Haftalardır tartışmasını çektik. Türkiye bu suyu tahakküm kurarak getirip verecek diye. Kıbrıslıtürklerin egemenliği ve siyasal iradesi gene ayaklar altında diye.Su geliyor gelecek diye muştucuklarla avutulduk. Gene birileri bir senaryo çizerek başından beri belli olan ve aslında buradaki 1974 yılından beri süregelen tahakkümünü devam ettirme planını kabul ettiriyor. Ama sonuçta bir şekilde su da geldi ve çözülmüş diyorlar. Ama çözülmeden önce Maliye Bakanı’nın “Maaşları ödeyemeyeceğim, maaşların yarısı ödenecek” şeklindeki açıklamalarını da unutamayız. Yani belli ki maaşların ödenmesi bile maalesef artık herşeyi tükenmiş bu ülkede tehdit unsuru olmuş. Ha, tehdidin kimin tarafından. hangi partinin bakanı tarafından verildiği ayrı. Bu partinin bir zamanlar sol şampiyonluğu, emekçi halk terminolojisi yapıp çalışan kesimlerin çoğunun oylarını aldığı da ayrı bir sorun. Ama şimdi gelin de bunlara sebep olan görüşü de yargılamayalım, eleştirmeyelim dersek orada hata yapılır diye düşünüyorum. Eleştirisiz demokrasi, hatta eleştirisiz sol olmaz. Solun dinamizmi eleştiridir. Marksizmin bile Marksist eleştirisi olmalıdır. Bu dinamikler yokolduğunda sol da olmaz, Marksizm de olmaz ve eleştiri yapan düşman değildir. Maalesef bu olgular hep yanlış anlaşıldı yanlış sol perspektiften bakanlarca. Eleştiri getirenlerin parti düşmanı olduğu iddia edildi ki sonuçta, tek bir gömlek biçilen partinin de nasıl yokolduğu ve sol düşüncenin nasıl korumasız kaldığı ortaya çıktı. Aslında solun şimdiki bozukluğunu da bu perspektifin devamlılığında görmemiz gerekir. Çoğulculuk anlayışı terkedilmeseydi, şimdilerde sol bu durumlara düşmezdi diye iddia edenler çok ama bana göre da doğru olan bu.
Evet, gelelim su sorununa.Su, gelmiş adaya. CTP bu konuda büyük bir uğraş vermiş ve sonuçta da kazanmış. Halk yararına kazanmış. Öyle mi? Başından beri öne sürülen ağır şartların, maddeler ve kağıtlar içinde gene kabul ettirildiği ve esas amacın da bunu sezdirmeden kabul ettirmek olduğu belli. Maddeler arasında aslında belli olan, özel bir işletmenin su konusunda esas belirleyici olduğudur ki su gerçekten özelleştirilmiştir. Bırakın birçok madde arasında kalan sözcükleri veya maddecikleri, en basitinden ben bu cümleler arasında bu projeye özel bir şirketin kıyısından veya köşesinden karıştırıldığını görmekteyim. Özel şirket ne demek? Suyun bir şekilde özelleştirildiğini gösteriyor özel şirketin oluşu. Efendim, isteyen bağlanacak, istemeyen bağlanmayacak. Suyun geçtiği alanlar verilmemiş, istimlak edilmemiş. Acaba öyle mi yoksa o sayfa sayfa madecikler arasında bu da bir şekilde suretine uydurulmuş mu? Neo liberalizme karşıyım ama kendi erdemlilikleri açısından da birşey sormak lazım: Bu özelleştirme veya su işi uluslararası rekabete açık mıydı? Yani bu projeye tüm ülkeler katıldı mı? En başından bu proje burjuva rekabet koşulları içinde bile olmadı. Kim katıldı bu projeye? 1974 yılından beri Kuzey Kıbrıs üzerinde etkin olan Türkiye Devleti ve onun desteklediği özel şirketler veya özel bir yandaş şirket. Bu açı içinde bakıldığında bile gene bir hegemonya söz konusu bu projeye.Hele hele Kıbrıslırum toplumuyla bir barış süreci ve görüşme süreci devam ederken, bu su projesinin hemen işleve konulması ne demektir anlayamadım. Bakın göreceksiniz bu bile dinamitlemenin bir fırsatı olacak bu süreci. Peki ya, Kıbrıslıtürk halkı bu projenin bu şekilde gerçekleşmesine kendi isteğince mi kabul etti? Hayır. Ya nasıl? Bana göre Maliye Bakanının gözdağı vermeleri ile. Eğer kabul etmezseniz maaşları yarım vereceğim. Yani kabul etmezseniz çok çekeceğiz diyor. Maaşların bir tehdit olduğunu açıkça anımsatıyor.Zorluk var diyor. Ve bu adil bir rekabet içinde gerçekleştirilmiş bir proje oluyor. Sen hegemonya kuracaksın, sen etkin olacaksın, sen halka rağmen, halkın geleceğini tayin edeceksin, şimdiye kadar yaptığın gibi ve sonra da bu işin baskı yapılmadan, baskı olmadan yapıldığını söyleyeceksin. Nereden bakarsanız bakın bu son derece haksız ve de boyunduruk koşullarıyla gelmiş bir proje. Ada halkının kabul edip etmeyeceği bile belli olmayan ama tehdit ve zorakilik kokuyor. Kabul edilmezse de size bütçeyi keserim demek istiyor. Peki bu duruma rağmen bunu kabul etmek mi lazımdı?
Değil tabi ki. Bunu şiddetle protesto edip, mücadele için tedbirler almak gerekebilirdi. Bu yapılabilinirdi. CTP gerçekten, solcu olmasını bıraktım, zaten değil, ama olaya sadece yurtsever bir anlayışla baksaydı en basitinden bazı önlemler alarak bu baskıya karşı mücadele edebilirdi. Türkiye’nin baskılarına dayanmak için içte bazı tedbirler neydi? Maliyeyi kontrol altına alıp, halkı da her bakımdan desteklemek. Puan ve karne sistemleriyle benzin ve yiyecek dağıtmak. Olamaz mıydı? Mesela Syriza’nın şimdilerde eleştirisi elbette yapılabilir, ama Syriza’nın seçimlerden de önce Yunanistan’da uyguladığı mücadele yapılamaz mıydı? UBP, zaten başından beri teslim olmuş. İmzayı da atmış. Ama hiç mi mücadele yolu yoktu? Vardı elbette yeter ki istek olsaydı. Elektriğin arasına bir TC’li yandaş şirketin sokulmasıyla, yıllardır elektrikte maalesef yazları veya kışları klimalarımızı yakamıyoruz çünkü elektrik faturaları el yakıyor. Nihayet şu anda özelleştirmeyle su da lüks olmaya başlayacak. Kına yaksın hükümette olanlar.
Bundan sonra artık bana göre Türkiye’nin yandaş şirketleri herşeyi belirleyecek. Su parası aynen elektrik gibi halkın elini daha fazla yakacak. Belediyelerin iflası gerçekleştirilecek. Halk daha da fazla ekonomik sıkıntı cenderesine alınacak. Yıkım daha da hızlanacak. Seçim seçim denilip de bu halka her seçim yedirilen kazıklar daha da fazla değecek. Sanırım seçimleri boykot artık birkaç marjinal kişinin veya partinin isteği olmayacak. Muştucuklarla uyutulan halk daha fazla ses yükseltecek. Eğer mücadele olmazsa sona bir adım daha fazla adım atacağız. Artık su da can yakacak. Özel şirketlerin cenderesinde ezilmeye devam. Örneğin yaz aylarında klima bile açamamanın cenderesinde soğuktan anamız ağlıyor ya, klima lüks oldu ya , artık sıra suya da geliyor. Su da bizim için lüks olacak.
Ve bütün bu rezilliklere rağmen birileri çıkıp güler yüzle bize “Herşey daha da güzel olacak” diyecek. Yemezler…