü çok fazla kutsuyoruz, oysa yaşasalardı çok daha değerliydiler”
Oğuzhan Müftüoğlu Kızıldere katliamının haberini Mamak Askeri Cezaevi’nin arka taraflarında bir hücrede tutukluyken alıyor. Üzerinden 44 yıl geçmiş olsa da o günü tüm detayları ile hatırlamaya devam ediyor…
“Çok zor tabii aradan 44 yıl geçti. Ben Mahir Çayan ve arkadaşlarının Maltepe Cezaevinden firar etmelerinden sonra onların kovuşturulması operasyonları sırasında yakalandım. Mahir Çayan’nın ve arkadaşlarının Ankara’da barındığı yerleri bildiğime dair bir istihbarat üzerine zaten DEV-GENÇ yöneticisi olarak da aranıyordum. Ancak özellikler onların yerini bildiğim istihbaratı üzerine benim bulunabileceğim yerleri ve kişileri takip altına alarak benimle irtibatta olduğunu düşündükleri Koray Doğan’ı yakalamak için önce girişimde bulunuyorlar. Koray Doğan’ı bir evde kıstırıyorlar, kaçarken arkasından ateş ederek vuruyorlar ve benim yerimi söylemesi için yaptıkları işkence sırasında da hayatını kaybediyor. Bu olayı takip eden günlerde ben etrafımdaki sıkıştırmanın yoğunlaşması sonucu yakalanıyorum. Bir aya yakın süre kontrgerilla merkezinde Mahir Çayan’nın yerini söylemem için bana işkence yapıyorlar. Benim yakalandığım gün Mahir Çayan ve diğer arkadaşlar Bahçelievler’de sadece benim bildiğim bir evde kalıyorlardı. Ben yerlerini söylemedim ve orada bir hafta kaldılar. Bir hafta içinde de Karadeniz’deki arkadaşlarla irtibat kurarak oraya geçtiler. Emniyette kaldığım sürenin son günlerinde Karadeniz’den getirttikleri tutuklulara işkence yaptıkları sırada sesleri dinlerken, Mahirler’in Karadeniz’de olduğunu öğrendim. Tabii benimle birlikte polisler de öğrendi. Bu gelişme üzerine sorgumu bıraktılar. Ben havaalanı içinde konuşlandırılmış bir işkence merkezinde sorguluyorlardı ve buradaki kontrgerilla elemanları uçaklara binerek operasyon için hemen Karadeniz’e gittiler. Beni de Mamak Cezaevi’ne gönderdiler. Cezaevinin arkasında bir hücrede tutuluyorum. Tecrit edilmiş durumdaydım ve orada kaldığım sırada sonradan isminin Abdullah Kul olduğunu öğrendiğim bir general, yanına cezaevi müdürünü de alarak hücreme geldi. Bu mu diye sordu, buna bir vursam ölecek diyerek benimle ilgili yorum yaptı. Ben gözaltı sırasında açlık grevi yapmıştım. Tabii işkencelerden dolayı da çok zayıftım. Sonra bana böbürlenerek bütün arkadaşlarını öldürdük dedi. Sonra da 10’nu birden öldürdük dedi. O an yalan söylüyor da olabilir diye de düşündüm. Arkadaşlarım on kişi olmaz dedim. Ama tavırlarından da şüphe ediyordum. Doğru söylüyor gibiydi. Çok üzüldüm. Bütün arkadaşlarımı kaybettim. Bunu tanımlamak çok zor, ilk öğrenişim böyle oldu.”
Kızıldere Katliamına ilişkin Müftüoğlu’nun iki çıkarımı var. Ölümleriyle kutsanan devrimci arkadaşlarının yaşayarak çok daha büyük başarılara imza atacaklarına olan inancını dile getiriyor.
“Kızıldere’de yaşananlar emperyalist ve faşist güçlerin gelişen devrimci hareketin önünü kesmek için giriştikleri katliamdı. Devrimcileri yok ettiler ve devrimci harekete büyük zarar verdiler. Onların direnişi ve dayanışması çok önemlidir ve Kızıldere’yi neredeyse 45 yıldır binlerce, on binlerce, yüzbinlerce kişiyle anıyoruz. Onların kahramanlıklarını, dayanışma ruhlarını ve cesaretlerini ölümü göze alarak gidişlerini biraz da kutsayarak anlatıyoruz. Oysa unutulmamalıdır ki onlar Türkiye’deki öncü hareketin gelişmesinde büyük birer isimdiler. Bu arkadaşlar 1960 sonrasında gelişen devrimci mücadelede yetişen çok değerli insanlardı. O sürecin önderliğini yapan benim de önderliğimi yapan düşünce ve eylemleri olan arkadaşlardı. Onlar hayatlarını kaybetmemiş olsaydı, daha sonraki süreçlere yapacakları katkılar Kızıldere gibi bir kahramanlık olayının yarattığı hayranlıktan çok daha büyük sonuçlar doğurabilirdi. Bu olayın unutulan yanlarından biri, ölümü çok fazla kutsuyoruz. Oysa yaşasalardı çok daha değerliydiler. Bir de Türkiye’deki devrimci hareketin bir dönemi Kızıldere ve Denizlerin idamı ile birlikte sona erdi. Ardından gelen süreç çok başka bir süreç oldu.”
“Amerika için Türkiye yarı sömürge gibi”
O günlerde yaşananlar ise Müftüoğlu’na göre bugünkü Türkiye’nin inşası için atılan adımlardı.
“Türkiye’de iktidar sahiplerinin özgür bir iradeye sahip olduklarını düşünmüyorum. Türkiye Amerika’da yetişen, beyinleri yıkanan darbeler yapan komutanlar ve aynı şekilde yetişen cumhurbaşkanları tarafından idare ediliyor. İzledikleri politikaların esasını bu tayin ediyor. Amerika’da belli süreçlerden geçmeyen kimseler, neredeyse Türkiye’nin yönetim mekanizmalarında yer alamıyor. Amerika’nın stratejisi belli. Kendilerinin görüşlerini savunan iktidarlara karşı muhalefetler olanlar, Amerika için birer düşman ve onlara saldırı niteliği taşıyor. Türkiye’de gelişen antiemperyalist gençlik hareketi Vietnam ve Kamboçya gibi ulusal kurtuluş savaşlarının verildiği ülkelerde olduğu gibi gelecekteki büyük tehlikenin çocuk haliydi. Büyümeden ezilmelidir düşüncesiyle, önce kontrgerilla kampları kurdular, sonra oralarda silahlı eğitim verdiler. Bu kamplarda yetiştirdikleri kişilerin yetmediği yerde de kontrgerillanın resmi güçlerini insanların üzerine saldılar. Onların yetmediği yerde de darbe yapıp insanları işkence edip, astılar. Sonunda ise yarısı cihatçı, yarısı dinci bir ekibin Türkiye’nin idaresinin başına geçmesini temin ettiler. Bunu da Ortadoğu’da istedikleri ülkelere Türkiye’yi model haline getirmek için yaptılar. Hem Türkiye’yi hem de Ortadoğu’yu ne hale getirdikleri ortada.”
Müftüoğlu o günkü birlik ruhunun günümüzün birey olma bilinci nedeniyle zarar gördüğü kanısında, ancak her şeye rağmen gelecekten umutlu…
“1980 de tüm dünya ile beraber Türkiye’de gelişmeye başlayan Neo-liberal bireyciliğin toplumların ruhunu kaplaması sonucu bugünkü dünyada birlik ruhu kalmadı. Önce birey olma fikri toplumun tüm kesimlerine ve sol kesimlerine de öğretildi. Oysa biz devrimci olmayı birey olmayı aşmak diye bilirdik. Zaten insan toplumda birey olarak gelişir. Devrimcilik ise bunu aşmaktır. Ancak devrimcilere birey olmayı, çıkarcılığı öğrettiler. Böylece büyük örgütler devri geçti. Birlikte olmanın kerameti yok denilerek birlikler bölündü. Küçük gruplara atomize olmanın yolları açıldı. Yönetim erkini elinde bulunduranlar politikaları üzerindeki halk baskısını ortadan kaldırmak için insanları örgütlenme yetisinden uzaklaştırdılar. Bu burjuvazinin ideolojik saldırısı karşısında solun direnemediği, yenik düştüğü bir alan. Güçlü sol yapıların ortaya çıkması böylece engellendi ve engelleniyor. Ciddi toplumsal projeler, bir şekilde bozguna uğratılarak yalanla ve asılsız müdahalelerle bölünüyor. Elbette bu umutsuz bir söylem değil. Bunun farkında olan bir kesim var ve büyüyor. Haziran Hareketi gibi, Gezi Ruhu gibi örneklerin çoğalacağına ve sağlıklı hücrelerin kanseri yenmesi gibi bu virüsü yeneceğimize inanıyorum. ”
Patronsuz gazete Birgün
Oğuzhan Müftüoğlu Birgün gazetesinin kurucularından ve yazarlarından… Gazetenin oluşumunu ve üstlendiği misyonu bizimle paylaşıyor.
“Birgün Türkiye’nin 1990 sonrasında ayan beyan içine girdiği olumsuz koşular içinde mücadele alanı olarak ortaya çıktı. Biz bu işe girişirken paramız pulumuz yoktu. Benim de çok param yoktu. Bana dediler ki bu iş çok zor. Ama biri yapmalıydı. Ben her yeri dolaşarak bu konuyu konuştum. Bunu ancak elbirliği ile başarabilirdik. Beşer onar kuruşu bir araya getirerek, binlerce kişi birleşirsek bunu gerçekleştiririz dedim. Patronsuz gazete olarak ortaya çıktık. Çok doğru yollardan geçtik. Bugün Türkiye’de muhalefetin en güçlü sesi olduk. Bunun altında birleşik mücadele ruhu büyüdükçe Birgün de daha çok büyüyecek ve güçlenecek…”